İYİ Parti lideri Meral Akşener, partisinin grup toplantısında konuştu

Akşener'in açıklamalarından satır başları şöyle:

Çok ilginç günlerden geçiyoruz… Bugünlerde Ak Parti’nin üst düzey kadroları, milletimize tepeden bakan o çirkin tavırlarını, insanımızı sürekli kutuplaştıran o kirli zihniyetlerini, teker teker dışa vurmaya devam ediyorlar.

Bir Ak Parti milletvekili, üstelik de, kadın bir milletvekili, çıktı, Ak Parti’ye göre onurlu kadının tarifini yaptı. Tacize, tecavüze, utanmazlığa maruz kalan kadınlar için, utanmadan, “Onurlu kadın bir sene beklemez, ertesi gün şikayet eder.” dedi.

Yani bu arkadaş diyor ki; “Tacize, tecavüze uğrayan kadın susuyorsa, susmak zorunda kalıyorsa, onursuzdur.”

“Aradan zaman geçtikten sonra konuşuyorsa, yine onursuzdur.”

Milletin vekili olduğunu iddia eden bir insanın sözlerine bakar mısınız? Bir iktidarın milletinden nasıl uzaklaştığına bakar mısınız? Şu utanmazlığa bakar mısınız Gerçekten ibretlik…

Bu arkadaşların siyaset anlayışında makbul olan liyakat değil, cehalet olduğundan, özellikle, bilmedikleri, anlamadıkları konularda, üst perdeden konuşmayı marifet sayıyorlar. Doğrusunu anlatmak da, mecburen bizlere düşüyor…

Cinsel tacize, tecavüze uğrayan kadınlar için, başvuru süresi mi var? 3 iş günü içinde şikayetçi olmayana, namussuz mu diyeceksiniz? Kadın haklarını içine sindiremeyen erkekler yetmedi, bir de seninle mi uğraşacağız? Zihniyetiniz batsın. İster bir gün sonra, ister 10 yıl sonra söylesin. Hakkını arayan her kadın onurludur.

"DAMADIN ABİSİNİN TV'SİNDE EŞİMİ ALDATTIĞIMA DAİR İMALI BİR İFTİRA ATILDI"

7 Haziran 2015'te damadın abisinin televizyonunda bana eşimi aldattığıma dair imalı bir iftira atıldı. Buna ben susmadım. Çok sert bir tavır, tutum aldım, anında konuştum. Bana göre gökkubbeyi aşağı indirmeye çalıştım. Dördüncü gün sayın Erdoğan beni aradı. Bu arada herkes sustu. O zaman neyi gördüm, arkadaşlarımız çok üzüldüler ama kadındır rencide olur mu diye sustular, benim arkadaşlarım öyle sustu, diğerleri ise "ya doğruysa" diye sustular. Dördüncü gün Sayın Erdoğan beni aradı. Ondan sonra Ak Parti'nin içinden insanlar beni aradılar.

"MİLLETİNE BELA OKUYAN SİYASETÇİ"

Değerli milletvekilleri; Aynı zihniyetin çok acı bir başka yansımasına da, bir Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı’nın, akıl almaz sözleriyle şahit olduk. Bu yönetici çıktı, bu ülkenin 6 milyon vatandaşına “Allah belanızı versin.” dedi. Milletine bela okuyan bir siyasetçi. Bu Türk siyasi tarihinde bir ilk. Bu Türk siyasi tarihinde utançla hatırlanacak bir terbiyesizlik. “Nereden nereye geldi Türkiye”, değil mi? Dün kendinden olmayana terörist diyen bu zihniyet, Bugün, işi iyice abartıp, kendine oy vermeyene bela okur hale geldi. 

Yazıklar olsun.

İşin en acısı da ne biliyor musunuz?

Bu şımarık, bu şuursuz davranışlarla, bölücü teröre hizmet ettiklerinin farkında bile değiller.

Terör örgütünün yöneticileri, şu an sırıtarak el ovuşturuyorlardır.

Düşünsenize, hükümetten biri çıkıp dünyaya, “pkk’nın 6 milyon destekçisi var.” diyor.

İşte size Ak Parti’nin devlet yönetimi anlayışı…

İşte size Ak Parti yöneticilerinin gerçek yüzü.

