Günümüz ‘eğitim’ ve ‘öğretmen’ sendikalarının kuruluş sürecinden bu yana geçen yakın geçmişini dikkate almak bile üzeri örtülen bir dizi gerçekliği, yadsınan hakikatleri, ısrarla söylenen ve sürdürülen yalanları gözler önüne serer.

Bunlardan biri, eğitim, siyaset ve öğretmenler ilişkisidir. Bir diğeri ise şu an var olan ‘sendika’ların ve ‘üye’lerinin, başlangıçtaki sendikalar ve üyelerle (bireyler olarak aynı kişiler olmamalarından söz etmiyorum) nitelik, duyarlılık, örgütlenme ve toplumsal sorumluluk bilinci; öğretmen özerkliğinin değerini bilme ve gereğini yapma düzeyi, vb açılardan aynı olmadıklarıdır.

Malumdur ki her şey değişiyor. Değişen her şeyle birlikte, şeylerin hakikati de değişiyor. Bu değişim ve değişen her şeye eğitim, ‘öğretmen’ ve bu alanda kurulup varlığını devam ettiren sendikalar da dâhildir.

Bugünü Anlamak İçin Biraz Tarih

Bugün, bir yandan “ÖMK ve Kariyer Basamakları Sınavı”yla cebelleşen; diğer yandan “GEÇİNEMİYORUZ” diyerek, sesini ‘sendika’cı(k)lara ve malum yetkili/yetkisiz iktidar cenahına duyurmaya çalışan; bunları yaparken de eğitimin, öğretmenlerin ve sorunlarının siyasetle ilgili olmadığı yanılsamasını yaşayan ve söyleyen memur ‘öğretmen’ kitlesinin hali pür melalini de anlamak için, yakın geçmişi kısaca anımsamak ve anımsatmak gerek.

Bunun için de çok gerilere uzanmadan, 1980 sonrası yıllardan başlamak yeterli. Çünkü bugünün adı anılan öğretmen ve eğitim sendikalarının, en eskisinin bile kuruluş ya da inşa süreci 1980’li yılların ikinci yarısından başlar. Kuruluşları ise 1990 yılına…

Bu sürecin ilk adımını ise TÖS ve TÖB-DER geleneğini sürdüren öğretmenler atar. Tarih 1986’dır1. Önce “ABECE Dergisi” çıkarılır. “ABECE Dergisi”nin çıkarılması, dağıtılması süreciyle başlayan ve örülen ilişkilerin, iki yıl içinde olgunlaşan faaliyetlerin ardından 1988 yılında Eğit-Der kurulur. Memur statüsü taşıyan öğretmenlerin dernek üyesi olmasının önündeki engel ise “Fahri üyelik”le aşılır.

Eğit-Der, kuruluşunun daha birinci yılını tamamlarken “Sendikal Haklar Kurultayı”nı düzenler Ankara’da. Yıl 1989’dur. Hedef sendikalaşmaktır. Bu hedef doğrultusunda 15 Şubat 1990’da Eğit-Der Genel Merkezi bir genelge yayınlayarak, tüm şubelerde “Sendikal Haklar Komisyonu” kurulmasını ister ve bu komisyonlar kurulur. Ve çalışmalar başlar. Yerelde ve ülke genelinde toplantılar yapılır.

Birbiri Ardına İki Sendika Ya Diğerleri…?

Ancak süreç daha yeterince olgunlaşmadan, bu çalışmalarda yer alan bir kesim “el çabukluğu marifet” anlayışıyla “Eğitim-İş”in kuruluşunu ilan eder! Böylece ‘devlet’in malum mahfillerinin de kurulmasında yasal sakınca görmediği “Eğitim-İş”, 12 Eylül sonrasında kurulan ‘ilk sendika’ olur.

