Eğitim sistemimizin dar koridorlarını ve Gelecek Partisi’nin bu konudaki çözüm önerilerini Gelecek Partisi Eğitim Politikaları Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan ile konuştuk. Söyleşimizin ilk bölümünü bugün yayınlıyoruz.

Genel olarak eğitim sistemimizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eğitimi en temel insan haklarından biri olarak gören Gelecek Partisi, eğitim sisteminin kalitesinin artırılmasına özel bir önem vermektedir. Cinsiyeti, etnik kimliği ve sosyokültürel arka planı ne olursa olsun her bir bireyin nitelikli eğitime erişimini sağlama hedefiyle yola çıkıyoruz. Hiçbir bireyi dışlamayan ve herkese kaliteli eğitim sunmayı hedefleyen bir içermeci anlayışı esas alıyoruz.

Gençlerimizin düşünen, sorgulayan; demokratik ve evrensel ahlaki değerleri içselleştirmiş, farklılıklara saygılı ahlaki bir duruşla her türlü ayrımcılığın karşısında duracak, çağdaş dünyanın bilgisine hakim ve sorumluluk alabilen bireyler olmasını istiyoruz.

Demokrasilerde eğitim, her bir vatandaşın alacağı kararları bilinçli bir şekilde alabilmesi açısından oldukça kritik bir işleve sahiptir. Vatandaşların bağımsız ve özgür karar verebildiği ölçüde güçlü bir demokrasiden bahsedilebilir.

Eğitimi resmi ya da tanımlı herhangi bir ideolojinin yuvası olarak gören bir anlayışı reddediyoruz. Farklılıkları bir imkân, ve okulu, birlikte yaşamın bir merkezi olarak görüyoruz.

Eğitimde fevri kararlarla ve sadece belli zümrelerin istekleriyle karar alınmasını doğru bulmuyoruz. Eğitimde alınan kararlarda geniş toplumsal mutabakatın sağlanmasını demokrasinin bir gereği olarak görüyoruz. Buna ilaveten, bireysel ve toplumsal refahın artırılması ve böylece ülkenin kalkınması için nitelikli eğitimin yaygınlaştırılması bir zorunluluktur.

Türkiye eğitim sistemi, diğer OECD ülkeleriyle rekabet edebilir olmaktan uzaktır. Tüm göstergeler (PISA, PIACC, TIMSS ve PIRLS, LGS ve YKS), Türkiye’de eğitimin yeni bir paradigmaya ihtiyacı olduğunu göstermektedir. Farklı kesimlerin razı olacağı bir eğitim vizyonuyla yola çıkıyoruz.

20 yıllık geçmişimize baktığımızda gördüğümüz Millî Eğitim Bakanlığımızda yedi bakanın hizmet ettiği ancak Sayın Cumhurbaşkanımızın da belirttiği gibi eğitimde istenilen başarının sağlanamadığıdır. Bunun nedeni sadece atanan bakanların ortalama olarak 2,86 yıl hizmet etmesinden çok (100 yıllık cumhuriyet döneminde de 75 milli eğitim bakanı olmuştur), milli eğitimde takip edilecek eğitim felsefesinin ve eğitim sisteminin tanımlanmamış ve oturmamış olmasıdır. Bu nedenle her bakanın ilk beyanatı sistemin değişmesi gerektiği şeklinde olmuştur. Hangi tip öğrenci yetiştirileceği konusunda milli bir mutabakat ve politika olmaması nedeniyle her yeni bakan başka bir sistem uygulamaya çalışmıştır.

Bu durum milli eğitimdeki sorunların artmasına ve sonunda çözülmesi zor bir sorun yumağının oluşmasına neden olmuştur. Bazen sorunu çözmek için getirilen yenilik daha fazla sorun yaratmıştır. Eskileri çözülmeden yenileri yaratılan sorunlar nedeniyle Türk milli eğitimi maalesef ihtiyaç duyulan insan gücünü istenilen özellikleriyle yetiştirememiştir.

Eğitim sistemimiz düzeltmek amacıyla yapılan değişiklikler, ne tür insan yetiştirmeliyiz konusunda bir milli görüş olmadığı için teknik seviyede kalmış eğitimin manevi tarafı her zaman ihmal edilmiştir. Eğitim sistemimizde var olan bazı manevi öğeler de siyasetçilerin müdahaleleri sonucu yok edilmiştir. Böylece milli duyguların ve değerlerin yüzeysel olarak işlendiği ve öğretildiği bir eğitim sistemi ortaya çıkmıştır. “Dindar bir nesil yetiştirmek” ideali ülkelerin başarılı olmak için bilim alanında kıyasıya rekabet ettiği dünyada yanlış ve az görülen bir idealdir. Vurgunun bilim yerine doğrudan dine yapılması okulu bir ölçüde cami gibi düşünmeyi gerekli kılar. Oysa vurgu düşünen, eleştiren, araştıran ama dinini de bilen bir nesil yetiştirmeye yapılsaydı daha doğru bir ideal olurdu.

