MEB’in, şoförünü bile Bakanlıkta şube müdürü yapacak kadar eğitim gerçekliğinden kopmuş, artık halefini bekleyen ‘Bakan’ı Mahmut Özer, geçtiğimiz günlerde öyle bir söz söyledi ki bu kadar özensiz olmak züccaciye dükkanındaki file bile yakışmazdı.

Ancak sıfatı, statüsü Milli Eğitim ‘Bakan’ı olunca ve en basit etik değerleri bile gözetmeyince, “yakışmaz” denilen birçok söylem ve davranış yakışıveriyordu kişiye… Ve MEB’de müdür yapacak kadar önemsediği şoförüne gösterdiği özeni ‘öğretmen’lere göstermiyordu.  Sonuçta boru değil ya koskoca ‘Bakan’dı. Hem de eğitimden ‘sorumlu bir bakan’… Kim takardı etiği, metiği…

İşte bu MEB ‘Bakan’ı, gelen tepkiler üzerine, tabiri caizse tüm ‘öğretmen’lere “İşte siz busunuz! Biliyoruz, sizin niteliğiniz bu kadardır! Hiç merak etmeyin! Biz de sizin bu nitelik düzeyinize uygun sorular soracağız!” anlamına gelebilecek şekilde “Sınav kolay olacak!”, “kolay geçecek” dedi. ‘Öğretmen’lere bundan daha ağır ne söylenebilirdi ki…

‘Öğretmen’ler Alınmaz!

Ne var ki ‘öğretmen’lerin çoğunluğu bundan hiç alınmadılar. Birkaç ‘öğretmen’ ve eğitim sendikası yöneticisi ve bazı öğretmenler dışında kimseden “çıt” çıkmadı, Mahmut Özer’in bu sözüne karşı. Elbette ‘öğretmen’ camiasını bilenler için sürpriz değildi bu durum. Çünkü ‘öğretmen’ler buna alışkındı. Başlarına ilk kez gelmiyordu. Daha önceki yıllarda eser akıllı bazı aklı evvellerin söylediklerini ve bunlar karşısında ‘öğretmen’lerin suspus oluşlarını saymıyorum bile… Lakin ne gariptir ki daha ağır hakaretler karşısında suspus olan aynı ‘öğretmen’ güruhunun Onur Bulduk’u linç etmeye kalkışını da…

Ancak şunu anımsayın! 2018 yılında ‘Bakan’ sıfatıyla koltuğa oturtulan Ziya Selçuk, ‘2023 Eğitim Vizyonu’uyla1 ortaya çıkıp, “Siz busunuz” dercesine ‘öğretmen’lerin nitelik düzeyini yüzlerine vurmuştu. Eğitimin yıllardır bir enkaza dönüştürüldüğü ve yerlerde süründüğü herkesin malumuydu. Ancak Ziya Selçuk, kendisini koltuğa oturtanlara deruni şükranlarını sunmak ve saygıda kusur eylememek için var olan durumu “Nicel başarı hikâyesi” diye niteleyip hem onları aklamış hem de zevahiri kurtarmıştı. Eğitim enkazının faturasını onlara kesecek değildi ya… O da başkalarına kesti faturayı: ‘Öğretmen’lere… Peki; nasıl? İşte yanıtı…

Ziya Selçuk mealen söyle dedi, eğitimin mevcut hali için; bir toplumda eğitimin düzeyi öğretmenin düzeyi kadardır, onu aşamaz. Yani ‘öğretmen’in niteliği neyse eğitimin niteliği de en fazla onun niteliği kadardır, diyordu. Ve bir biçimde ve nazikçe “öğretmenin düzeyi, niteliği bu kadarken eğitimin düzeyi daha ne olsun ki” deyip faturayı ‘öğretmen’e kesiyordu.

‘Öğretmen’ler Bile ‘Öğretmen’e Güvenmez

Lakin malum ‘öğretmen’ kitlesi bunu bile algılamaktan yoksun olduğu için “Ziya hoca! Ziya hoca!” diye diye alkış tutmuş, onu bile yere göğe sığdıramamıştı. Kim bilir belki de çoğu hem kendi nitelik düzeyini ve okullarda verdikleri eğitim-öğretimin durumunu biliyorlardı hem de birlikte çalıştıkları diğer ‘öğretmen’lerin ve onlar tarafından yapılan eğitim-öğretimin…

Bundan dolayı olsa gerek ki yalnızca MEB’in merkez ve taşra teşkilatlarındaki birçok yönetici ve bürokrat, il ve ilçe milli eğitim yöneticisi değil, aynı zamanda özellikle son yıllarda birçok‘öğretmen’ de çocuklarını devlet okullarına ve oralarda görev yapan ‘öğretmen’lere teslim etmemeyi tercih ediyorlardı.