Birilerinin, başka birilerince sürecin yeterince olgunlaşmasını bile beklemeden “Eğitim-İş” adı altında davranmaya yönlendirilmesi, hatta teşvik edilmesi ve bir anlamda “Eğit-Der’den Eğit-Sen’e” olarak adlandırılan örgütlenme sürecinin baltalanmasını, geriye kalanların da hızlanmasını beraberinde getirir.

Ardı ardına yapılan geniş katılımlı toplantılar sonucunda sendikanın kurulmasına karar verilir. Ve ‘erken doğum’ gerçekleşir. 13 Kasım 1990’da İstanbul Valiliğine kuruluş evrakları teslim edilir. 1980 sonrasının eğitim alanında kurulan “ikinci sendikası” Eğit-Sen olarak tarihe geçer. Elbette, gelişmeleri yakından izleyen ‘devlet’in malum mahfilleri de harekete...

Eğit-Sen’in kuruluş dilekçesinin verildiği 13 Kasım 1990 tarihinde sendikanın genel başkanı ve genel sekreteri hemen gözaltına alınır. Valilik, 14 Kasım 1990’da kuruluş evraklarını kabul etmediğini bildirerek, geri vermeye çalışır. Velhasıl “Eğit-Sen” ve onu kuranlar, yasal hakları bile hiçe sayılarak daha baştan “öteki” kılınır ‘devlet’in malum mahfilleri tarafından… Onlar ‘devlet’in icazetlileri arasında değildir.

Bir yanda bunlar olurken, birileri bedel öderken, bir biçimde icazet bekleyen, ‘devlet’ mahfilleri ve siyasi iktidarlarla işbirliğini düstur edinen diğerleri ise seyretmekle yetinirler. Ve bağlı oldukları siyasal odaklardan, malum çevrelerden ve birilerinden işaret gelmesini beklerler. Çok geçmeden de beklenen işaret gelir.

Elbette süreci gözleyen, öğretmenleri ve onların örgütlenmesini siyasal ve ideolojik olarak denetim ve kontrol altında tutmak isteyenler diğerlerinin de kurulmasının yolunu açarlar. Ve 1992 yılında iki sendika daha kurulur eğitim alanında. Bunlardan ilki “üçüncü sendika” sıfatını kazanan Eğitim Bir Sen’dir. Diğeri ise bundan dört ay sonra sahne alan Türk Eğitim Sen olur.

2005 yılında da Eğitim-İş ile Eğit-Sen’in birleşmesi sağlanarak Eğitim Sen kurulur. Birleşme kararına uymayanların küçük bir kısmı da aynı yıl içinde kendilerini Eğitim-İş olarak adlandırarak yeni bir kuruluş ilan ederler.

Öğretmen Sendikacılığında Üç Siyasal-İdeolojik Damar

Eğitim ve öğretmen sendikacılığında üç ana siyasal ve ideolojik damar vardır. Bunlardan ilki hem eğitim hem de toplumsal alanda hak ve kazanımları önceleyen, düzene muhalif devrimci-demokrat öğretmenlerdir ki geçmişte Eğit-Sen, günümüzde ise Eğitim Sen çatısında toplanmışlardır.

İkincisi düzenle ve siyasi iktidarla işbirliğini önceleyen milliyetçilik ekseninde ve şu ya da bu biçimde MHP’yle entegre ve onun güdümünde olan Türk Eğitim Sen; üçüncüsü de düzen ve siyasal iktidarla işbirliğinde diğeriyle yarışan Siyasal İslamcılık ve muhafazakarlıkla hemhal olan Eğitim Bir Sen’dir.

Eğitim alanında öğretmenlere yönelik olarak kurulan ve bunların dışında kalan tüm diğer sendikalar bu üçünün farklı düzeylerdeki türevlerinden ibarettir. Ve hepsi de siyasal ve ideolojik olmadığını, hatta asla siyaset yapmadıklarını, apolitik olduklarını söylerken bile siyaset yapmaktadırlar.

