Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf’un dünyayı tehdit eden çeşitli tehlikelerle ilgili endişelerini dile getirdiği; ‘Les Identités meurtrières (Ölümcül Kimlikler - 1998), ‘Le Dereglement du monde’ (Çivisi Çıkmış Dünya - 2009) ve ‘Le naufrage des civilisations’ (Boğulan Medeniyetler - 2019) gibi kitaplarının ardından birçok okuyucusu yeni bir kitap kaleme almasını bekliyor ve Maalouf’un çevresel felaketler ve insanlığın sonu gibi konulara odaklanan bir kitap daha yazmasını umuyorlardı.

Maalouf, okuyucularının bu bekleyişlerine, onları nükleer savaşın eşiğine gelen bir dünyaya sürükleyen ve Paris’teki Grasset Yayın Evi tarafından kısa süre önce yayımlanan dokuzuncu romanı ‘Nos frères inattendus’ (Beklenmedik Kardeşlerimiz) ile son verdi.

Roman, Alexander adlı, Atlantik Okyanusu’na kıyısı olan Antioche adasında yaşayan orta yaşlı bir ressamın hayatını konu ediniyor.

Alexander, Kanadalı babasından miras kalan adadaki eve yerleşmeye karar veriyor.

Bu kararını uygulamasına yardımcı olan faktör ise büyük bir popülaritesi olan çizimlerini, internetin olduğu her yerden gazetelere ve dergilere satarak sabit bir geliri olması.

Romanda Alexander, bu ıssız adadaki tek komşusu Yves Saint-Gilles de dahil olmak üzere hiç kimse tarafından rahatsız edilmeden tam bir münzevi hayatı yaşıyor.

Yves Saint-Gilles, kaleme aldığı “Gelecek artık bu adreste yaşamıyor” adlı romanıyla büyük bir üne kavuşmuş, gizemli ve pek de dost canlısı olmayan bir edebiyatçı.

Yves, adanın Alexander’a miras kalmamış olan küçük kısmını satın almış ve buraya yerleşmiş. Ancak ikisinin yaşadıkları münzevi hayat birbirlerine benziyor. Yves'in insanlardan uzaklaşması onlara olan nefretinden kaynaklanırken, Alexander’ın ki dünyayı daha sakin bir şekilde düşünmek, anlamak ve kabullenmek ondan uzaklaşmaya dayanıyor.

Nükleer endişesi

Alexander, bir gün resim çizmeye hazırlanırken bir anda evindeki elektrik ve tüm iletişim hatları kesiliyor.

Alexander bu kesintiyi Washington yakınlarında gerçekleşen bir nükleer terörist saldırının ardından ABD’nin bu saldırının sorumluluğunu üstlenen eski bir Rus mareşali tarafından Kafkasya'ya yerleştirilen nükleer savaş başlıklarını imha etmeye karar vermesinden kaynaklandığını düşünüyor ve kendisi dışında tüm insanlığı yok eden bir nükleer savaşın patlak vermiş olma ihtimalinden endişeleniyor.

Ertesi günü beklemek zorunda kalan Alexander, her şey normale döndükten sonra ABD Başkanı Howard Milton'ın konuşmasını dinlediğinde nükleer felaketin gerçekleşmediğini öğreniyor.

Empedocles’in Dostları

Alexander’ın arkadaşı olan ABD Başkanı’nın danışmanı Morrow'a göre bunun gerçekleşmesini engelleyen ise Washington'daki siyasetçilerin bilgeliği değil, “bizi gören, duyan, her hareketimizi takip eden, bizi bundan alıkoyan ve istediği gibi yapmamıza izin veren” üçüncü bir taraf.

Marrow, Alexander’a söz konusu üçüncü tarafla ilgili olarak, “Artık onun onayı olmadan hareket edemiyoruz. Onun nereden geldiği, nasıl çalıştığı ve niyetinin ne olduğu hakkında hiçbir şey bilmiyoruz” diyor.

Romanda hem Alexander hem de biz bu üçüncü tarafın bilinen herhangi bir milletin veya gücün hizmetinde olmayan bir grup insan olduğunu, gelişmelere müdahale etmesindeki amacının ise dünyayı eşiğine geldiği nükleer felaketten kurtarmak olduğunu ve tehlike ortadan kalkar kalkmaz gözlemci rolüne geri dönmek istediklerini çabucak anlıyoruz.

‘Empedocles’in Dostları’ isimli grubun tüm üyeleri kökleri Yunan medeniyetine ve özellikle insanoğlunun pek çok bilimsel ve kültürel alanda, bir avuç insanın kaydettiği inanılmaz gelişmeye tanık olduğu, birkaç on yılı aşmayan görkemli bir tarihi dönemi temsil eden ‘Greek Miracle’ (Yunan Mucizesi) kavramına kadar uzandığından Yunanca isimler taşıyorlar.

