Eğitimci Savaş Özen ile öğretmenler odasını ve öğretmenlerin gündemini konuştuk.

“Mesleğimi bir öğrenme yolculuğu olarak görüyorum ve her anında çocuklarla yaşamanın bir evresini yakalamaya çalışıyorum. Eğitimin öznesi çocuk olduğundan dolayı öğretmenlik mesleğine kutsiyet yüklemeyi seviyoruz ancak mevcut koşulları düşündüğümüzde bırakın kutsiyeti, mesleki inanç dahi yok olmak üzere. Şu an resmi ve özel okullarda çalışan birçok öğretmenin gündeminde eğitime dair hiçbir şey yok, yalnızca geçim derdi ve günü kurtarmak var.”

“Sabahtan okula giden, günde 7-8 saat ders anlatan öğretmen; angarya işlerle uğraşmaktan eğitimi düşünmeye vakit bulamıyor. Okul sonrası etüt merkezinde ders anlatıyor, özel derse gidiyor veya farklı işler yapıyor; çünkü yapmazsa geçinmesi mümkün değil. Şu an sendikaların ne bir ideolojisi var ne de hak savunuculuğu, sadece particilik var.”

Savaş hocam sizi tanıyabilir miyiz?

2006 yılında 19 Mayıs Üniversitesinden mezun oldum ve aynı yıl İstanbul Pendik’te göreve başladım. Mesleğimi bir öğrenme yolculuğu olarak görüyorum ve her anında çocuklarla yaşamanın bir evresini yakalamaya çalışıyorum. İstanbul’da başlayan yolculuğum Manisa ve İzmir’in ardından Denizli’de devam ediyor. Resmi ve özel kurumlarda Türkçe ve P4C öğretmenliğinin yanı sıra yöneticilik görevlerinde bulundum. Şimdilerde öğretmenlik, eğitim danışmanlığı ve SODİMER’de başkan yardımcılığı görevlerini yürütüyorum.

Eğitim sektörünün birçok alanında çalışmış ve öğretmenler odasında olan bir öğretmen olarak öğretmenlerin eğitim gündemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Resmi ve özel okulları yakından gözlemleyen, orada emek veren birçok öğretmenle iç içe olan bir eğitimci olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Öğretmenlerin gündeminde eğitim hariç her şey var. Bu durum mesleki açıdan üzücü ancak suçlusu öğretmen değil. Gatto gibi düşünürsek belki de istenen budur. Eğitimin öznesi çocuk olduğundan dolayı öğretmenlik mesleğine kutsiyet yüklemeyi seviyoruz ancak mevcut koşulları düşündüğümüzde bırakın kutsiyeti, mesleki inanç dahi yok olmak üzere. Karar alıcılar, sendikalar ve eğitim paydaşları sınıfta kalmıştır. Şu an resmi ve özel okullarda çalışan birçok öğretmenin gündeminde eğitime dair hiçbir şey yok, yalnızca geçim derdi ve günü kurtarmak var. Nasıl olmasın? Peygamberlik mesleği denilen bir işi yapıyorsunuz, yıllarca eğitim almışsınız, tüm gününüzü çocuklarla ve ideallerinizle geçiriyorsunuz ancak geçinemiyorsunuz. Bu durum kabul edilebilir değil. Özel okullarda çalışan öğretmenlerimizin durumu ise vahim bir halde ancak daha vahim olan ise yetkililerin öğretmenlere kulaklarını tıkaması. Herkes, her şeyi biliyor; tüm olanların farkında ama kılını dahi kıpırdatmıyorlar. Sabahtan okula giden, günde 7-8 saat ders anlatan öğretmen; angarya işlerle uğraşmaktan eğitimi düşünmeye vakit bulamıyor. Okul sonrası etüt merkezinde ders anlatıyor, özel derse gidiyor veya farklı işler yapıyor; çünkü yapmazsa geçinmesi mümkün değil. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde temel basamakları yaşamaktan üst basamaklara ulaşamıyor. Bu konuda beni şaşırtan durum, herkesin ama herkesin bu çaresizliği kabul etmiş olması. Herkeste bir kabulleniş görmek, bir eğitimci olarak beni ziyadesiyle üzüyor. Neden bu makus talihi yaşamak zorundayız? Değişmesi için neden uğraşmıyoruz; uğraşmayı geçtim, konuşup tartışmıyoruz bile. Adeta öğrenilmiş çaresizlik içerisindeyiz. Resmi ya da özel okul fark etmeksizin bir atalet, bir vazgeçmişlik içerisindeyiz. Sosyal medyada seslerini duyuran öğretmenlere bakınca umutlansak da öğretmenler odasına girdiğimizde umudumuz tükeniyor. Bunda öğretmenin bir suçu yok, öğretmen de bir insan. Karar alıcılar ve sendikalar, emekçileri öyle bir cendereye attılar ki emekçiler çalışmaktan düşünmeye fırsat bulamıyor. Böyle bir ortamda, öğretmen bu koşullarda yaşarken çağın insanını yetiştirmek, muassır medeniyet seviyesine ulaşmak mümkün mü? Bırakın o seviyeye ulaşmayı, her geçen gün geriye gidiyoruz. Meslek koşulları öyle zor bir hale geldi ki, başarılı çocuklar artık bu mesleği seçmiyorlar. Ben 2002’de ÖSS’de ilk bine girerek bu mesleği seçtim. Hukuk, iktisat, uluslararası ilişkiler seçebilirdim ama öğretmen olmak istedim. Kimseyi kırmak, rencide etmek istemem ancak öğretmenlik mesleği; başarılıların değil, ortalamanın mesleği olma yolunda ilerliyor. 100’e yakın eğitim fakültesi açmak, zorunlu eğitim süresini uzatmak, yöneticilerin seçimindeki tutarsızlıklar… Sayamayacağım birçok nedenden ötürü seçilen meslekten tercih edilen mesleğe dönüştük. Puanı yüksek olan gençlerimiz, yüksek maaş alabilecekleri meslekleri seçerken düşük puanlı gençlerimiz istedikleri bölümü kazanamadıkları için öğretmenliği tercih etmek zorunda kalıyorlar. Yine söylüyorum; amacım kırmak, aşağılamak değil. Her çocuk özeldir, her insan değerlidir ancak “Hiç olmazsa öğretmen olsun.” düşüncesinden uzaklaşmaz isek geleceğimiz hiç olmadığı kadar zor olacak.

