Daha seçim tarihi bile açıklanmadı. Ancak olası bir seçimin yapılabileceğine ilişkin sürecin bazı kişi ve kurumlarca telaffuz ediliyor olması bile bürokraside birilerinin ve saz arkadaşlarının yargılanma korkusunu tetikledi.

Şimdiden yargılanma paniğine kapılan birilerinin bulunduğu kurumlardan biri de herkesin malumu olduğu üzere MEB.

Yani eğitimin, iktidarın oyun alanına dönüştürülmesi, tarikat, cemaat, Diyanet vb. siyasal İslamcı kesimlere teslim edilmesi, hatta çocukların kobaylaştırılması pahasına bilumum işin yapıldığı; rant ve koltuk çetelerinin cirit attığı; Sayıştay Raporlarında yer alan onca tespite rağmen bunların “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışıyla yargıya taşınmadığı; bürokratlar hakkında, Cumhuriyet Savcılıklarından gelen “Soruşturma İzni” taleplerinin “Soruşturma İzni Verilmemesine” denilerek reddedildiği ve ilgili bürokratların korumaya alındığı Milli Eğitim Bakanlığı.

Peki; bu anlı şanlı MEB’de olup bitenler yalnızca yukarıda sayılan başlıklardan mı ibaret? Elbette değil. Aslında bunlar, “MEB” denildiğinde çerez sayılır. Daha cinsel taciz dosyaları, cinsel tacizcileri atayan sonra da taltif edilen ve haklarında idari soruşturma bile yapılmayan işinin ehli bürokratlar, kimisi basına yansımış, kimisi duyulmamış ihale yolsuzlukları, görevini kötüye kullanarak çıkar sağlama (yani ayan beyan adıyla rüşvet) vb. nice olay var üzerine gidilmesi ve yargının önüne konulması gereken. Aslında bunların birçoğu savcılıkların kendiliğinden harekete geçmesini gerektiriyor ama… “Ama”sı var işte…

Elbette “Hangi yargının? Mevcut yargının mı?” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız… Bunlar yerinde sorular. Ancak MEB bürokrasisinde yargılanma konusunda öyle bir korku var ki bugüne kadar mevzuat, yasa ve anayasaya rağmen ve bunlara karşı neler yaptılarsa, hangi usulsüz işlere bulaştılarsa artık, mevcut haliyle yerle yeksan edilmiş şu anki yargının ve yargı mensuplarının karşısına çıkmaktan bile korkuyorlar.

Ve Savcılıklardan gelen “Soruşturma İzni” talepleri karşısında, Teftiş Kurulunun mahir müfettişlerince hazırlanan ve “Soruşturma İzninin Verilmemesine” denilen dosyalarla koruma kalkanının ardına alınıp yargılanmaktan kurtuluyorlar ya da kurtarılıyorlar. İşin en ilginç ve süreci taçlandırıcı unsurlarından biri de “Soruşturma İzni” talep eden savcıların, “Soruşturma İzni Verilmemesine” denilen taleplerinin peşinden gitmemesi… Tabiri caizse “nerede trak orada bırak” sözünü düstur bellemeleri… Peki; nereye kadar?

İşte Son Örnek

Geçtiğimiz günlerde MEB’de yaşanan bir olay  “Peki; nereye kadar?” sorusuna, hak hukuk bilen bazı bürokratlara “İşte buraya kadar” dedirtti. Ancak, yine o bürokratların aktardığına göre; içlerinde ‘bakan’ yardımcısı Nazif Yılmaz’ın ve Personel Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Cabbar Aksoy’un da olduğu bazı mahir MEB bürokratları da o panikle, tabiri caizse “Bizans’ta oyun biter bizde bitmez” dercesine yeni ‘oyun’lara girişti. Hem de yargı kararına, yasaya ve daha da önemlisi Anayasa hükmüne rağmen…

Peki; ne olmuştu ve ne yaptılar? O halde kısaca anlatalım: Takip edenler ve okuyanlar anımsayacaktır. Bu cümleden de anlaşılabileceği gibi, okumakta olduğunuz satırlar bir fikri takip yazısına aittir. Ve bu yazının öncesinde konuya ilişkin iki yazı vardı. Birincisi “MEB Başsavcılığa Neden Soruşturma İzni Vermedi?”1, ikincisi ise “Danıştay MEB’in Bürokrat Zırhında Delik Açabilir Mi?”2 başlığını taşıyan.