Eğitimde milli bir ideal olmaması nedeniyle toplumun değerlerinden kopuk kendisinden başka kimseyi düşünmeyen faydacı ve bencil bir nesil yetiştirmek tehlikesi ile karşı karşıyayız. Eğitimin ilk başlarında kazandırılması gereken milli değerler zamanında kazandırılmayınca eğitimin ileri kademelerinde bu amaçla yapılan cılız faaliyetlerin hiçbir faydası olmamaktadır. Toplumdan uzak olma en fazla üniversite seviyesinde görülmektedir.

Üniversitelerimiz maalesef toplumla çok az ilişkileri olan kurumlar haline gelmiştir. Üniversitelerimizde toplum ve insanımızın yaşam seviyesini yükseltmek için yapılan çalışmalar yeterli olmaktan uzaktır. Uluslararası hakemli dergilerde yayın baskısı bilimsel çalışmalarımızı yabancıların bilimsel politikalarına uymayı ve onların hegemonyası altına girmeyi gerektirmektedir. Bu nedenle çalışmalar yabancıların belirlediği konularda yapılmakta ve bu çalışmaların ülkemizin insanına pek faydası olmamaktadır.

Milli değerlerin ve vatan sevgisinin eğitimde rekabet gücümüzü arttıracak temel bilgilerle öğrencilere kazandırılması Partimizin en büyük idealidir. Bunu sadece dersliklerde yapmaya çalışmak bizce eksik bir yaklaşımdır. Amaçlarımızdan birisi ilkokuldan üniversiteye kadar bütün öğrencilerimizi Çanakkale, Sarıkamış, Dumlupınar ve Sakarya gibi milli mücadelenin verildiği mekanlara götürüp oralarda yaşananları bizzat yerinde anlatmak olacaktır.

Nitelikli Eğitim adını verdiğimiz hedef aşağıda verilen başlıklar çerçevesinde gerçekleştirilecektir.

-Herkes İçin Kapsayıcı Bir Eğitim Sağlanacaktır
-Eğitim Kalitesi Artırılacaktır
-Öğretmenlere Sağlanan Destekler Artırılacaktır
-Herkesle Birlikte Sürdürülebilir Politikalar Belirlenecektir
-Özgürlükçü ve Esnek Bir Program Esas Alınacaktır
-Okulların Altyapısı İyileştirilecek ve Eğitim Bütçesi Artırılacaktır
-Göçmen Çocukların Eğitimine Özel Önem Verilecektir
-Üreten Türkiye için Mesleki Eğitim Güçlendirilecektir
-Üniversite Giriş Sistemi Rehabilite Edilecektir
-Yükseköğretim Reformu Yapılacaktır
-Açıköğretim Yeniden Yapılandırılacaktır

Eğitim sistemimizin en önemli sorunu nedir?

Eğitim sistemimizin en önemli sorunu kalite farklılıkları ve eşitsizliklerdir. Eğitim sistemindeki farklılık ve eşitsizliklerin tek nedeni eğitim sisteminin kendisi değildir. Eğitimde kaliteyi tayin eden eğitimle alakalı olan ve olmayan faktörler vardır. Çoğu kez eğitim dışı faktörler kalite ve farklılıkların tayin edilmesinde daha önemli rol oynar.

Eğitim bir ekosistem içerisinde yer alır. Bu ekosistem aileler arasındaki sosyoekonomik farkları ne kadar azaltırsa bunun eğitime yansıması o kadar olumlu olacaktır. Sosyoekonomik eşitsizliklerin yüksek olduğu ülkelerde kalite farklarının azalmayacağı tam tersine artacağı ortadadır. Bu nedenle eğitimde kalite farklılıkların azaltmak ve daha fazla eşitlik isteniyorsa önce ekonomik alanda iyileştirmeler yapıp sosyoekonomik farklılıkları azaltmak gerekir. Gelecek Partisi bu nedenle iyi bir eğitim sistemi için güçlü bir ekonominin olması gerektiğini savunmaktadır. Bu raporda yeteri kadar vurgulanmasa da eğitim dışı faktörlerin eğitim çıktıları üzerindeki varlığı her zaman bir ön kabul olarak yer almıştır.

Eğitim sisteminin diğer sorunları ve çözüm önerileriniz nedir?