Bu grubun ataları, her şeyin sona yaklaştığı anda medeniyetlerinin değerlerini her ne pahasına olursa olsun korumaya karar verip ceplerinde “umutlarından başka bir şey olmadan” Yunanistan'ı terk ettiler.

Böylece insanlık çok eski zamanlarda ikiye ayrıldı. Biri ışıkta yaşar, ama karanlığı da taşır diğeri ise karanlıkta yaşar, ama ışığı da taşır. Her biri kendi yolunda ve kendi ritmine göre ilerledi. Fakat Empedocles’in Dostları, insanların kavgalarına karışmadan ya da aptal inançlarından rahatsızlık duymadan ilerledi. Bu ilerleme, sadece tüm bilgi alanlarında değil, aynı zamanda kendini gerçekleştirme ve mutluluğa ulaşmada da gerçekleşti. Yolculukları boyunca neden bizden kaçtıklarına ve neden daha önce ortaya çıkıp bize yardım etmeye çalışmadıklarına gelince bunun nedeni çok basit ve açık: Eğer onların bilgilerine daha önce sahip olsaydık, bizim kanlı kaprislerimiz, köklü nefretimiz ve ilkelliğimiz, bizi bu bilgileri kullanarak birbirimizi, yeryüzündeki tüm yaşamı ve uygarlığı yok etmeye iterdi de ondan.

Düşmanlarla ve dostlarla karşılaşma

Romanı okumak isteyenlerin hevesini kırmamak için insanlığın iki tarafı arasındaki bu muhteşem buluşmanın sonucunu ve nasıl bittiğini açıklamayacağım.

Ama şunu söyleyebilirim ki gelişmiş tıp bilgisi ve yüzen hastaneleri ile Empedocles’in Dostları’nın ortaya çıkışı, tüm dünyada önceliklerin ve değerlerin altüst olmasına neden oluyor.

Çünkü ‘hastalıkları iyileştirdiğimizde, yaşlılığı güçlendirdiğimizde ve ölümü yenebildiğimizde, hayatımızdaki hiçbir şey artık eskisi kadar önemli olmuyor.

Ne para, ne zaman, ne iş, ne sosyal hiyerarşiler, ne de güce dayalı ilişkiler. Bugün toplumlarımızı kontrol eden her şey, artık değersiz bir hale geliyor.

Maalouf'un bize romanı boyunca gönderdiği ana mesaj işte budur.

Empedocles’in Dostları grubunun üyelerinden biri olan Doktor Pozanias’ın dilinden ise bu mesaj şöyle veriliyor:

Bazı insanlar, akılları tabulara ve önyargılara takılmadan ve cehaleti yenmekten başka bir meşguliyetleri olmadan kendi yollarını izlediklerinde, diğerlerinden daha hızlı ilerleyebilir ve kendilerini çok ileride bulabilirler.

Bu yüzden yazarın insanlığımız ile her konuda bizden bir adım önde olan ‘beklenmedik kardeşlerimiz’ arasında hayal ettiği efsanevi karşılaşmada hiçbir tezatlık yok. Aksine, bizi bugün nerede olduğumuzu gözden geçirmemize, bizi neyin yanlış yola ittiğini düşünmemize ve çok geç olmadan rotamızı nasıl düzeltebileceğimizi bulmaya teşvik etmek hoş bir girişimdir. Bu, ‘Le Rocher de Tanios’un (Tanios Kayası) yazarının sarsılmaz iyimserliğini yansıtan bir buluşmadır. Yazar, medeniyetlerimizin ‘Boğulan Medeniyetler’ olmasından kaçınmamız için şimdi bu buluşma gibi bir mucizeye ihtiyacımız olduğu gerçeğini acı bir şekilde yüzümüze vurmaktadır.

Kısacası, bu özellikleri ‘Beklenmeyen Kardeşler’i Maalouf'un önceki romanlarından daha önemli kılabilir. Beklenmeyen Kardeşler, sürükleyici anlatımıyla, verdiği derslerle, dünyamızın bugünkü durumuna dair yansımalarıyla, metnin olayların içindeki birinci ağızdan aktarılmasıyla, içerdiği gerilim öğelerinin ustaca kullanılmasıyla ortaya çıkan canlılığıyla, bizi ender bir hafiflikle son sayfasına taşımasıyla ve yazarın okuyucuda daha fazla okuma hissi uyandıran o eşsiz üslubuyla kesinlikle önemli ve büyüleyici bir roman.