 Öğretmenler ÖMK ile ilgili neler düşünüyor? Kanun sürecine dair değerlendirmeleri nasıl? Öğretmenler odası bu konuyu tartışıyor mu?

Durumumuz içler acısı, birçok arkadaşımız ne yazık ki süreci okuyamadılar. Süreci okuması ve yönetmesi gereken sendikalar da işlevsiz olunca öğretmenlerimiz bu süreçte kayboldular. Az önce bahsettiğim üzere, öğretmen arkadaşlarımız unvan için değil ek zam alabilmek için başvurdular. ÖBA eğitimleri de başlayınca anlaşıldı ki bakanlık dersine yeterince çalışmamış. Öğretmenin yalnızca meslek bilgisine yönelik video içerikler hazırlanmış, alan bilgisi veya mesleği tutum-becerilerine yönelik çalışma yapılmamış. Lütfen akademisyenlerimiz bu sözlerime alınmasınlar, hepsinin emekleri için teşekkür ederim ancak içeriklerin sunumu yeterli değil. Ekrandan slayt okumak geçen yüzyılda kaldı. Siz 2 yıl uzaktan öğretim yapmış öğretmenin karşısında slaytla çıkarsanız eleştirilmeyi de göze almanız gerekir. Böyle olmamalıydı ama oldu. ÖMK’ye başından itibaren karşı çıkanlar olduğu gibi yayınevlerinin veya sendikaların hazırladığı hazırlık kitaplarını anında edinen ve harıl harıl sınava çalışan öğretmenler de var. Bu noktada kimseye kızamayız, herkesin yaşam amacı ve yaşama bakışı farklı ancak bir öğretmenin 1000 TL fazla maaş almak için böyle davranış sergilemesi hepimizin ayıbı. Bir de sınavdan muaf durumları var. Branşıyla alakasız YL yapan, uzaktan tezsiz YL yapan, formasyon eğitimi alanla alanında YL yapanlar aynı kefeye kondu. Hatta formasyon eğitimini alan Fen-Edebiyat mezunları, eğitim fakültesi mezunlarının önüne geçti. Akıl alır gibi değil ama bu da oldu, oluyor. Her şeye rağmen mücadele eden arkadaşlarımız var; yılmadan, yorulmadan tepkilerini dile getiriyorlar. Bir de hiç umursamayanlar var ki onlar hepimiz adına utanç verici. Öğretmen, toplumun kanaat önderidir; nasıl bu kadar umarsız oluyorlar, anlayabilmiş değilim. Açıkçası; ÖMK kadük bir kanun olarak hayatımıza girdi ve öğretmenler odası ÖMK’yi tartışmayı bırakın, konuşmuyor bile.

Eğitim iş kolunda birçok sendika var . Öğretmenler  sendikalara nasıl bakıyor? Bu durumu neye bağlıyorsunuz?