Aşağıda mevcut sistemde en çok sorunu olan alanlar (darboğazlar) ve buradaki sorunlar dile getirilecektir. Sorunlu alanlar yedi bölümden oluşmaktadır. Bunlar:
1. Eğitime Erişim
2. Sınavsız Ortaöğretime Geçiş
3. Eğitimde Kalite Sorunu ve Farklılıkları
4. Öğretmen Yetiştirme
5. Mesleki ve Teknik Eğitim
6. Müfredatın Sadeleştirilmesi ve Liselerin 3+1 Şekline dönüştürülmesi
7. Yükseköğretim ve YÖK

Eğitime erişimde sorunlar nelerdir ve hangi kademe de daha ciddidir?

Eğitimde kültürel çeşitliliğimizi büyük bir zenginlik olarak görmekteyiz. Türkiye eğitim sistemini uluslararası standartlar, uygulamalar ve hedefleri dikkate alarak yeniden katılımcı bir anlayışla tasarlamak amacındayız. Bu doğrultuda, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 2030 yılına kadar gerçekleştirilmesi amacıyla belirlenen “Sürdürülebilir Kalkınma için Küresel Hedefler”ine Türkiye’nin bir an önce ulaşması için özel bir çaba göstereceğiz.

Kademeler göre bakıldığında eğitim sistemimizin bir şekilde tamamen çözemediği ilk sorun, okulöncesi eğitimin bütün ülke okullarında yaygınlaştırılamamış olmasıdır. Okulöncesi eğitim öğrencilerin sonraki başarıları için son derece önemlidir. Doğru şekilde verilen okulöncesi eğitim sayesinde öğrenciler daha sonraki sınıflarda kendilerine verilecek olan eğitim materyallerini çok daha kolay ve çabuk öğreneceklerdir.

Üç yılda bir yapılan ve öğrencilerimizin son sıralarda yer aldığı uluslararası sınavlarda (PISA) başarısızlığımızın bir nedeni okulöncesi öğretim görmüş rakipleri karşısında bir yıl daha az eğitim görmüş olmalarıdır. Bir yıllık eğitim herkes için önemli bir zaman dilimidir. Okulöncesi eğitim sadece belli materyalin öğrenciye öğretilmesi açısından değil, ilkokulda bu öğrencilere gerekecek davranış kalıplarının (öğretmene ve idarecilere hitap, arkadaşları ile ortak çalışma, sınıftaki davranışlar gibi) öğretilmesi bakımından çok önemlidir. Bu yıl öğrencilere kazandırılacak, öğretmene sevgi ve saygı, okulun önemi gibi formel olmayan bilgi ve davranışlar ileriki yıllarda alınacak eğitim için sağlam bir zemin hazırlayacaktır.

2019-2020 MEB okulöncesi eğitime erişim istatistiklerine göre okul öncesi eğitim 5 yaş grubunda net okullaşma oranı %71,22'dir. Ancak 3-5 yaş grubunda bu yüzde %41,8, 4-5 yaş grubunda ise %52,4’dür.

Yaygın olmayan okulöncesi eğitimde bir başka sorun ise okulöncesi eğitime erişim bakımından iller arasında ciddi farkların olmasıdır. Bu alanda yapılacak düzenlemenin amacı okulöncesinin ülke sathında yaygınlaştırılmasıdır ki böylece iller arasında mevcut yaygınlık farkları da kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

Öncelikle okulöncesi eğitime erişimde iller arasındaki fark derhal kaldırılmalı; 5 yaş grubundaki %71 olan okullaşma oranı 5 yıl içinde %90'lara çıkartılmalıdır. Sadece 5 yaş grubu ile yetinilmeyerek, 3-5 yaş grubundaki %52 olan okullaşma oranı aynı süre içinde %70'lere çıkartılmalıdır.

İlkokul, Ortaokul ve Lise kademelerinde erişim durumu: 2019-2020 MEB istatistiklerine göre ilkokullarda net okullaşma oranı %93, ortaokullarda %95'tir. Okullaşma oranı bakımından iller arasında ciddi bir fark görülmemektedir.

Yine aynı istatistikler Türkiye geneli ortaöğretim net okullaşma oranının %85 olduğunu göstermektedir. Zorunlu eğitim kapsamında olduğu için bu katılım düşüktür. İller arasında da okullaşma oranı bakımından ciddi farklar vardır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki bazı illerimizde zorunlu eğitim kapsamında olması gereken ciddi sayıda öğrencinin kapsam dışı kaldığı görülmektedir. Sebepleri araştırılarak bu öğrencilerin eğitime erişimi mutlaka sağlanmalıdır.

