Milli Eğitim Bakanlığı bürokrasisinin bitmek bilmeyen iki “özel aşkı” vardır. Ve her ikisi de asli işinin eğitim olduğu söylenen bir kurum için güvenilmezliğin ve şaibenin alamet-i farikasıdır. Hele de ‘Bakan’ından teferruatına dek ağzını açan her yöneticisinin ahlâktan, dinden, etikten, milli ve manevi değerlerden, erdemden dem vurduğu bir kurum için…

Bir eğitim kurumu için her biri birbirinden önemli ve vahim olan, bu ibretlik iki “özel aşk”ın birinden başlayalım.

Önce “Özel Hesaplar”…

“Özel Hesap”ların “Özel”i Var

Bunlardan ilki, “Sayıştay Raporları”nda da defalarca belirtilen MEB bütçesiyle ilişkilendirilmeksizin, bütçe ve muhasebe sisteminin dışında ve özel bankalarda açılan ve kimlerin adına olduğu gibi, sayısına ve büyüklüklerine de bir türlü erişilemeyen, belirlenemeyen “özel hesap”lardır. Buralarda neler olup bittiği Sayıştay denetimleri sırasında bile denetçiler tarafından tespit edilememektedir.

Ancak bu “özel hesap”lar arasında daha da “özel” başka hesaplar da vardır. Bunlar da döviz cinsi olanlardır. Ve kaynağı uluslararası kuruluşlardır.

Çocukların eğitim-öğretimi için, proje bazında ve hibe olarak gelen bu dövizler, yine MEB bütçesi ve muhasebe sisteminin dışında tutulmakta, zorunlu olmadıkça muhasebe sistemine dâhil edilmemektedir. Acaba neden? Sayıştay denetçileri okuduklarını anlayamadıkları için mi? Yoksa MEB yöneticileri ilgili belgeleri Sayıştay denetçilerine vermedikleri ya da onlardan sakladıkları için mi?

Sayıştay Raporlarında yazılanlara göre, bu döviz cinsi paraların, yasa gereği, Merkez Bankası’nın muhabir bankası olan Ziraat Bankası’ndaki hesaplara yatırılması gerekmektedir. Yani buna ilişkin TBMM onaylı bir yasa vardır. Buna rağmen, mahir MEB bürokratları, “Kim takar TBMM’yi? Kim takar yasayı masayı?” dercesine, bu dövizleri kimin adına açıldığı, sayısının ve büyüklerinin ne olduğu tespit edilemeyen özel bankalardaki “vadeli özel hesap”lara yatırırlar. Yani bir de faiz alırlar. Ancak bu “özel hesap”lar gibi o hesaplardan alınan faizin başına neler gelip gelmediği de tespit edilemez.

Hatta bu dövizlerle diledikleri gibi oynar bazıları. Bu oyunculardan biri öyle bir şey yapar ki MEB, gizlenemeyecek denli zarara uğratılır. Ama yine de bunu yapan bürokratı Bakanlık değil, Sayıştay tespit eder. Sayıştay bu durumu tespit edinceye dek kimse oralı bile olmaz. Peki; Sayıştay tespit edince ne olur? İlgili kişi hakkında, mecburen bir soruşturma açılır ve parayı geri ödemesine karar verilerek dosya kapatılır. Peki; bu bürokrata bir şey olur mu? Yoksa Bakanlıkta görevine devam mı eder? Yanıt sizindir efendim…

Anlaşılan odur ki başta Avrupa Birliği (AB) olmak üzere uluslararası kuruluşlardan hibe yoluyla gelen döviz kaynakları kesilmediği sürece MEB bürokrasisindeki bu “özel aşk” bitmek bilmeyecektir. (Hatta buna ilişkin “Soru Önergeleri” geldiğinde, gerektiğinde TBMM’ye bile ya yalan söylenecek ya da dağlara taşlara yanıtlar verilecektir. Ama hiçbiri sorulan sorulara yanıt vasfı bile taşımayan… İşte bu konuda iki yazı: “MEB’in 640 Milyon Euro’su Nerede?”1 ve “Ziya Selçuk’tan 640 Milyon Euro’luk Muhteşem Cevap”2 )

Elbette ihale yolsuzluklarını, konumunu, statüsünü ya da makamını kullanarak çıkar sağlamayı, vb rant işlerini saymıyorum. Onlar basına ve yargıya yansıyan ve yansımayan örnekleriyle, geçmişten günümüze Allah’ın emri… Boşuna Allah gönülleri çevirendir denmemiştir ya… Kimininkini dilediği kişiden bir başka kişiye çevirir, kimininkini de dilediği bambaşka yerlere ve işlere…  Kimini harama yöneltir, kimini helale… Ne de olsa her şeye kadir olan, fiyatları bile belirleyen Allah’dır!

“Özel Aşk”ların İkincisi

MEB bürokrasindeki “Özel Aşk”ların ikincisi en az ilki kadar önemli hatta, bir eğitim kurumu için ondan daha da vahimdir. ‘Bakan’ından en alt kademede göreve yeni başlamış öğretmenine kadar utanmayı gerektirecek kadar vahim bir “Özel Aşk”ıdır bu… Elbette utanmayı unutmamışlar için…

 Eğitimle ilgili olan herkesin malumu olduğu üzere; MEB, eğitimin, özellikle de resmi-devlet okullarındaki eğitimin içeriğinden personeline dek her şeyini belirleyen bir kurumdur. En azından kâğıt üzerinde ve yasalar, mevzuatlar gereği bu böyledir.

