(DHA) -  Türk Sanayici ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski, Türkiye'de en yüksek gelir sahibi grubun toplam gelirden aldığı pay artarken, en düşük gelire sahip grubun aldığı payın giderek azaldığına dikkat çekerek, "Gelir dağılımındaki adaletsizlik derinleşiyor" dedi.

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantısının açılışında konuşan Kaslowski, 2000 yılında Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ortalamasının yüzde 18’ine denk gelen Türkiye'de kişi başı milli gelirin, 2013’te yüzde 34’e ulaştığına işaret ederek, "Bu oran 2013’den bu yana her sene azalarak 2020’de yüzde 22’ye geriledi" dedi ve ekledi:

"TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) Gelir ve Yaşam Koşulları 2020 anket sonuçlarına göre, en yüksek gelir sahibi grubun toplam gelirden aldığı pay artarken, en düşük gelire sahip grubun aldığı pay giderek azalmakta. Gelir dağılımındaki adaletsizlik derinleşiyor.

"2021 yılını yüzde 5.5-6’ya yakın bir büyüme ile tamamlama ihtimalimiz yüksek. Belli başlı ihracat pazarlarımızdaki büyüme elbette bize olumlu yansıyor.  

"Geçen yıl yaratmış olduğumuz şiddetli kredi büyümesinin etkisini de halen büyüme üzerinde görmekteyiz. 

"Ne var ki uzun zamandır büyümemiz sürdürülebilirlik kriterlerinden uzak. Yıllar itibarı ile büyüme kompozisyonumuz çok değişti. Tarımın payı azalırken sanayi, inşaat ve turizmin payı arttı. 

"Döngüsel büyümeleri yüksek oranda yakalasak da, üç yıllık ortalamalara bakıldığında ihtiyacımız olan seviyelerin çok altındayız."

Yıllar itibari ile uzun vadeli büyümenin ivme yitirdiğine ve istihdam yaratma kapasitesinin de düştüğüne işaret eden Kaslowski, "Geniş tanımlı işsizlik yüzde 25-30 bandında. İşsizlik rakamlarındaki artış ve geniş tanımlı işsizliğin artık neredeyse toplumun üçte birini sarması yangının hızla yayıldığını gösteriyor. Dış finansman ihtiyacımız ise 2013 yılında milli gelirin yüzde 15’i iken, bugün yüzde 30’u seviyesinde. Kamu borcu içindeki döviz payının her geçen yıl yükseliyor olması da, diğer bir endişe kaynağı" dedi ve ekledi:

"Öte yandan, resmi verilerdeki enflasyon ile hissedilen enflasyon arasında, açıklanması pek kolay olmayan bir fark var. Hissettiğimiz, aslında şiddetli seviyedeki refah kaybı. 

"Enflasyon beklentilerinin yönetilemeyişi, Merkez Bankası politikalarının öngörülebilirliğinin kalmayışı ve enflasyonu düşürme hedefinde ülkece tam mutabakata varamamış olmamız, fiyat istikrarına ulaşmamızı zorlaştırıyor. 

"Gün sonunda, ülke olarak refah kaybımız hızlanarak sürüyor. Tüm bunlar, Covid krizi gibi, herhangi bir küresel şok anında, ekonominin esnekliğini ve krizle mücadele etmek için kullanabileceğimiz iktisadi araç sayısını da kısıtlıyor.

"Yüksek ülke risk primine bağlı olarak, ülkemiz içinde bulunduğu yükselen piyasalar kategorisinde sonlarda yer alıyor. Bu tablodaki olumsuzluklara rağmen geleceğe umutla bakabilecek çok güçlü dayanaklarımız olduğunu hatırlayalım. 

"Ekonomimiz; reel kesimi, ihracatçısı ve genç nüfusu ile çok esnek. Gelişme potansiyelimiz çok yüksek. Ekonomimizin tüm paydaşlarını devreye almalı, potansiyelimizi doğru kullanarak hızla yeni bir kalkınma sürecine geçmeliyiz.  

"Bilimselliği kanıtlanmış ve doğru iktisadi politikalarla ekonomiye yeniden dirayet kazandırmalı, istikrarı tehlikeye atabilecek her türlü adımdan sakınmalıyız."