İlkokul, ortaokul ve lise eğitimi gören öğrenciler arasında, kız-erkek öğrencilerin eğitime erişimi bakımından ciddi bir fark görülmemektedir. Ortaöğretimde okullaşma oranının düşük olduğu bazı illerimizde okullaşma oranı bakımından kız öğrenciler aleyhine %10'a yakın fark olduğu görülmektedir. Benzeri illerimizde eğitim kapsamı dışında kalan öğrencilerimizin mutlaka eğitime erişimi sağlanmalıdır.

Cinsiyet açısından erişimde ciddi farklar kalmamıştır. Zorunlu eğitim açısından da cinsiyete göre fark yoktur. Evvelden kız çocuklarının okutulmamasına yönelik vaziyet alış değişmiş ve kız çocuğu okutulmalıdır görüşü hâkim olmuştur. Tek sorun farklı nedenlerle lise kademesinde açık eğitime geçilmesidir.

Yükseköğretimde erişime bakıldığında 18-22 yaş aralığı için 2013–2017 döneminde net okullaşma oranı %40’tan %46’ya yükselmiştir. Kadınların net okullaşma oranları erkeklerin net okullaşma oranlarının üzerindedir.

Yükseköğretimde erişimle ilgili en ciddi sorunlardan birisi açıköğretimdeki gelişmelerdir. Açıköğretim nicelik olarak o derece büyümüştür ki yüz yüze eğitimin önüne geçmiştir. 2014 yılında 2,8 milyon olan açıköğretim öğrenci sayısı 2018 yılında 3,9 milyona yükselmiştir. 2018 yılında devlet önlisans öğrencilerinin %9,7’si yüz yüze eğitimde bulunurken açıköğretimde bu oran %65,2 idi. Lisans seviyesinde ise yüz yüze öğrencilerin yüzdesi 45,4 iken açıköğretimde %46,1 idi. Dikkat çekici olan açıköğretimdeki bu büyümenin lisans kadrolarının arttığı döneme rast gelmesidir. Beklenti açıköğretimdeki büyümenin hızının kesilmesiydi ama tam tersi gerçekleşti.

Açıköğretimin önlisans ve lisans düzeyindeki payı 2014 yılında %49,7 iken 2018 yılında %53,5 yükselmiştir. Bundan daha çarpıcı olanı önlisans programları içerisinde açıköğretimin payıdır ki 2014 de %54,2 iken 2018 de %65,2’ye yükselmiştir.

Buradaki sorun büyümeden ziyade kayıt yenilememe oranlarının yüksekliği ve mezuniyet oranlarının düşüklüğüdür. Devasa yapısı ve etkin çalışmaması nedeniyle açıköğretim sistemi tekrar gözden geçirilmeli ve acil önlemler alınmalıdır. Yapılması gereken bazı bölümlere öğrenci alımının kısıtlanması, bazılarının da kapatılmasıdır.

Eğitim sisteminin geleceği için hayati konulardan birisi sınavsız ortaöğretime geçişin mümkün olup olmadığıdır. Mümkün mü?

Türkiye, PISA 2018’e katılan ülkeler arasında okullar arası başarı farklarının en yüksek olduğu, okul içi başarı farklarının en az olduğu 10 ülkeden biridir. Okullar arası başarı farkının bu kadar yüksek olduğu ülkemizde, anayasamızda ifadesini bulan eğitimde fırsat eşitliğinden söz etmek mümkün değildir.

Uygulanan yerleştirme sistemiyle akademik başarısı birbirine benzeyen öğrenciler aynı okulda toplanmakta, bu durum ise okullar arası başarı ve kalite farkının artmasına sebebiyet vermektedir. Puanla öğrenci alan okulların dışındaki okullarda ve sınıflarda öncü, model öğrenci bulunmaması başarısızlıkları tetiklemekte, okul yöneticileri okullarında, öğretmenler sınıflarında başarılı öğrencilerin bulunmaması sebebiyle öğrenilmiş çaresizlik duygusu yaşamaktadır.

Puana dayalı yerleştirmeyle akademik başarısı yüksek öğrenciler bir araya getirilmekte ve bu okullar nitelikli/başarılı okul kabul edilmektedir. Başarılı ve nitelikli olan okul mu öğrenciler mi? Bu öğrencileri hangi okula götürürseniz o okul başarılı olur.

2017 yılında sınavsız ortaöğretime geçiş kararı alınarak TEOG sisteminden vazgeçilmiş ve LGS sistemine geçilmiştir. Amaç dershane ve sınav odaklı eğitimden okul merkezli eğitime geçmek, farklı akademik başarı düzeyindeki öğrencilerin aynı sınıfta olmasını ve okullarda akademik çeşitliliğin artırılmasını sağlamak, okullar arası kalite farkını en aza indirmekti.

