Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Selçuk Özdemir ile ülkemizin eğitimini, endüstri 4.0’ı, teknoburjuvaları ve çözüm önerilerini konuştuk…

Ülkemizdeki eğitim sistemi hakkında neler söylemek istersiniz?

Dünyadaki eğitimin durumunu öncelikle gözden geçirip ardından ülkemizi konuşmakta fayda var. Dünyanın şu anda içinde olduğu ekonomik kriz aslında bir eğitim krizidir. Ülkelerin hemen hemen tamamının - insanlara ihtiyaç duyacakları bilgi-beceri setleri yükleyen - eğitim sistemleri, tüm sektörlerde sergilenen emeğin şeklini ve niteliğini değiştiren Endüstri 4.0 teknolojilerine kısa vadede yenilmiştir. Bu yarışı orta ve uzun vadede eğitimin lehine değiştirecek gerekli paradigma dönüşümlerini gerçekleştiren ülkeler ve toplumlar yollarında ilerlerken, bu paradigma dönüşümünü gerçekleştiremeyen ülkeler ve toplumlar, tarihte defalarca olduğu gibi yok olup gidecekler. Uluslararası ekonomi ve eğitim kuruluşları “mevcut eğitim paradigması ile mevcut eğitim sorunlarının çözümünün mümkün olmadığı ve eğitim sorunlarının  çözümü için mutlaka ‘yıkıcı inovasyonlara’ ihtiyaç duyulduğu” yönünde çağrılarda bulunmaktadır.

Hocam endüstri 4.0 ve eğitim arasında nasıl bir ilişki var?

Uzun zamandır Endüstri 4.0’ın aslında ekonomiden ve teknolojiden çok eğitimin ilgi alanına girdiğini, çünkü tüm sektörleri mümkün olduğunca “insansızlaştıran” tarihteki en büyük ekonomik kırılmayı yaratan ve insanı işlevsizleştiren Endüstri 4.0’ın sistem dışına ittiği ortalama ve altında becerilere sahip yüz milyonlarca insanın tekrar ve sürekli olarak eğitilmesi gerektiğini söylüyorum. Ortalama ve altındaki becerilere sahip insanların işlerini ve hatta ortalamanın üzerinde beceri gerektirenleri de yerine getirmeye başlayan akıllı teknolojiler klasik işleri insanın yerine yaparken sadece çok az sayıda üst seviye becerilere sahip insanın bu süreçlerde hizmet vermesi yeterli oluyor. Bu durum, bundan sonra daha da fazla artarak devam edecek. İşte, dünya ülkelerinin “mevcut eğitim problemlerini mevcut eğitim paradigması ile çözemeyiz, eğitimde yıkıcı inovasyonlara ihtiyaç var” söyleminin çıkış nedeni budur. Eğitim dışındaki tüm sektörlerin ihtiyaç duyduğu “emeğin şekli ve niteliği”, teknoburjuvalar tarafından her gün yenisi tasarlanan akıllı teknolojilerce değişirken ve gelişirken, eğitim sistemi 150 yıl önce son halini aldığı bugün halen baskın olarak devrede olan dört duvar arasındaki modelle devam edemez.

  “Dört duvar arasında devam edemez” cümlenize geri döneceğim ama bu teknoburjuva nedir?

Benim uzun zamandır kullandığım ve üzerine uluslararası bir dergide yayınlanan makale de yazdığım teknoburjuva kavramı, yeni nesillerine “dönemin bilimini” ve “dönemin üretim araçlarını” doğru olarak kazandıran toplumların hızla ilerlemesine yardımcı olurken, yeni nesillerine “dönemin bilimine ve dönemin üretim araçlarına” uygun bilgi-beceri setlerini kazandıramayan toplumların işlevsizleşmesini ve iğdiş edilmesini tanımlamaktadır. Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu çıkmaz biraz da bu noktadan beslenmektedir. Endüstri 4.0’ın teknoburjuvasının, önceki endüstri devrimlerinin burjuvasından farklı olarak, en büyük ve hatta tek sermayesi hayal ettiklerini, yaratıcı ve sorgulayıcı becerilerini kullanarak ve dönemin bilimi ve dönemin üretim aracı bilişim teknolojilerini işe koşarak ete-kemiğe büründürebilmesidir. Hani şu “komşunun oğlu bilgisayarından başını kaldırmıyormuş, yazık!” dediğimiz gençler, doğru yönlendirme ve doğru becerileri onlara kazandırmakla, yarın bu eleştiriyi yapan kişiyi işsiz ve hatta işlevsiz bırakacak yıkıcı bir inovasyona imza atabilir. Bunun dünyada her gün bir çok örneğini görüyoruz.

