Yıl 1919

Yaklaşık yüz yıl önceydi.

Osmanlının başkenti İstanbul İngiliz ve Fransızlarca işgal edilmiş, Yunan askerlerini Trakya’ya sokmuş, Boğazda tam 60 küsur savaş gemisi demirlemişti.

Ve İzmir de maalesef işgal edilmişti. Aydın’da Türkler katledilmiş, Manisa Yunan askeri tarafından adeta mezbahaya çevrilmişti. Fransızlar Çukurova’yı ele geçirmiş, Maraş, Antep ve Urfa kapılarına dayanmış.

Antalya İtalyanlarda.

Konya mı? Tren istasyonunun muhafazası için 1500 asker göndermişti İtalya. Bir tren istasyonuna 1500 İtalyan askeri olur mu?

Oluyor işte.

Padişah ve Damat Ferit hükümeti İngilizlerle protokol imzalamış ve teslim etmiş ülkeyi. Anadoluyu yedi parçaya bölen Paris Konferansını kabul etmiş, Sevr’e hazırlıyordu milleti.

Atatürk’te baktı ki bu hükümetten hayır yok, Samsun’a çıkmıştı. Milleti uyandırmak, kongrelerle ülkeyi örgütlemekti amacı.

O gün, Atatürk Sivas'a doğru gidiyordu. Yanında İstanbul’dan kendisi ile röportaj için gelen Tasviri efkar gazetesi muhabiri Ruşen Eşref Ünaydın vardı. Milleti işgale karşı örgütleyip uyandırdığı ve Amasya tamimi ile tüm dünyaya rest çektiği için görevden alınmış İstanbul’a çağırılmıştı. Gitse, İngilizlerin talimatıyla hemen tutuklanacaktı.

Gitmedi tabii ki.

Halka gitti. Millete gitti.

İşte o sırada savaş meydanlarında kazandığı   rütbe ve nişanlar Padişah tarafından geri alındı. Ruşen Eşref ile bu konuları konuşurken Atatürk göğsündeki madalyalara baktı. ''İstanbul'dakiler, rütbelerimi, nişanlarımı geri alacaklarmış! Hakları yok ya. Çünkü ben onların her birini bir savaş meydanında kazanmıştım. Salonlarda, saraylarda değil! Haydi kordonumu alsınlar; o sarayındı. Zaten ben onlara istifamı verdim. Varsın alsınlar!” dedi.

Durdu, düşündü. Göğsündeki kılıçlı altın madalyalardan birini okşar gibi gösterdi; “Ancak, bunu vermem. Bunu benden kimse alamaz. Bunu, Anafartalar'da savaş meydanında, ateşin karşısında benim göğsüme taktılar” dedi.

Duygulanmıştı.

Ve Ruşen Eşref’e döndü, kendisine nankörlük edenlere karşı şunu söyledi;

“Yahu memleketi ben mi batırdım? Yabancıyı Anadolu’ya ben mi soktum? Ben mi düzeni bozdum?Ben kalanı korumak, dağılanı kurtarmak ve düzeni kurmak için çalışıyorum.Bana teşekkür etmeleri gerekirken düşmanların çıkarlarına uyarak nankörlük ediyorlar. Yanlış yoldadırlar, hata ediyorlar.”

Ve bugün..

100 yıl sonra.

Atatürk öyle büyük bir insan ki, 100 yıl önce söylediği sözü al getir bugüne koy. Bugün söylenmiş gibi tazeliğini koruyor.

Ve Samsun’da ve başka yerlerde heykeline saldıran fikrî sapıklara, hainlere ve kendilerine nankörlük edenlere cevabını daha o günden veriyor;

“Yahu memleketi ben mi batırdım? Yabancıyı Anadolu’ya ben mi soktum? Ben mi düzeni bozdum? Ben kalanı korumak, dağılanı kurtarmak ve düzeni kurmak için çalıştım. Bana teşekkür etmeniz gerekirken düşmanların çıkarlarına uyarak nankörlük ediyorsunuz.

Yanlış yoldasınız. Hata ediyorsunuz”