Her iki yazıda da ayrıntılı olarak yazıldığı gibi, içlerinde bir daire başkanı ve şube müdürlerinin de bulunduğu yedi bürokrat hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı “Soruşturma İzni” istiyordu. Suç, kısaca “görevi kötüye kullanma” olarak belirtilse de içeriğinde çıkar sağlama, yani bilinen adıyla rüşvet dâhil birçok suç sayılıyordu. MEB Teftiş Kurulu müfettişlerinin hazırladığı ve “çıkar sağlama” iddialarına rağmen ilgililerin resmi mal varlıklarına ilişkin bile zerre bir inceleme ve sorunun yer almadığı soruşturma, dönemin ‘bakan’ı Ziya Selçuk tarafından imzalanıp karara dönüştürülüyor ve “Soruşturma İzninin Verilmemesine” hükmediliyordu. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen bu belgeyle birlikte soruşturma duruyor ve bürokratlar derin bir nefes alıyordu.

Ancak “Danıştay MEB’in Bürokrat Zırhında Bir Delik Açabilir Mi?” başlıklı yazıda anlatıldığı gibi, müşteki şikâyetinin peşini bırakmıyor ve “Soruşturma İzninin Verilmemesine” itiraz ederek dosyayı Ankara İdare Mahkemelerine taşıyordu. Dosyayı inceleyen İdare Mahkemesi ise konunun ve sorunun ciddiyeti ve önemine binaen işi Danıştay’a havale ediyor, onun değerlendirip karar vermesi gerektiğini belirtiyordu. Ve artık Danıştay kararı bekleniyordu.

Buraya kadar süreç olağan akışında ilerlerken ve Danıştay kararına sayılı günler kalmışken, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı kendi açtığı ve “Soruşturma İzni” istediği dosyanın takipçisi olması ve en azından kararı beklemesi gerekirken başka bir şey yapıyor ve ilginç bir biçimde Danıştay’ın geçmiş yıllardaki bir kararına atıfla elindeki dosyayı kapatmaya karar veriyordu. Peki; ya Danıştay kararı?

Beklenen Karar: “İtirazın Kabulü”ne

Danıştay, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının elindeki soruşturma dosyasını kapatmasından kısa bir süre sonra, MEB’in o zamanki ‘bakan’ı Ziya Selçuk tarafından imzalanan “Soruşturma İzninin Verilmemesine” yapılan itirazı, 2021 yılı sonunda kabul ediyordu.

Yani o andan itibaren MEB Teftiş Kurulu müfettişlerince hazırlanan ve Ziya Selçuk tarafından da onaylanıp Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebini reddeden “Soruşturma İzni Verilmemesine” diyen kararını geçersiz kılıyor ve yeniden adli soruşturma yolunu açıyordu. Artık yapılması gereken belliydi ve iş savcılığındı. Hem 4483 sayılı kanunun 11. maddesine,  hem de Anayasanın 129. maddesine göre dosyanın savcılığın önüne konulması gerekiyordu. Bu görev de MEB’indi.

Ancak, “paniklediler” diyen bakanlık kaynaklarının aktardığına göre, Danıştay’ın kararını alan ilgili MEB bürokratları o panikle yasanın ve Anayasanın gereğini yapıp dosyayı savcılığa teslim etmek yerine başka işlere girişiyorlar. Çoktan kapanmış ve sonuç raporu Ziya Selçuk tarafından atılan imzayla bağıtlanmış olan soruşturma dosyasını ilgi tutup söz konusu bürokrat ve memurlar hakkında yeni bir “Soruşturma İzninin Verilmemesine” belgesi tanzim ediyorlar. Bunu yapan birim MEB Personel Genel Müdürlüğü ve yapanlarsa elbette onun mahir bürokratları…

Bu yeni tanzim edilmiş ya da imal edilmiş “Soruşturma İzninin Verilmemesine” denilen belgeyi imzalayan ise “Türkçe öldü” demesine rağmen kariyer basamaklarını çıkan MEB ‘bakan’ yardımcısı Nazif Yılmaz’dı. Nazif Yılmaz tarafından imzalanan bu belgeyi “yeniden verilen karar” diye niteleyip “bakan adına”, yani Mahmut Özer adına imzalayan kişiyse MEB Personel Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Cabbar Aksoy.