Yani okullardaki yöneticilerden öğretmenlere dek MEB tarafından seçilir, görevlendirilir. Bunların denetimini, inceleme-soruşturma işlerini yapan da MEB’dir. Keza hangi derslerin okutulacağından bu derslerin müfredat ve içeriğine dek belirleyen de MEB’dir. Hatta hiçbir yeterliliği olmayan, yıllar önce öğretmenlikten ayrılıp yıllar sonra öğretmenliğe dönmek istediğini söyleyen bir kişiyi, “Hoş geldiniz! Sizi özlemiştik” dercesine hemencecik ilçe milli eğitim müdürlüğü koltuğuna oturtan da aynı kurumdur. Cinsel tacizden ceza almış birilerini, “Aferin aslanım! Sen devam et!” dercesine müdürlüğe, idareciliğe atayan da MEB’dir.

“MEB’dir” dediğime bakmayın, tüm bunları yapanlar, ilgili birimlerdeki “şu” diye gösterilen bürokratlardır.  Velhasıl işte bu MEB yöneticileri ve bürokratları, okullarda, eğitimin içeriğinden personeline dek aslında kendilerinin tanzim ettiği eğitimin ne halde olduğunu, hangi okulda taciz eylemleri sübuta ermiş yöneticiler, öğretmenler bulunduğunu herkesten daha iyi bilir. Elbette bunu bilenler yalnızca Bakanlıktaki yönetici ve bürokratlar değildir. Aynı zamanda İl ve İlçe Milli Eğitim yöneticileri de kendi bölgeleri itibariyle bunları iyi bilirler.

Pişirdikleri Yemeği Çocuklarına Yedirmeyenler

“Bilirler” de ne olur? Hiçbir şey olmaz, demeyin. Olur! Bu zevatın görevi eğitimin niteliğini herkes için yükseltmek olmasına rağmen, onların içinden birçoğu bunu yapmak yerine başka bir şey yapmayı tercih ederler. Peki; ne yaparlar?

Ve “Bingo”… Kendi çocuklarını, eğer en gözde okullardan biri değilse, devlet okullarına göndermemeyi seçerler. Pişirdikleri yemeğin yenmeyecek halde olduğunu bilenler onu çocuklarının önüne kor mu hiç? Onlar da çocuklarının elinden tuttukları gibi özel mi özel, dolayısıyla pahalı mı pahalı seçkin ve gözde özel okullardan birinin kapısını çalarlar. Çünkü kendi çocuklarını resmi devlet okullarına ve oralarda yapılan eğitime layık görmezler.

Peki; para öderler mi? Öderlerse gerçek ücretten mi öderler yoksa sembolik denilecek denli bir seviyeden mi? Eğer hiç ücret ödemezlerse bu neyin, hangi hizmetlerin karşılığı sağlanır? Eğer gerçek ücretten ödeme yaparlarsa, “Değirmenin suyu nereden gelir?” Bu soruların yanıtlarını bir “Allah bilir!” bir de bu özel okullara çocuklarını gönderen MEB yöneticileri ve bürokratları…

İşte başta MEB merkez teşkilatının birçok yöneticisi ve bürokratı olmak üzere, MEB taşra teşkilatlarındaki birçok İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne dek sirayet eden, hatta öğretmenler arasında bile yaygınlaşan ikinci “Özel aşk” budur. Yani özel okul aşkı… Çünkü onlar kendilerinin tepe yöneticisi oldukları, her türlü denetimini yaptıkları, resmi devlet okullarındaki eğitime de bu okullardaki öğretmenlere de güvenmezler. Bundan dolayı da çocuklarına kendi pişirdikleri “yemeği” yedirmezler. Ama televizyon ekranlarına çıktıklarında ya da basın mensuplarının karşısına geçtiklerinde birileri “Eğitimin geldiği yerden memnunum” der. Başka biri de “Eğitimin çok iyi yerlerde” olduğundan dem vurur. Peki; hakikat nedir? Hakikat hiçbirinin umurlarında bile değildir.

Peki; MEB merkez teşkilatı bürokrasisinden, MEB taşra teşkilatlarındaki İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yöneticilerine dek hal buyken, özel okul öğretmenlerinin sorunları çözülür mü? Bunlar kendi “Özel aşk”larının peşinden mi koşarlar, yoksa özel okul öğretmenlerinin sorunlarını çözmenin peşinde mi? Özel okul patronlarının yanında mı saf tutarlar, yoksa o özel okullarda asgari ücretin altında ve zor koşullarda çalıştırılan öğretmenlerin mi?

Karar sizindir efendim…

1 “MEB’in 640 Milyon Euro’su Nerede?” başlıklı yazı: https://atalaygirgin.blogspot.com/2020/11/mebin-640-milyon-eurosu-nerede.html
2 “Ziya Selçuk’tan 640 Milyon Euro’luk Muhteşem Cevap” başlıklı yazı: https://atalaygirgin.blogspot.com/2021/01/ziya-selcuktan-640-milyon-euroluk.html