Çıktığım her televizyon programında, her konuşmamda defalarca söyledim.

Bu memleketin hiçbir vatandaşı, herhangi bir partinin kulu, kölesi, marabası değildir.

Oy vermek bir vatandaşlık hakkıdır, ve kimse, oy verdiği partinin politikalarından sorumlu değildir.

Seçim olur, milletimiz önündeki seçeneklerden birine oyunu verir.

Ama sırf vatandaşlık hakkını kullandı diye, kimseye suçlu muamelesi yapamazsınız.

Böyle devlet yönetilmez.

Buradan, başta Sayın Erdoğan’ı ve partisinin yöneticilerini,

ciddiyete ve sorumluluklarının farkına varmaya çağırıyorum.

Evet, işler sizin için kötüye gidiyor, biliyoruz.

Evet, ateş bacayı sarmış, panik halindesiniz, görüyoruz.

Evet, Titanik batıyor, farkındayız.

Ama ne olursa olsun, böyle çıkışlar yapamazsınız.

Sırf gündem yaratmak için, bu memleketin toplumsal dokusuna böyle zarar veremezsiniz.

Böyle azgınlık, böyle izansızlık olmaz.

Kendinize gelin.

O densiz genel başkan yardımcısını da hemen görevden alın,

partinizde mümkünse insan görmeyeceği, eline mikrofon verilmeyeceği bir yere koyun.

Değerli milletvekilleri;

Bu Cumhuriyet kolay kurulmadı.

Ödenen bedelleri hatırladıkça, saygı duymak için o kadar çok nedenimiz var ki…

Bu vesileyle, başta, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere,

Cumhuriyete giden yolun taşlarını döşeyen kahramanlarımızı,

bir kez daha, saygı, rahmet ve minnetle anıyorum.

Cumhuriyetimiz, bütün kurumlarıyla, her bir vatandaşıyla, çok büyük bir hazinedir.

Ve bu hazinenin kıymetini bilmek de, öyle lafla olmaz.

Sahip çıkacaksın.

Değerlerine, varlıklarına, kaynaklarına sahip çıkacaksın.

Toprağına, bayrağına, insanına sahip çıkacaksın.

Hukukuna, demokrasisine, kurumlarına sahip çıkacaksın.

Askerine, polisine, öğretmenine sahip çıkacaksın.

Çiftçisine, esnafına, memuruna sahip çıkacaksın.

Emeklisine, çalışanına, işsizine sahip çıkacaksın.

Kadınına, gencine, çocuğuna sahip çıkacaksın.

İşte o nedenle, ülkeyi yönetenler,

100 yıl önce, yedi düvelin işgali altındaki bir yurtta,

bugün her makama ulaşabiliyor, her imkandan dilediğince faydalanabiliyorsa,

bunu sağlayan Cumhuriyet’le ve onun değerleriyle kavga etmeyecek.

Aksine, minnetle sahip çıkacak.

Mesela, ikinci Cumhuriyet hayallerine kapılmayacak.

Mesela, kurucu lideriyle kavga etmeyecek, ona hakaret etmeyecek, ettirmeyecek.

Sırf geçmişe çamur atmak için, “100 yıllık reklam arası” demeyecek,

100 yıl öncesini düşünüp, “Allah bizden önce memleket için çivi çakandan razı olsun.” diyecek.

Aziz milletim;

Böylesine zahmetli bir tarihin eseri olan Cumhuriyeti yönetmek,

tarih bilgisinin yanında, ciddi bir devlet aklı ister.

Devlet aklına sahip olmak için de, önce devletin ne olup, ne olmadığını bilmek gerekir.

Ne var ki, Sayın Erdoğan ve yıldızlar karması ekibinde bunu maalesef göremiyoruz.

Biliyorsunuz, Gara’daki, 16 şehit verdiğimiz kahreden olayın ardından,

milletimizin gerçekleri bilme hakkı olduğunu dile getirmiştik.

Milletimizin bu hakkını hatırlatınca, devlet ciddiyetiyle gereğini yapmak yerine,

Sözlerimizi devlete yapılmış bir saldırı olarak lanse ettiler.

Talebin muhatabı ülkeyi yöneten hükümetti.

Oysa onlar, muhatabı devlet saydılar.