 Teknoburjuvalarla ülkemizde de karşılaşıyor muyuz?

Ülkemizde değil belki ama başka ülkelere göç eden vatandaşlarımız arasından, daha özgür düşünme ve üretme fırsatı bulanlar dünyada ses getiren ve etki yaratan inovasyonlara imza atıyorlar. Türkiye’den çıkma ihtimali çok düşük. Bunun bir çok sebebi olmakla beraber benim Takiyüddin’in gözlemevlerinin “gökyüzündeki meleklerin bacaklarını izliyorlar” söylentisiyle boğazdaki gemilerden atılan toplarla yerle bir edilmesine benzettiğim “çocuklarımız teknoloji bağımlısı oldu” söylentisini çıkaran akademisyen ünvanlı kişiler toplumu bir anlamda topa tutuyorlar. Gelişmiş ülkelerin özenle hazırlanmış programlarla çocuklarına kazandırmaya çalıştığı dönemin üretim aracı bilişim teknolojilerini, baştan bilinçsiz söylemler ve iddialarla yıkan insanların bu ülkeye verdiği zararı her gün biraz daha hissediyoruz ve daha da fazla hissedeceğiz.

 Peki, Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitimdeki sorunların çözümü için bir yol haritası öneriniz var mı?

Ben eğitimdeki mevcut problemlerin, Bakanlığın bugün sahip olduğu yetki ve yetkinliklerle kim gelirse gelsin çözülemeyeceğini düşünüyorum. 20milyon öğrenci ve 1,5milyon öğretmenin olduğu devasa bir geminin dümenini ufacık başka bir yöne kırdığınızda gemi karaya oturur, zaten bunu her gün yaşıyoruz. Yapılan her reform iddiasındaki değişim bir sonraki yönetim tarafından çöpe atılıyor, çünkü kimse bütünü göremiyor ve ölçemiyor.

Peki ne yapılması gerekiyor?

Yol haritası değil ama temelde bazı önerilerim olabilir. İlk başta eğitime dair kavramları kutsallaştırmaktan vazgeçmeliyiz! Ne okul ne de öğretmen kutsal değildir. Kutsal olan bir şey varsa o da insanın bulunduğu topluma ve doğaya daha faydalı olacağı bilgi ve becerileri kazanması ve bunu sürekli yapıyor olmasıdır. Kutsallaştırdığınız şeyler kısa bir zaman sonra dokunulmazlık elde ediyorlar ve değişime karşı en büyük direnci gösteriyorlar. Halbu ki okul da öğretmen de öğretim yöntemleri de kitap gibi kaynaklar da yeri ve zamanı geldiğinde değişmek zorundadır. Eğitimde amaçların kadim, araçların ise geçici ve moda olduğunu anlamak zorundayız. Eğitimin amacı olan “topluma ve doğaya daha faydalı olacağı bilgi ve becerileri kazanması” bundan önceki bin yıllarda da bugün de ve bundan sonraki binyıllarda da kalıcı olacağından emin olabilirsiniz. Ancak, bu amaca ulaşmak için o dönemin bilimsel bilgi birikimini ve o dönemin araçlarını en mükemmel şekilde kullanmak zorundayız. Bu anlamda, ülkemizde bilinçsizce eğitimde teknoloji kullanımına savaş açmış akademisyen ünvanlı kişilerin “çocukların bilgisayar kullanması geçici bir moda” iddialarının aslında ne kadar içi boş ve zararlı bir söylem olduğu ortaya çıkmaktadır. Her yetişkin nesli, arkadan gelen yeni nesillere, sahip olduğu bilimi ve üretim araçlarını “uygun ve doğru yöntemlerle” öğretmek zorundadır.