Bu amaca uygun olarak sınavla öğrenci alan okulların kontenjanlarının %8 ile %10 arasında olması ve buna bağlı olarak sınava giren öğrenci sayısının azaltılması hedeflenmişti. Böylece sınavsız yerleştirilecek öğrenciler (%90) evlerine en yakın okullara devam edecekti. Bu yolla hem merkezi sınavla öğrenci alan okulların hem de sınava giren öğrencilerin sayısı azaltılarak eğitim kurumları sınav merkezli olmaktan çıkartılacaktı.

Maalesef bu amaçla çıkılan yolculukta 2020 yılında 1.671.334 öğrenci ortaokuldan mezun olmuş, bu öğrencilerin 1. 472.082’si bir orta öğretim kurumuna yerleşmek için sınava girmiştir. Sınava girme oranı %88’dir.

Kısaca bugün %15 oranında sınavla öğrenci alan okula girebilmek için %85 öğrenci sınava giriyor ve yarışıyor. Her geçen yıl sınavla öğrenci alan okul sayısı artırılıyor. Böylelikle okullar arası başarı farkının artması özendiriliyor. Eğitim okul merkezli değil sınav merkezli hale getiriliyor, öğrencilerin yetenekleri doğrultusunda yönlendirilmesi ve yeteneklerinin geliştirilmesi engelleniyor.

Saydığınız bu sorunları nasıl çözmeyi düşünüyorsunuz?

1. Akademik başarısı yüksek öğrencileri bir arada toplayarak okullar arası başarı farkını tetikleyen nitelikli okul oluşturma tutarsızlığından vaz geçilmelidir.

2. Sınavla öğrenci alan okullara yerleştirilen öğrenci sayısı %5’i geçmemelidir.

3. Bugün %15 öğrenciyi sınavla yerleştirmek için ortaokuldan mezun olan öğrencilerin %85’i sınava girmektedir. Bu durum ise eğitimi sınav odaklı hale getirmektedir. Yapılan bilimsel çalışmalara göre öğrencinin okul başarısı ile sınav başarısı arasında doğrusal bir ilişki bulunmaktadır. Bu sebeple sınavla öğrenci alacak okullara yerleştirilecek öğrencilerin belirlendiği sınava girecek öğrenci sayısını sınırlayıcı önlemler alınmalıdır.

4. Önerimiz %5’lik yerleştirme için en fazla %30 öğrencinin sınava girmesidir. Böylece sınava girecek öğrenci sayısı sınırlandırılacak, okul sınav odaklı olmaktan çıkarılacaktır.
5. %30’luk sınava girecek öğrenciler belirlenirken her ortaokula 8. sınıf öğrencilerinin %30’u kadar kontenjan ayrılmalıdır.

6. Her ortaokulun sınava girebilecek ilk %30’a giren öğrencilerinin belirlenmesinde öğrencilerin 5, 6, 7 ve 8. sınıf ağırlıklı not ortalaması esas alınmalıdır. Sınava girişte okul başarısının esas alınması okulu daha önemli hale getirecektir. Sınavsız yerleştirilecek öğrenciler için bu standart sınav sonuçları yönlendirme için kullanılacaktır. Bu nedenle çok önemli bir işlevleri vardır. Geçmişte kullanılan bu uygulamada matematik, fen ve Türkçe derslerinin ortalaması 7 olmayan öğrenciler bu sınavlara giremiyordu. Eğitim sistemimizde eksik olan yönlendirme özellikle veli-okul ve öğretmen iş birliği ile etkin hale getirilmelidir.

7. Sınava girecek öğrenci için her ortaokula ayrı ayrı %30’luk kontenjan ayrılması, bölgeler ve okullar arası gelişmişlik bakımından yetersiz okullarda eğitim gören öğrenciler için pozitif ayrımcılık sağlayacaktır.

8. %5’lik sınavla öğrenci alan okulların dışındaki okullarda okul çeşitliliğinden kaçınılmalı, meslek lisesi dışındaki okullar yeni bir isimlendirme olmaksızın Anadolu Lisesi adıyla eğitim yapmalıdır.