Çünkü kendilerini devlet sanıyorlar.

Bakın, bu vesileyle önemli bir gerçeğin altını çizeyim;

AK Parti ve matruşka gibi iç içe geçtikleri çeşitli boyutlardaki ortakları, devlet değildir.

Devlet kanundur, devlet kurumdur.

Siyasetçiler gelir geçer, Türk Devleti, Ebed Müddettir.

O nedenle,

Her geçen gün eriyen partilerinin, seçim kazanma stratejilerine devlet politikası denmez.

Çünkü, partizanlıkla devlet, tamamen farklı şeylerdir.

Devletin yasaları vardır.

Bu yasalara uyduğunuz sürece, hükümet olarak, ancak devletin bir organı olursunuz.

Hükümet olarak eylemlerinizi, sözlerinizi yasa yerine koyamazsınız.

Parti trolü gibi hareket eden atanmışlarınızın, abuk sabuk sözlerini,

devlet aklı diye satmaya çalışamazsınız.

Uyguladığınız her saçma sapan politikayı da, “devlet politikası olarak” meşrulaştıramazsınız.

Yönetenlerin beceriksiz olması, devleti beceriksiz yapmaz.

Yönetenlerin ciddiyetsiz olması, devleti ciddiyetsiz yapmaz.

Yönetenleri kötü oluşu, devleti kötü yapmaz.

Kurumların parti organı gibi davranması, devleti Ak Partili yapmaz.

Makbul vatandaş olabilmenin tek şartının, Ak Parti’yi desteklemek sanılması,

Devletin değil, iktidardaki partinin ne kadar sorunlu olduğuna,

Ve devleti ne derece tahrip ettiğini gösterir.

Bu kadar basit.

Dava arkadaşlarım;

İşte o nedenle, ibretle görüyoruz ki;

Sayın Erdoğan’ın öncülüğünde Türkiye, maalesef büyük bir yönetim krizi yaşıyor.

Sözün özü, Ak Parti iktidarı Türkiye’yi yönetemiyor.

Hep söylüyorum;

Türkiye’nin kaynakları var.

İmkanları var.

Zengin, güçlü ve mutlu bir ülke olmak için çok büyük bir potansiyeli var.

Ama doğru yönetilirse…

Doğru yönetim, Sayın Erdoğan’ın sınıfta kaldığı birçok konunun yanında,

aynı zamanda ülkemizin kaynaklarının, nasıl ve kim için harcandığıyla ilgilidir.

Bakın, ilk günden bu yana ısrarla takip ettiğimiz, her fırsatta gündeme getirdiğimiz bir konu var:

“İşsizlik bu kadar artarken, esnafımız siftah yapamaz halde, kapısına kilit vururken,

çalışanlarımız ve emeklilerimiz enflasyona ezdirilirken,

Türkiye’yi o beş müteahhidinize mahkum etmeyin.” diyoruz.

“Yolcu garantileriyle milletin hazinesini yağmalatmayın.” diyoruz.

“Millete, dövizini liraya çevir derken, o beş müteahhite dövizle ödeme yapmayın,

sözleşmeleri gözden geçirin.” diyoruz.

Ama onlar ne yapıyor?

Türk milletinin hazinesinden milyarlarca lirayı,

gözlerini kırpmadan, eşe dosta yandaşa dağıtıyorlar.

Millete hepi topu, “53 milyar lira destek olduk” diye övünürken,

o beş müteahhide bunun kat kat üstünde garanti parası ödüyorlar.

Nihayet geçtiğimiz hafta, iktidar, pandemiyle daha da artan ekonomik krizin farkına varabildi.

Farkına vardı varmasına da, bilin bakalım ne yaptı?

Kendi esnafının feryadını duymayıp,

“Japon esnaf zorda” diye haber yapan bu zihniyetin patronu,

düşündü taşındı, geliri azalan müteahhidinin yardımına koştu.

Havalimanlarını işleten şirketlerin,

2020 yılı içinde düzenlenen, ve vadesi 31 Ocak'a ötelenen faturalarının iptaline karar verdi.

2021-2022 dönemine ait kira bedellerinin de,

2 yıl boyunca, yüzde 50 indirimli uygulanmasına karar verdi.

