Eğriye eğri, doğruya doğru…

Baştan belirteyim ki ÖĞRETMENler alınmasın… Kendisini ÖĞRETMEN değil de ‘öğretmen’, hele hele Erdoğan’ın  ‘öğretmeni’ sayanlar ve ilan edenler ise ister alınsınlar, isterse alınmasınlar. İsterse buradan ötesini de okumasınlar. Yani keyifleri bilir.

                                                               ****

Malumdur ki ‘öğretmen’lerin “gündemi”, geç de olsa fark ettikleri “Kariyer basamakları sınavı”ydı. Hele de bu sınavın “Seminer dönemi”nde slaytlardan okunarak anlatılan ve hazırlanan pdf dosyalarındaki konulardan yapılacak olması daha da önemliydi. “Neden?” diye sormayın artık!  

Aslında sorunun asıl bam teli ve ikiyüzlülüğün ve riyakârlığın zirvesi de burasıydı ya… Şimdilik buraya girmeyelim ve MEB ‘Bakan’ı Mahmut Özer’in, ‘öğretmen’leri küçük düşürürcesine ve onların niteliklerini, yeterlilik düzeylerini yüzlerine vururcasına, sınav ve sorular seviyenize uygun bir biçimde kolay ve basit olacak minvalinde söylediği sözlerin bile ‘öğretmen’lerin infialini engellemeye yetmediğini belirtmekle yetinelim. Ve devam edelim.

İşte son anda da olsa ayakları suya eren bu ‘öğretmen’lerin bir kısmı, neredeyse can havliyle, sosyal medyada aynı tagla her biri ortalama en az 15-20’şer paylaşım yaparak, aynı tagı taşıyan tweetleri yüzlerce, hatta binlerce kez retweetleyerek rüzgâr estiriyorlardı. Sonra da kendilerini sosyal medya “gündemi”ne taşıyan sayıları paylaşıyorlardı. Elbette moral önemliydi. Ve elbette bu çabayı ve bunu iş edinişi küçümsemiyorum. Hatta ‘öğretmen’lerin buna umut bağlayışlarını da…

Lakin bu süreçte geldikleri ya da getirildikleri yerse “cumhurbaşkanı öğretmeniyle” ve “öğretmenler kabineyi bekliyor” noktasıydı. Yani bu ‘öğretmen’ler kimin ‘öğretmen’iymiş? Neyi bekliyorlarmış?

Elbette hal böyle olunca Erdoğan’ın ‘öğretmen’leri de lütfedilmiş koltuklarda, lütfedilmiş sıfatlarla oturan, istifa etme iradelerini bile ipoteğe verdikleri için azledilme ya da affedilme seçeneğine mahkûm sıfatzadelerden oluşan işte bu “kabineyi bekliyor”lardı. Aslında kendilerini ‘öğretmen’i ilan ettikleri Erdoğan’ı…

İnsan ÖĞRETMEN değil de ‘öğretmen’, hele hele de efendilerinin memur ‘öğretmen’i olunca toplumsal gerçekliği olabildiğince bütünsel düzeyde algılama, kavrama, eleştirel değerlendirme ve sonuç çıkarma yetisini de yitiriyor, birilerinin peşinde beklentiye giriveriyordu.

Beklentileri bir “müjde”ydi. Neylersiniz ki bir kısım ‘karga’yı kılavuz diye belleyenlerin ve onların peşinde koşturanların erişebileceği en değerli hazine fosseptik çukuruydu. O fosseptik zaten çoktan dolup taştığı için de beklentilerine ya da ‘hazine’ye erişmeleri hiç zor olmadı. Ve bu kez beklentiler ve ayaklar suya mı erdi, yoksa başka bir şeyin içine mi düştü, artık orasını siz bilirsiniz. Ama ‘öğretmen’ler, hele de birilerinin ‘öğretmen’leri için hiç fark etmez. Onlar o fosseptikte bile keramet bulurlar. Ne de olsa her şey takdiri ilahiydi ve her şey Allah’tandı.

Neyse… Bu “Kariyer basamakları sınavı iptal olsun ya da olmasın…” demiştim, daha önce… Lakin bir kısım ‘karga’ların ‘kılavuz’luğunun peşinde kendilerini “Erdoğan’ın öğretmeni” ilan edenlerin beklediği “sınav müjde”si geldi! Erdoğan, birilerinin yazıp promptera yüklediği satırları seslendirdi.

Daha önceleri “Fikri bir buhran içinde çırpınıyoruz” diyerek Erdoğan’ın ağzından ahvalini ilan ettiren hazreti prompter, bu kez de tabiri caizse başarılar dileği eşliğinde “Yallah sınava” diyordu ‘öğretmen’lere, “Yallah! yallah!”.

Sakın Erdoğan’a kızmayın! Adam ne yapsın ki hazreti promptera ne yazılıp yüklendiyse onu okudu. Ne yapsaydı yani… Hazreti promptera rağmen, bir avuç memur ‘öğretmen’ taifesi için yalan mı söyleseydi? Sakın ha! Sakın söylemeyin! Aklınıza geldiyse bile kovun aklınızdan! Erdoğan ‘öğretmen’leri için bile olsa asla yalan söylemez.  Prompterda ne yazıyorsa o… Kızacaksanız hazreti promptera kızın!

                                                                         ****

Sözün özü: Memurlaşan ve memurlaştırılmayı, düşünce, söylem ve davranışını belirleyen bir bilinç hali kılan malum ‘öğretmen’in makûs talihi budur. O, gücün ve güçlünün karşısında, “Etik, eğitim ve öğretmen etiği” bir yana, ahlaki değer bile tanımaksızın bir rüzgârgülü misali döner ha döner… İlineğin ilineği olmakta ve ilinekleşmekte sınır tanımaz.

Düzenin efendileri için kullanışlı ve her şeye elverişli siyasal ve ideolojik birer aparat olan bu ‘öğretmen’den eğitim ve öğrenci mutlaka kurtarılmalıdır. Ya da yol yakınken, bu ‘öğretmen’lerin en azından bir kısmı, hiçbir insana yakışmayan ilineklikten kurtulup, ÖĞRETMEN olmaya yönelmeli ve tez zamanda başarmalıdır. Aksi halde sonrası tufandır. Hem de tüm toplum için…

* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”,  “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Güncel ve Düşünsel; http://atalaygirgin.blogspot.com