9. Sınavsız yerleşen öğrenciler, evine en yakın okula yerleştirilmelidir. İlk anda veliler mahallesindeki okulu geçmiş başarı veya başarısızlığı ile değerlendirebilirler. Burada velilerin ciddi bir şekilde bilgilendirilmesi gerekmektedir. Her mahallenin %5’lik başarı dilimine giremeyen öğrencileri, mahallesindeki okula kayıt yaptırdığında, 4 yılın sonunda o şehrin her mahallesinde akademik başarı bakımından birbirine benzeyen okullar oluşacak ve öğrenciler başarılı diye uzak okullara gitmekten kurtulacak, mahallesinin başarılı öğrencilerinin de kendi okulunda eğitim yaptığını gören okul yöneticileri ve öğretmenler büyük bir moral ve motivasyon kazanacaktır.

10. Burada en önemli nokta, başarılı öğrencilerin Anadolu Liseleri dışında meslek liselerine yönlendirilmesi hususudur. Bu amaçla mesleki eğitimin ülkemizin ve öğrencilerimizin geleceği için önemi öğrenci ve velilerimize kavratılmalı; veli, öğrenci, rehber öğretmen, okul yönetimi ve öğretmenler kurulunun tavsiyeleri ile gerekli yönlendirme yapılmalıdır. Başarılı öğrencilerin de mesleki eğitimi tercih etmesi için meslek lisesi öğrencilerine alanları ile ilgili tercih yaptıklarında yüksekokullar için %50, fakülteler için %10 kontenjan ayrılmalıdır. Bu durum akademik başarısı yüksek öğrencilerin de meslek liselerini tercih etmesine sebep olacaktır.

11. Yetişmiş insan gücü ihtiyacını karşılayan, ara eleman yetiştiren ve sanayiye dayalı eğitim veren meslek liseleri ve İHL dışındaki meslek liseleri akademik eğitim veren okullara dönüştürülmeli; okul çeşitliliği azaltılmalı, aynı eğitimi veren okullardaki Meslek Lisesi-Anadolu Meslek Lisesi- Teknik Meslek Lisesi ayırımı ortadan kaldırılmalı veya en fazla ikiye indirilmelidir.

"Sistemin en acıtan sorunu eğitimde kalite sorunudur" dediniz, açıklayabilir misiniz?

Türkiye’de eğitim sisteminde tüm kademelerde okullaşma oranları son yıllarda önemli ölçüde artmış, okulların fiziki ve teknolojik altyapılarında önemli gelişmeler görülmüş, öğretmen başına düşen öğrenci oranları ve şube/sınıf başına düşen öğrenci oranları ise azalmıştır. Tüm bu nicel göstergelerdeki olumlu gelişmeye rağmen eğitim sistemindeki kalite sorunu ciddi bir şekilde varlığını devam ettirmektedir. Ulusal kademeler arası geçiş sınavları (ortaöğretime ve yükseköğretime geçiş) ve başarı değerlendirme çalışmaları ile uluslararası öğrenci başarı değerlendirme çalışmalarının (PISA ve TIMSS) sonuçları eğitim sistemindeki kalite sorununu açık bir şekilde göstermektedir. Dahası, yukarıda da bahsedildiği gibi bölgeler ve okullar arası öğrenci başarıları aşırı derecede farklılaşmaktadır.
Üniversiteye geçiş sınav sonuçlarına bakıldığında öğrenci başarı düzeyinin son derece düşük olduğu rahatlıkla görülebilir.

Son 10 yıldaki veriler incelendiğinde sınava girenler arasında puanı hesaplanamayan yani sıfır çeken aday sayısı 20-50 bin arasında değişmektedir. Ancak daha kötüsü, bir doğru yapan aday sayısının düşüklüğüdür. Sınava giren adayların yaklaşık %25’i bir ve daha az sayıda doğru yapmıştır. Örneğin 2019 TYT Temel Matematik testinin doğru cevap dağılımına bakıldığında sınava giren adayların %13’ü hiçbir soruya doğru cevap verememiş, %10’u ise sadece bir soruyu doğru cevaplamıştır. ÖSYM tarafından yayınlanan istatistikler incelendiğinde her bir testin ortalamasının da oldukça düşük olduğu görülmektedir.

Yükseköğretime geçiş sınavlarında görülen bu başarısız durum, PISA ve TIMSS gibi uluslararası karşılaştırmalı çalışmalar için de söz konusudur. PISA 2018’de öğrencilerin matematik, fen bilimleri ve okuma alanlarındaki başarısı PISA 2015’e göre önemli ölçüde artmış ve PISA 2012 düzeyinde bir performans sergilenmiştir. Türkiye okuma puanı ortalaması 2018 yılında 466, matematik puanı ortalaması 454, fen puanı ortalaması ise 468’dir. Bunlar, OECD ülkeleriyle rekabet etmekten oldukça uzaktır ve Türkiye’nin potansiyeli açısından asla yeterli değildir. Örneğin, sadece matematik alanında 50 ülke içinde 42. sırada olmamız, bir diğer değişle sondan 8. sırada olmamız ve öte yandan önceki yıllara göre puanımız yükseldi demek, çok daha yüksek hedeflere odaklanması gereken bir Türkiye için yeterli olamaz. Kaldı ki, Türkiye’nin üç alandaki ortalaması OECD ülkeleri ortalamasından önemli ölçüde düşüktür.