Mesela, yıllık 1 milyon 300 bin yolcu garantisi verdiği havaalanını,

sadece 7 bin 235 yolcu kullanınca, milletin kesesinden 60 milyon lira ödeyen iktidar,

bununla da yetinmeyip, fatura iptal edip, kirada indirim yaptı.

Beş bin lira, 10 bin lira, kira ödeyen esnafımıza, 750 lira kira yardımı yapan iktidar,

bu kararla, o beş müteahhidine milyarlarca liralık kıyak yaptı.

Yine milletini duymadı, yine esnafını görmedi, yine işsiz insanlarını düşünmedi…

Sayın Erdoğan;

Millete gelince, cebinde akrep var.

Müteahhidine gelince, “Buyur dükkan senin” diyorsun.

Devletin, o beş müteahhitten alacağı milyarlarca liralık kiradan vazgeçiyorsun,

Ama utanmadan yokluk çeken milletimin kafasına çay atıyorsun.

Ayıptır, yazıktır, günahtır.

Seni o makamlara getiren, o kodamanlar değil, millettir millet.

Senin artık milletimize verecek bir şeyin kalmadı.

Bunu kabullen artık.

İktidar olmayı, partinin ve şahsi iktidarının, ömrünü uzatmak zanneder oldun.

Oysa bir iktidarın amacı, partisinin ve şahsının iktidar ömrünü uzatmak değil,

kendisine her türlü makamı, her türlü imkanı veren milletine, hizmet etmek olmalıdır.

Saraya kapanmış, milletine yabancılaşmış bir siyasetin, sonu gelmiş demektir.

Siyaset tarihi, millet komşusuna gidemezken, “Ay’a gidiyoruz” diyen,

hayal tüccarlarının, hazin sonlarıyla doludur.

Algı karın doyurmuyor Sayın Erdoğan.

Siyaset iletişimiyle ay sonu gelmiyor.

Yapay gündemler faturaları ödemiyor.

Karar mercii millettir.

Karar mercii, yalnızca millettir.

Ve sen bu kafayla gitmeye devam edersen,

bu cefakar millet, seni sandıkta Ay’a değil, eve gönderecek haberin olsun.

Değerli milletvekilleri;

Türkiye’yi yönetenlerin işi, yarım akıllarıyla, ülkemizin potansiyeli önünde engel olmak değil,

her bir vatandaşının işiyle, gücüyle, sorunlarıyla ilgilenmek, çözüm bulmaktır.

Ülkemizdeki dezavantajlı gruplar içinse, sorunlar maalesef daha da büyük.

Mesela engelli vatandaşlarımız, iş fırsatlarından, kent mimarisine kadar birçok alanda sorun yaşıyorlar.

Bakın, Türkiye’de görme engelli, ortopedik engelli, işitme engelli milyonlarca vatandaşımız yaşıyor.

Resmi kayıtlara göre 2 buçuk milyon, bağımsız araştırmalara göre ise,

9 milyona yakın engelli vatandaşımız var.

Biz bu insanlarımıza engelli diyoruz.

Ancak biraz yakından bakınca, kendilerini dinleyince görüyoruz ki,

engelleri yaratan aslında idareciler.

Ülkemizin, şehirlerimizin, sokaklarımızın, hepimizin ortak yaşam alanı olduğunu unutuyoruz.

Aslında engel olan bizleriz.

Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’ne de imza atılmış, ama adım atılmamış.

Tanıdık geliyor mu?

Aynı İstanbul Sözleşmesi’nde olduğu gibi.

Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesine imza atıyorsan, bunun gereğini yapacaksın.

İmza attığın sözleşmenin, tek bir maddesini bile es geçmeden, gerekenleri harfiyen uygulayacaksın.

Devlet ciddiyeti, bunu gerektirir.

Maalesef hemen her alanda gördüğümüz ciddiyetsizliği, Engelli Hakları Sözleşmesi’nde de görüyoruz.

İşte o nedenle, bu hafta Milletin Kürsüsü’nde engelli bir kardeşimizi ağırlayacağız.

Engellerin yıkamadığı, yıldıramadığı, vazgeçiremediği Aysun Karaemir,

engelli vatandaşlarımızın sesini Türkiye’ye duyuracak.

Meclisin televizyonu, sesini kesmeye çalışsa da, o gür sesi herkes duyacak.