Bir başka deyişle, bazı ‘öğretmen’ler bile çocuklarını kendilerinin ya da meslektaşlarının eğitim-öğretim faaliyeti yürüttükleri okullara göndermiyor ve oradaki ‘öğretmen’lere güvenmiyorlardı. Lakin yeri geldiğinde, öğretmenlik ve öğretmen kavramının genelliğinin ardına sığınıp, ‘öğretmen’ popülizmi ve goygoyculuğu yapmaktan da geri durmuyorlardı.

İş bu hale gelmişken ilkelerden, etik ve ahlaki değerlerden, tutarlılıktan ve eğitim etiğinden söz etmek laf-ı güzaftan öte nasıl bir anlam taşıyabilirdi ki… Buna rağmen birçok ‘öğretmen’ son günlerde sosyal medya mecraları üzerinden gerçekleştirdikleri etkinliklerle tepkilerini sergilemeye başladılar. Peki; ne için ve neye karşı?

‘Öğretmen’ler Eylemde…

Başta Twitter olmak üzere, ‘öğretmen’lerin sosyal medya üzerinden gerçekleşen tepkileri ise genel olarak “Sınav İptal olsun”, “Sınav istemiyoruz!” odaklıydı. Ve kariyer sınavının iptal olmasını istiyorlardı.

Ancak bu sosyal medya etkinliklerinde bile ‘öğretmen’lerin bir kısmı “sınav olmasın”, “kariyer basamakları kaldırılsın”, “öğretmenler ayrıştırılmasın” derken, bunların birçoğu ne sınav istiyordu ne de kariyerden vazgeçiyordu. Ve on yılını dolduran her ‘öğretmen’ ‘uzman’; yirmi yılını dolduran her ‘öğretmen’ de ‘başöğretmen’ olsun, diyorlardı. Çünkü ‘uzman’ ya da ‘başöğretmen’ sıfatı, bir nitelik düzeyinin belirlenmesi ya da göstergesinden çok para demekti. Ve aslında uzun yıllardır memurlaştırılmış ‘öğretmen’ler de ne yazık ki ekonomik ve sosyal haklar kazanmak ve onları korumak için örgütlü bir mücadeleyi tercih etmek yerine, paraya kolayca ulaştıracak olan sıfatın, statünün peşindeydi.

Sıfatsa, ilinek insanın, düşünüş, söyleyiş ve eyleyişini belirleyen bilincine içselleşmiş ve onun ayrılmaz bir parçasına dönüşmüştü. Sıfat ve statü her şeydi ve gerisi teferruattı. Oysa bu durum herhangi bir insana yakışmadığı gibi, ÖĞRETMENe hiç mi hiç yakışmıyordu. Ancak günümüzün memurlaşan ya da memurlaştırılmış ‘öğretmen’inin ayrılmaz bir parçası olup çıkmıştı. Hele de “İtibardan tasarruf edilmez” anlayışının revaçta olduğu ve bunun da paraya endekslendiği son yıllarda itibar, itibarsızlaşma ve itibarsızlaştırılma yanılsamasına kapılmış olanlar için…

ÖĞRETMEN olanlar alınmasın ama günümüz eğitim camiasının çoğunluğunu oluşturan bu ‘öğretmen’, adının önüne gelen ya da gelebilecek bu sıfatları elde etmek ve ‘elde etmiş’ olduklarını da korumak için ne etik ve ahlaki değer tanır ne de ilke ve tutarlılık. Basit bir örnek; bu ‘öğretmen’lerin rüzgârgülü misali güç merkezi neresiyse oraya dönüşünü, gücü temsil eden sözde sendikalara ram eyleyişini, “gelene ağam gidene paşam” deyişini, vb tutum, davranış ve söylemlerini saymıyorum bile… Kariyer basamaklarından bir sıfat, bir statü alıp paraya ulaşmak adına önce sınava başvurup sonra da “sınav iptal olsun” diye yaygarayı basmaları bile yukarıdaki satırların alamet-i farikasıdır.

‘Bakan’ İşi Biliyor!