Ziya Selçuk’tan sonra bu kez de Nazif Yılmaz imzasıyla “Yeniden verilen karar” sonucu haklarında “Soruşturma İzninin Verilmemesine” hükmedilen ve hem Danıştay kararı hem de yasa ve Anayasa gereği yapılması gereken apaçık ortadayken adli soruşturmadan korunmak istenenlerse Aykut Bal,  Hüseyin Çakmakyurdu, Bekir Erdoğan, Gökhan Karaca, Serkan Koçak, Kadir Kaplan ve Beyhan Atasoy’du.

“MEB Hallaç Pamuğu Gibi Atılır”

Peki; “Türkçe öldü” diyecek kadar pervasızlaşan ‘bakan’ yardımcısı Nazif Yılmaz, Daire Başkanı Cabbar Aksoy, başında Metin Çakır’ın bulunduğu Teftiş Kurulunun ilgili birimleri ve Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü yapılan bu işlemin 4483 sayılı kanuna ve Anayasaya aykırı olduğunu bilmiyor olabilirler miydi? Böyle bir şey mümkün olabilir miydi?

Bakanlık kaynakları, bu soruları “Elbette mümkün değil” diye yanıtlayarak devam ediyorlar ve “O konuma gelmiş olan birileri bunu bilir. Zaten bilmemek de mazeret değildir” diyorlardı. O halde bile bile neden yasanın ve Anayasanın hükmüne karşın bu yollara başvuruyorlar, “yeniden verilen karar” diyerek ikinci bir belge tanzim ederek “Soruşturma İzninin Verilmemesine” diyorlardı?

Sorunun yanıtı yine aynı kaynaklardan geliyordu. Ve diyorlardı ki “Personel Genel Müdürlüğünün adı geçen personellerine ilişkin bu adli soruşturma süreci çok önemlidir. Eğer adına layık, mal varlıklarına kadar giden kapsamlı bir soruşturma yapılır ve yargılamaya dönüşürse hem onların hem de Personel Genel Müdürlüğünün bugüne kadar yaptığı iş ve işlemlerden Milli Eğitim Bakanlığının, başta Teftiş Kurulu Başkanlığı olmak üzere, onunla ilgili tüm birimlerine kadar her şey hallaç pamuğu gibi atılır. Gelmiş ve geçmiş tüm genel müdürler ve bu işlere karışan daire başkanları, vb bunun altında kalır. İşte bundan dolayı “Soruşturma İzninin Verilmemesi” için aynı konuda yeni bir resmi belge tanzim etmekten bile çekinmiyorlar. Sizin anlayacağınız iş çok büyük…”

İşte MEB bürokrasisinde başlayan yargılanma korkusunun nedeni ve bu panikle ardı ardına yapılan işlerden birkaç örnek. Peki; nereye kadar? Seçime ve iktidarın değişimine de sayılı günler varken bu yan yollara sapmak ya da bir yengeç misali yandan yandan altılı masa partilerine yanaşıp yakaya rozet takmak, kırıntı bilgiler vermek kurtarır mı birilerini?

Benden söylemesi, geçin bunları… Bir an önce samimi itiraflara başlayın! “Aldatıldık” deyin! Ve anlatın olup biteni… Belki bir inanan çıkar da yaptıklarınız yanınıza kâr kalır! Peki; ya bu sürecin mağdurları? Onlar affeder mi sizleri? Hayırlı işler efendim…

* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”,  “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Güncel ve Düşünsel; http://atalaygirgin.blogspot.com

 
1 ”Kıyak ve Yasak ya da “MEB Başsavcılığa Neden Soruşturma İzni Vermedi?” başlıklı yazı: https://atalaygirgin.blogspot.com/2021/08/mebde-kyak-ve-yasak.html
2 “Danıştay MEB’in Bürokrat Zırhında Delik Açabilir Mi?” başlıklı yazı: https://atalaygirgin.blogspot.com/2021/11/danstay-mebin-burokrat-zrhnda-delik.html