Ama her körün bir badem gözlü alıcısı bulunur misali, öğretmenler camiasında bunların da alıcısı vardı.

Nasıl olsa aidatlar da kendi ceplerinden çıkmamakta her birini ‘patron’ ya da işveren olarak ‘devlet’ ödemektedir. ‘Patron’un ödediği aidatla ‘üye’ olmanın, ‘patron’dan gelen paralarla kasaları doldurup ‘sendika’cılık yapmanın adına ne demeli ki… “El şeyiyle gerdeğe girmek” sözü bile az gelir bunu ifade etmeye… İşte eğitim ve öğretmen sendikacılığının geldiği nokta… Küçük ‘sendika’cı(k)lar kendi kümeslerinde oynaşırken, beslenip semirtilenler ise ‘patron’un ayaklarının dibinde… İnanırsanız hiçbiri siyaset yapmıyor!

Öğretmenler İdeoloji Aktarıcısıdır

Eğitim alanında faaliyet gösteren sendikaların siyasal ve ideolojik bir nitelik taşıması, eşyanın tabiatına özgüdür. Çünkü eğitimin üç temel işlevinden ilki ve diğer iki işlevi kuşatanı siyasal-ideolojik işlevdir.

Bu siyasal ve ideolojik işlevin gereklerini yapan, buna ilişkin aktarımları öğrenciler nezdinde gerçekleştirenler ve onları düşünce, söylem ve davranış düzeyinde siyasal-ideolojik işleve uygun olarak biçimlendirenler ise öğretmenlerdir. Yani öğretmenler, birçoğu bunu bilmiyor, birçoğu bilip de yalan söylüyor olsa da eğitimin siyasal ideolojik işlevi doğrultusunda davranmak üzere işe koşulan birer siyasal-ideolojik ‘aparat’tır.

Bir başka deyişle, günümüzde öğretmen “düzenin duvarındaki tuğla” ya da eski Roma’nın “Pedagog”udur. Eski Roma’da “Pedagog”, “çocuk bakıcılığı yapan eğitimli köle”lere verilen bir sıfattır. Kapitalist sömürü düzeninin öğretmeni de düzen ve o düzenin efendileri için “köle yetiştiren eğitimli KÖLE”lerdir.

Ancak öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu, hem yaşadıkları bilinç yanılsaması, hem de öğrencilerden önce kendileri “siyasal ve ideolojik körlük”le malul kılınıp birer “ideolojik esir”e dönüştürüldükleri ve “gönüllü kulluk”la taçlandırıldıkları için, eğitimde siyaset olmadığını ve olmayacağını; kendilerinin ve sorunlarının siyaset dışı/siyaset üstü olduklarını söylerler. Gerçeğe aykırı bu inanış ve söylem yetmezmiş gibi bir de üyesi oldukları sendikanın siyaset yapmadığı, rakip gördükleri diğerlerinin ise siyaset yaptığını ifade ederler.

Lakin tüm bu yanılsamalara, hatta yalanlara rağmen gerçeğin ve gerçekliğin hükmü galebe çalar ve bir turnusol kâğıdı misali olanı gözler önüne serer. Elbette görüp anlamak isteyenler için…

Üyeler ‘Üye’ciğe Sendikalar ‘Sendika’cığa…

Eğitim alanında örgütlenen ve örgütlenme iddiasında bulunan tüm sendikaların kaydettikleri her ‘üye’nin aidatını ‘patron’ ya da işveren olarak ‘devlet’, yani siyasal iktidar öder.

Kendilerine atfettikleri sıfat ve değer ne olursa olsun; hangi eleştirel ya da muhalif söylemi kullanırlarsa kullansınlar; tüm sendikaları birer ’sendika’cığa ve bir form doldurtup üye diye kaydettikleri öğretmenleri de ‘üye’ciğe dönüştüren bu sistem 2005 yılında kurulmuştur.

