Son zamanlarda sıkça karşılaştığım bir konu var. Kendi başına bir birey olamama, özgüven eksikliği ve parazit bir yaşamı benimseme. 

Tabi bunların dışında belli bir zorunluluktan doğan ve o duruma uyum sağlamaya çalışarak hayatta kalmaya devam eden, duyguların karıştığı psikolojik bir durum. 

İnsanlar, kendilerine karşı psikolojik baskılarda bulunan, kendisine fiziken ya da ruhen zarar veren, kendisini mutsuz hissettiren, mağdur edilmesine rağmen kendisini o kişi ya da kişilerin yanından uzaklaştıramayan ve bu durumlarda dâhi kendisine zarar veren kişi ya da kişilere karşı olumlu duygular beslemeye devam eden sorunlu bir çemberden çıkamamakta. 

Ne çeşit bir negatifliğin içinde olursa olsun güvenli alan olarak kendisine belirlediği bu durumun tıpta bir anlamı var. Bu bir hastalık. 

Farkında olmaksızın yaşadığı olumsuzluklara kendisini layık gören ve kendisine yaşattığı olumsuzluğu farketmeden kabul eden,hatta kendisini suçlayan bu duygular Stockholm Sendromu olarak geçmekte. 

İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşanan bir banka soygununda,soyguncu ve rehine arasında yaşanan bu durumdan dolayı adını Stockholm Sendromu olarak almıştır. 

Soyguncu, bir kadını altı gün boyunca rehin tutar. Rehine de bu zaman içerisinde kendini koruma iç güdüsü ile duygusal olarak soyguncuya karşı duygular beslemeye başlar. Kendisine zarar vermemesi için, ona karşı iyi olmak zorunda olduğu duygusu, suçluyla geçirdiği zaman içinde başkalaşır. 

Suçlu kişiye karşı hissettiği olumlu duygular sonucunda rehine, suçlunun yaptıklarını haklı olarak görmeye ve onun duygularını kendi duyguları gibi düşünüp yardım etmeye çalışır. Birlikte geçirdikleri süre zarfında kişiyle yaşadıkları sempati, empati duygusu bu durumu anlatan bir yaklaşımdır. 

Stockholm Sendromu’na göre rehine kurbandır ve bu durumda olan bireyler, kendilerini baskı altında tutan, tehdit eden, özgürlüğünü kısıtlayan kişilerin fikirlerini kabul etmeye başlayabilirler. Kabul etmeye başladıklarında kendilerini artık bir rehine dolayısıyla kurban olarak görmemeye başlarlar. 

Bu durumda da kendilerini rehin alan kişiyi yani suçluyu yanlış anlaşılmış biri olarak görmeye başlarlar. 

Mağdur kişilerin bu durumda küçük bir iyilik karşısında minnet duyma,kendisine uygulanan şiddeti ve tehdidi inkar etme,boyun eğme, karşısındaki suçluya karşı olumlama yapma, istismar karşısında kendisini öldürmediği için minnettarlık hissetme, suçluyu kendisine zarar vermediği için memnun etmeye çalışma gibi davranışlar göstermesi gözlemlenmektedir.

Oldukça zorlu bir tedavi süreci gerektiren bu durum,stres bozukluğu tedavisi, anksiyete azaltma, psikolojik destek alma gibi birçok terapi uygulamalarından faydalanmalıdır. 

Psikologlar veyahut psikoterapistler ilk aşama olarak bu durumun neden olduğunu, sebeplerini, belirtilerini kişiye anlatarak bilgilendirir. 

Uzun soluklu bir psikoterapi ile bu süreç toparlanacaktır.