PISA gibi çalışmalarda en önemli hususlardan biri de öğrencilerin hangi yeterlilik düzeyinde performans sergilediğidir. Okuma ve fen bilimlerinde öğrencilerin dörtte biri, matematikte ise yaklaşık üçte biri temel yeterlilik düzeyi olan ikinci düzeye dahi erişememiştir. Yetersizlik düzeyi OECD ortalamasına göre oldukça yüksektir. Diğer taraftan yüksek performans sergileyenleri ifade eden beşinci ve altıncı düzeydeki öğrenci oranı OECD ortalamalarının yarısından azdır.

Özetle, OECD ülkelerine kıyasla, Türkiye’de temel yeterlilik düzeyinin altındaki öğrenci oranları yüksek, başarı performansı yüksek öğrenci oranları düşüktür. Yukarıda bahsedilen veriler, Türkiye eğitim sisteminin kalite sorunu olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Eğitim sisteminde öğrenciler, temel düzeye erişmeden sistemden mezun olmaktadır. Bu durumun en önemli nedeni, Türkiye eğitim sistemi içinde öğrencilerin asgari bir standarda erişmeden bir üst sınıfa geçmesidir. Daha somut ifade etmek gerekirse, öğrenciler eksikliklerini telafi etmeden, yetersiz olduğu birçok derse rağmen bir üst sınıfa geçmektedir. Başarılı eğitim sistemlerinin ortak yanlarından biri de her öğrencinin tanımlanmış asgari düzeye erişmelerini sağlamalarıdır.

Bu başarısız sonuçların nedenleri araştırıldığında ise sistemin iyi işletilememesi veya yanlışlarının düzeltilememesi gibi hususların yanında; öğretmen kadrolarında aranması ve mutlak temin edilmesi gereken kalite niteliğinin yeteri kadar üzerinde durulmaması ve bunlar için gereken önlemlerin alınmaması en önemli faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.

PISA verilerinin gösterdiği, TIMSS ve yükseköğretime geçiş sınavlarının da doğruladığı, oldukça önemli bir husus da Türkiye’de okullar arasındaki başarı farkının oldukça yüksek olmasıdır. Fen lisesi, en başarılı okul türüdür. Fen liselerinde okuyan öğrenciler çok programlı ve mesleki ve teknik Anadolu liselerinde okuyan öğrencilerden 200 puan civarında yüksek bir puana sahiptir. Bu ise Türkiye’de okullar arasında açık bir hiyerarşinin olduğunu göstermektedir. Daha açık ifade ile fen liseleri öğrencileri ile çok programlı ve mesleki ve teknik Anadolu liseleri öğrencileri arasında 5-6 öğrenim yılı kadar fark vardır.

Akademik araştırmalar ve uluslararası kuruluşlar tarafından yayınlanan raporlar, kaliteli eğitim sisteminin en önemli belirleyicisinin kaliteli öğretmen olduğunu vurgulamaktadır. Finlandiya, Güney Kore ve Şangay gibi yüksek başarılı eğitim sistemleri de eğitim sistemlerinin başarısının temel anahtarının yüksek nitelikli öğretmenler olduğunu belirtmektedir. Bu sistemlerde, yüksek başarılı adaylar hizmet öncesinde yüksek nitelikli bir eğitim almakta ve öğretmenler görevleri süresince sürekli profesyonel gelişim süreçlerine dahil olarak bilgi, beceri ve niteliklerini sürekli geliştirmektedirler.

Türkiye’de ise öğretmen adayları başarılı ülkelerdeki gibi en başarılı öğrenciler arasından seçilmektedir. Ancak öğretmen adaylarının aldığı eğitimin niteliği ve adayların mesleğe başlangıçtan önce katıldıkları KPSS Öğretmenlik Alan Bilgisi Testi (ÖABT) performansı ise oldukça sorunludur. KPSS ÖABT sınav sonuçlarına bakıldığında öğretmen adaylarının ortalama netlerinin oldukça düşük olduğu görülmektedir. Daha açık ifade ile öğretmen adaylarının alan bilgi düzeyleri oldukça düşüktür. Örneğin 2017-ÖABT’de matematik öğretmenliği ve fen bilimleri öğretmenliği alanlarında öğretmen adayları 50 soruda 12 net yapmışlardır. Bu oran, nitelikli bir eğitim sistemi için kabul edilebilir değildir. Yeteri bilgi birikimi olmayan bir öğretmen, öğrencilerine ne kadar nitelikli bir eğitim sunabilir?