‘Öğretmen’lere, “Siz endişelenmeyin” dercesine “Sınav kolay olacak”, “kolay geçecek” diyen MEB’in ‘Bakan’ı, onların gazını almak için ve nabza göre şerbet vermek için başka şeyler de söylüyordu. Örneğin; sevinçli bir haber verircesine, “Öğretmenlerimiz müsterih olsunlar inşallah bu süreç çok suhuletli bir şekilde bitecek ve 2023'te çok büyük sayıda uzman öğretmen ve başöğretmenle Milli Eğitim Bakanlığı çok daha güçlü bir şekilde yoluna devam edecektir” diyordu.
Sabahtan akşama adlarının önüne ‘uzman öğretmen’ ya da ‘başöğretmen’ sıfatının eklenmesiyle, malum ‘öğretmen’ kitlesinin niteliği mi değişecekti ki “Milli Eğitim Bakanlığı çok daha güçlü bir şekilde yoluna devam edecek” olsun? Ya da sabah ‘öğretmen’ olan birilerinin akşama ‘uzman’ ya da ‘başöğretmen’ sıfatına bürünmesiyle birlikte MEB’in merkez ve taşra teşkilatlarındaki malum bazı yönetici ve bürokratları, hatta bazı ‘öğretmen’leri  çocuklarını özelden alıp devlet okullarına ve bu yeni sıfatlarına bürünmüş ‘öğretmen’lere mi teslim edecekti? Elbette hayır!
Lakin ne bu soruların önemi vardı ne yanıtlarının ne de eğitimin niteliğinde sabahtan akşama hiçbir şeyin değişmeyecek oluşunun… Sonuçta eğitime karşı zücaciye dükkanındanki filden bile daha özensiz olanlar, enkaza dönüşen eğitime bir fiske daha vurup onu moloz yığınına çevirmenin arifesindeydiler.
‘Bakan’ın bu sözlerini pekiştiren bir açıklama da MEB’den geldi. Müjde çiftleşiverdi. Bu açıklamaya göre, ‘uzman öğretmen’lik ve ‘başöğretmen’likte kontenjan sınırı olmayacaktı. Yani koşullara sahip olan her ‘öğretmen’, kontenjan sınırı olmaksızın bu sıfat ve statülere kavuşacaktı. Zaten sınav da ‘öğretmen’lerin nitelik düzeyi göz önüne alınarak kolay mı kolay olacaktı. Ve sonuçta sıfat ve statüleri değiştirilen aynı nitelik düzeyine sahip aynı ‘öğretmen’lerle eğitim daha da güçlenecek, nitelik düzeyi artıp arşa değecekti. Ama malum MEB bürokrat ve yöneticilerinin, dahası bazı ‘öğretmen’lerin çocuklarını özel okullardan alıp devlet okullarına ve oradaki ‘uzman’ ve ‘başöğretmen’lere teslim edeceği kadar da değil elbette… Çünkü onlar işin aslını biliyorlar ve boyanın rengini ya da semeri yenilemekle onun altındakinin değişmeyeceğini de biliyorlar.

Peki; siz ne olacağını sanmıştınız ki… İlke ve değerlerden uzak, etik ve ahlaki değerlerin gereğini yapmaktan nasibini almamış, “eğitim etiği”, “öğretme ve öğretmen etiği”ni salt aksesuar misali ağızlarında sakız olarak çiğneyenlere çocuklarınızı teslim ettiğiniz sürece daha ötesini ancak hayal edebilirsiniz. Ancak bu zerzevatlarla asla gerçekleştiremezsiniz.

Sözün özü: Yeni bir toplumsal inşa projesinin parçası olarak, “nasıl bir insan, nasıl bir toplum” sorularının ekseninde biçim ve içeriğinden personeline dek yeniden tasarlayıp kurmadığınız eğitim sistemi çözülen ve çürüyen bu düzeni yeniden üretip tahkim etmenin dışında hiçbir şeye kadir değildir.

Elbette karar sizindir! Çözülen ve çürüyen düzenin bataklığında boy vermek de çocuklarınızın o bataklıkta göz göre göre zehirlenip çürümesini seyretmek de sizin tercihinizdir. Bedeli hem bireysel hem de toplumsal olarak ödenen ve ödenecek bir tercih…

* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”,  “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Güncel ve Düşünsel; http://atalaygirgin.blogspot.com

1 “Ziya Selçuk Eğitimde Enkazın Faturasını Kimlere Çıkar(ama)dı?” başlıklı yazı: https://atalaygirgin.blogspot.com/2019/01/ziya-selcuk-egitimde-enkazn-faturasn.html