Bunun bir örneği var mı verebileceğiniz?

Bugün bir yerlerde Köy Enstitüleri’nin ne kadar başarılı bir proje olduğundan bahsettiğinizde birileri “köy mü kaldı kardeşim, bırakın artık bunları” şeklinde küçümser. Dönemin bilimini ve dönemin üretim araçlarını mükemmel bir pedagojik yaklaşımla Köy Enstitüleri’nde yeni nesillerine öğretmeye çalışan Cumhuriyet’in kurucu aklı, eminim bugün olsa “Endüstri 4.0 Enstitüleri” veya “Akıllı Teknoloji Tasarım Enstitüleri” olarak hayata geçirirlerdi buraları. 1930’larda gelişmiş ülkeler Endüstri 2.0 dönemini yaşarken 300 yıl geriden gelerek tarım toplumu olarak tutunmaya çalışan yeni Cumhuriyet’imizin kurucuları ellerindeki en büyük üretim gücü olan köylüyü modern tarımla, bilimle ve sanatla tanıştırarak verimliliği artırmaya çalışmıştır. Ve, en ilginci tarımdan elde ettiği verimlilikten kazandıklarıyla Endüstri 2.0’a geçiş yapmak üzere sanayi yatırımları yapmıştır. Ne demek istediğimi anlamak isteyenler lütfen kısa bir zaman önce kapatılan bugün müze olarak hizmet veren Sümerbank Nazilli Basma fabrikasını ziyaret etsin. Bugün Google’ın çalışanlarına işyerinde sunduğu müthiş imkanlar şeklinde ağzımızın suyu akarak izlediğimiz olanakların hemen hemen aynısının çalışanlarının çoğu kadın olan fabrika işçilerine sunulduğunu gördüklerinde çok şaşıracaklardır. Köy Enstitüleri’nin kurucu isimlerinden İsmail Hakkı Tonguç’un enstitü müdürlerine yazdığı bir mektupta “gerekirse diğer tüm derslerden feragat edin ama çocuklarımızın en az bir müzik aletini çalmasını ve civar köylülere konser vermelerini sağlayın” cümlesinin aslında ne kadar güçlü bir pedagojik amaç güttüğünü bugün daha yeni anlıyoruz. Asıl amacın, günümüzde bazı kişilerin belirttiği gibi “köylülere zorla batı müziğini öğretmek” değil, köy çocuklarının özsaygılarını kısa sürede güçlendirecek olan “ben bir şey yapabiliyorum” duygusunu kazandırmak olduğunu görüyoruz.

Eğitimin dört duvar arasına sıkışması ifadesi de galiba burada devreye giriyor.

Çok haklısınız. Bütün eğitim yaklaşımlarının en büyük ortak paydası pratik yapmaktır. Uygulaması olmayan eğitim, verilmemiş bir eğitimdir. Bu durumun fazlasıyla farkında olan, dönemlerinin büyük eğitimcileri Montessori’yi, John Dewey’i, North WhiteHead’i çok iyi incelediklerini anladığımız Hasan Alî Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un kurduğu Köy Enstitüleri tamamen “dene-yanıl-yaptıklarından ders çıkar-tekrar dene” döngüsü üzerine kurgulanmıştı ve uygulama ile kuram mükemmel şekilde biraraya getirilmişti. Uygulamaya konulan bu öğretim yaklaşımı devamlılık gösterip 1950’lerde kesintiye uğramasaydı, gelişmiş ülkelerin bugün IB, PYP, STEM gibi isimlerle hayata geçirdiği çok güçlü bir modeli biz en az 85 yıldır kullanıyor olacaktık. Hasan Alî Yücel’in 1945’de Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’inin eğitim yılı açılışında söylediği “Çocuklarımızı Fizik ve Kimya eğitiminde karatahtadan ve tebeşir tozundan kurtardık” söylemini doğru anlamalıyız. Genç Cumhuriyet’in eğitim sistemini tasarlayan akıl, bugün geçmeye çalıştığımız işbaşında ve uygulamalı öğrenmeye daha o yıllarda büyük önem vermişti.