Öğretmen atama sürecinde Millî Eğitim Bakanlığının aday öğretmenlerden beklentisi ise oldukça düşüktür. Bakanlığın sisteme girecek öğretmen adaylarından yüksek nitelik istemesi beklenirken, öğretmen atamasına başvurmak için KPSS’de taban puan olarak 50 puan yeterlidir. Birçok alana öğretmenler 75’ten hatta 80’den daha yüksek puanla atanmaktadır. Buradaki kritik husus, Bakanlığın öğretmen adaylarının yüksek nitelikle sisteme girmelerini sağlayacak bir standart yerine düşük bir standart tanımlamasıdır. Buna ilaveten, OECD tarafından yapılan TALIS yani Uluslararası Öğretme ve Öğrenme Çalışması verilerinin de gösterdiği üzere Türkiye’deki öğretmenler, OECD ülkelerindeki meslektaşlarına göre daha düşük oranda hizmet içi eğitimlere katılmakta ve hizmet içi faaliyetleri daha düşük oranda faydalı bulmaktadır. Ayrıca, Türkiye’de yapılan çok sayıda araştırma, öğretmenlerin hizmet içi eğitimlerin niteliğinden memnun olmadıklarını göstermektedir.

Akademik araştırmalar ve uluslararası raporlar, başarılı bir eğitim sisteminin en kilit hususlarından birinin de tecrübeli öğretmenlerin dezavantajlı bölgelerde çalışması olduğunu belirtmişlerdir. Nitelikli öğretmen, öğrencinin dezavantajını ortadan kaldıracak en önemli unsurdur. Ancak Türkiye’de ilk atama sürecinde öğretmenler öncelikli olarak dezavantajlı bölgelere atanmaktadırlar. Dezavantajlı bölgelerde tecrübeli öğretmen oranı oldukça sınırlıdır. Örneğin Ağrı, Muş, Bitlis gibi illerde öğretmenlerin ortalama çalışma süresi dört yıldan daha azdır. Tecrübeli öğretmenler daha çok avantajlı bölgelerde öğretmenlik yapmaktadırlar.

Öğretmen yetiştirmedeki kalite sorunu bugüne kadar takip edilen yanlış uygulamaların sonucudur. Halen Türkiye’de öğretmen yetiştiren 92 Eğitim Fakültesi vardır. Ancak bu fakültelerin nitelikli bir eğitim sistemi için gerekli donanımlara ve öğretim üyesine sahip olduğunu söylemek mümkün değildir. Eğitim fakülteleri, diploma ve pedagojik formasyon sertifikası dağıtan kuruluşlara indirgenmiştir; söz konusu fakültelerin, ulusal sınırların dışında neredeyse hiç bilinirlikleri yoktur. Maalesef bu fakültelerin hepsinde “Yükseköğretim Yeterlilikler Çerçevesi” çalışmaları tamamlanmamıştır. Sadece 12 üniversitedeki akademik birimlerde lisans programları akreditasyonu tamamlanmıştır. Yani birçok eğitim fakültesi akademik akreditasyondan geçmemiştir. Öğretmenlik Meslek Yasası yıllardır konuşulduğu halde hala çıkarılamamıştır ve kapsamı belirli değildir. Aynı şekilde öğretmenlere uluslararası vizyon kazandırmak, onların yurtdışı bilgi, görgü ve deneyimlerinin arttırılması için önemli olan bir yurtdışı program yoktur.

Millî Eğitim Bakanlığının öğretmenlerin eğitimlerinin güncellenmesi ile ilgili tespiti ve önceliği doğrudur ancak bu sorunu ortadan kaldıracak çalışmaların yeteri kadar yapıldığını söylemek zordur. Bizce üzerinde durulması gereken en önemli husus öğretmenlerimizin kalitesinin en kısa zamanda yükseltilmesidir. Gelecek Partisinin çözümü bütün öğretmenlerimizin konularında yüksek lisans sahibi olmalarıdır. Yeni atanacak öğretmenler yüksek lisanslı olmalı eskiden atanmışlar da yüksek lisans için teşvik edilmelidir. Yüksek lisansı olan yeni atanmış öğretmenlerle mevcut öğretmenlerden yüksek lisans yapanlara 3600 ek gösterge, olmayanlara 3200 ek gösterge uygulanması bu süreci hızlandıracaktır.