Yukarıda “devlet mahfilleri ve siyasal iktidarla işbirliği”nden söz ettiğimiz “Türk Eğitim Sen” ve onun üst örgütü “Kamu-Sen”, 2005 yılında oturduğu ve adına “toplu görüşme/toplu sözleşme” denilen alışveriş masasında, sadece “5 TL” karşılığında bu sistemin kurulmasına imza atmıştır. Yani, “5 TL” karşılığında, eğitim alanında ‘sendika’cıklar ve ‘üye’cikler sürecini başlatmış, tümünü ‘patron’a bağlamıştır2.

KESK ve Eğitim Sen’i Engellemek Uğruna…

Bunu da kamuda örgütlenen, hem mücadelesi hem de söylemleriyle genelde kamu çalışanlarının özelde ise öğretmenlerin dikkatini çeken KESK ve Eğitim Sen’in yolunu kesebilmek için yapmıştır. Elbette siyasal iktidarla yaptığı bu işbirlikçiliğinin ödülünü almış ve hala almaktadır. Kasaları dolup taşmış, yöneticileri neredeyse birer HOLDİNG CEO’suna dönüşmüş ve maaşlarını bile açıklayamaz hale gelmişlerdir.

Ancak “Kamu Sen” ve “Türk Eğitim Sen”in açtığı bu yoldan, siyasal iktidarın öz evladı olan bir başka ‘sendika’cık ilerlemeye başlar. Ve siyasal iktidarın rüzgârını ve fiili desteğini de alan “Memur Sen” ve “Eğitim Bir Sen” kısa bir zaman sonra hem ‘üye’cik sayısında “5 TL”ye kendisine yolu açan bu işbirlikçileri geride bırakır hem de onlardan boşalan koltuklara yerleşir.

Elbette yetkili ‘sendika’cık olarak adına “toplu görüşme/toplu sözleşme” denilen “al gülüm ver gülüm” hesabı naz yapma masasına da oturur. Ve o günden bu yana ‘patron’ işbirlikçiliğinde  “Kamu Sen” ve  “Türk Eğitim Sen”den aşağı kalmadığını ve kalmayacağını defalarca sergiler ve hala da sergilemeye devam etmektedir.

Ve onlar da ‘patron’un önünde ya da ardında vecd içinde secde etme ve işbirliği yarışında birinciliğe ulaşmanın ödülünü fazlasıyla almışlar ve hala almaktadırlar. Tıpkı “Türk Eğitim Sen” gibi “Eğitim Bir Sen” de neredeyse bir HOLDİNGe dönüşmüş ve yöneticileri bir CEO misali maaşlarını bile açıklayamayacak hale gelmişlerdir.

Peki; ya bu ‘sendika’cıkların ‘üye’cikleri? Yani öğretmenler…? Ne yazık ki onları sormayın artık! Çünkü onlar, etik bir yana ahlaki değerleri bile gözetmeden, bir rüzgârgülü misali peşlerine düştükleri ‘sendika’cıklar HOLDİNGe, yöneticileri birer CEO’ya dönüşmüşken; sosyal medya üzerinden “GEÇİNEMİYORUZ” demekle meşguldür. Birçoğu hala bu ‘sendika’cıklardan istifa bile edemeyecek kadar acziyet içinde aynı sözü yinelemektedir: GEÇİNEMİYORUZ! GEÇİNEMİYORUZ!


* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”,  “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Güncel ve Düşünsel; http://atalaygirgin.blogspot.com

 
1 Bu sürecin ayrıntılarını, Nebat Bükrek’in “Eğit-Der’den Eğit-Sen’e” başlıklı kısa yazısından okuyabilirsiniz: https://www.evrensel.net/haber/179087/egit-der-den-egit-sen-e
2 Bu süreci merak edenler, Emin Pazarcı’nın Tercüman Gazetesinde yayımlanan “5 YTL’nin Gücü” başlıklı yazısını okuyabilir.