Peki, bugün ne kadar devam ediyor bu anlayış?

Ne yazık ki, Nizamülmülk’ten bu yana, yani yaklaşık 1000 yıldır toplumumuz eğitimin nakli değil akli yapıldığı sadece iki kısa dönem yaşadı. Birincisi Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’da sıbyan okullarını kurduğu ve teşvik ettiği bilimsel ve sanatsal çalışmaların gerçekleştiği yıllar, ikincisi ise Atatürk’ün öncülüğünü yaptığı Cumhuriyet’in ilk 25 yılıdır. Bugün dahil toplumumuz yüz yıllardır yeni nesillerin akıl yürüterek öğrenmesinden çok önlerine konulan malumatı ezberlemesini ve bilinçsizce hayata dokunmadan tekrarlamasını eğitim olarak kabul etmektedir. Anne-babalarımız, çocuklarının önlerine koyduğumuz şıklardan ne kadar çoğunu doğru bilirse çocuğunu o kadar başarılı zannetmektedir ki hepimiz bu şekilde eğitildik. Endüstri 4.0 teknolojilerinin hortladığı son 20 yıla kadar da halimizden memnunduk. İş hayatında da, eğitildiğimiz gibi,  sorgulamadan önümüze konulan işi ezberlediğimiz gibi yapıyorduk. İşte bu akıllı teknolojiler, ezberlediği işi robot gibi tekrarlayan insanların işlerini yapmaya başlayınca, Türkiye benzeri emek-yoğun gelir sağlayan ülkeler Endüstri 4.0 girdabına ilk kapılanlar oldu. Tekrarlamakta fayda görüyorum, bugün karşı karşıya olduğumuz kriz geçici bir kriz değil, insanlık tarihinde defalarca şahit olduğumuz teknolojinin eğitimle girdiği yarışın sonucunda eğitimin teknoloji karşısında yenilgiye uğramasıyla toplumun küçük bir bölümünün aşırı zenginleşmesi ve teknolojinin getirdiği dönüşüme cevap verecek yeni bilgi-beceri setlerini kazanamayan büyük kalabalıkların ise daha da fakirleşmesidir.

Son sözlerinizi ve yorumlarınızı alabilir miyiz?

Eğitim, tüm dünyada önümüzdeki en az 50 yıl en heyecan verici ve en dinamik inovasyon sahalarından birisi olacak. Tüm dünyada eğitime yapılan toplam harcama rakamlarının artış hızı düşerken bunun içindeki eğitimde teknoloji kullanımına yönelik harcama kalemi, diğer tüm harcamalardan daha büyük bir ivme ile artmaktadır. Eğitim süreçlerinde öğretmenin ve öğrencinin sırtındaki angarya işleri otonom gerçekleştirecek, öğretmen ve öğrenciye kaliteli öğrenme için çok daha fazla zaman kazandıracak inovasyonlar bundan sonra hızla hayatımıza girmeye başlayacak. Son 2 yıldır yaşadığımız pandemi önümüzdeki 25 yılda gerçekleşmesini beklediğimiz eğitimdeki değişimleri çok hızlandırdı. Gelişmiş ülke üniversiteleri, STK’ları ve şirketleri eğitim kaynaklarını ölçeklendirip nitelikli eğitimi daha düşük maliyetli, kolay, yaygın ve sürekli erişilebilir hale getirecek inovasyonlar peşinde. Bu anlamda, özellikle atanamayan genç eğitimci arkadaşlarımızın aslında ulusal veya uluslararası eğitimde büyük bir dönüşümün öncüsü olmalarını sağlayacak fırsatlarla karşı karşıya olduklarını fark etmelerini rica ediyorum.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. 

Türkiye hepimizin, eğitim hepimizin...