50’den fazla eğitim sendikası var ancak dört tanesinin üye sayısı, toplam öğretmen sayısının dörtte üçü kadar. En büyük eğitim sendikasının üye sayısı, toplam öğretmen sayısının yarısı kadar. Gelgelelim öğretmenin hakkını savunan yok. Öğretmenlerimiz sendikalardan rahatsız ancak rahatsız olmanın dışında bir şey yaptığı da yok. Müdürün, arkadaşın hatrına sendikaya üye olanlar var. Soruşturmasını kapattırmak veya yönetici olmak için üye olanlar var ki ülke olarak utanmalıyız bu durumdan. MEB yöneticilerinin ekseri aynı sendikadan olması, en çok da ülkemiz için tehlikeli. Tek tipleşmenin önünü açan, gelişimi engelleyen bir durum ortaya çıkar ki şu an yaşadığımız süreç, tam böyle bir süreç. Yetkili ama bilgisi yok. Bizler farklılıkları fark ettiğimiz ve birlikte yaşadığımız sürece değerliyiz, ancak farklılıkları dikkate aldığımızda gelişiriz. Sendikaların bir ideolojiye değil, hak savunuculuğuna  ihtiyacı var. Şu an sendikaların ne bir ideolojisi var ne de hak savunuculuğu, sadece particilik var. Sorsanız inkar ederler ancak durum ne yazık ki böyle. Haliyle öğretmen sadece örgütlenmek için sendikaya üye oluyor, o da biliyor neyin ne olduğunu. Bir türküde bahsediyordu:”Bizi en çok bizden olanlar vurdu.” diye, durumumuz tam da böyle. Sendikalara sosyal medyadan baskı yaparak eyleme çağırıyoruz, böyle bir ayıp olabilir mi? Başkanı ve yönetimini biz neden seçtik, süreci yönetsin diye seçtik ama başkanlar sosyal medyadan tepki gelince ya eylem yapıyorlar ya da bakanla görüşmeye gidiyorlar. Nasreddin Hoca-Timur hikayesi gibi bir durum ortaya çıkıyor. Üye sendikaya baskı yapıyor, başkan bakanlığa gidiyor ama sendika, üyesinin arkasında durmayacağını bildiğinden bakanlıkta oyalanıp geliyor. Velhasıl, güleriz ağlanacak halimize. Bence kapatalım gitsin sendikaları, birileri de makam arabasına binmeyiversin.

Öğretmenler, sendika ve MEB arasında sıkışmış durumda mı?

Şöyle 10-20 yıl öncesi olsa evet derdim ancak şu an böyle bir sıkışıklık görmüyorum. Üzülerek söylemem gerekirse bakanlık; bizler için fildişi kuleye dönüşmüştür, ulaşılmaz olmuştur. Bürokratlarımız sahadan gelme değil, sahayı ve meslek şartlarını bilmiyorlar. Karar alıcılar eğitimci dahi değil, sahayı öğrenmek gibi bir gayretleri de yok. Sendikalarda da durum farklı değil. Sendika başkanı; bir devlet başkanı, bakan ya da holding patronu gibi lüks arabaya biner mi, konvoyla gezer mi, temsil ettiği üyesinden beş kat fazla maaş alır mı? Bence sendikalar ve MEB kendi aralarında çalıp oynuyor, öğretmenlerse çoktan vazgeçmiş durumda. Neden vazgeçmesin ki? Bir öğretmen derdini anlatacak olsa bırakın üst düzey bürokratı, sendika yöneticisini; ilçe müdürüne, sendika şube başkanına ulaşamıyor. Sanırsınız şirket CEO’su, sanırsınız öğretmen değiller. Burunlar kaf dağında, öğretmenin gözünün içine bile bakmıyorlar, randevu dahi vermiyorlar. Belirli gün ve haftalarda ilçe MEM’e en yakın okula gidip fotoğraf çekilmekle eğitim yöneticisi de olunmaz sendikacı da.

Eğitimin genel durumunu ve geleceğini düşündüğünüzde mevcut durum dijital çağın gereklerine ihtiyaç verebilecek mi?

Çok da uzatmadan cevap vereyim: Hayır. Bırakın cevap vermeyi, eğitimin genel durumunu soru sormaya bile gerek yok. Herhangi bir okula gidin veya bahçe duvarından okulu ve içerisindeki insanları izleyin. Bir teneffüs izlemeniz yeterli. Dijital yetkinlik ve öğretmenlik becerileri alanında binlerce öğretmene eğitim vermiş, az da olsa bu alana emek vermiş bir eğitimci olarak söylemiş olayım. Ne yapmamız gerekiyorsa yapalım, yapalım ki yaşadığımız kısır döngüden kurtulalım.

Mevcut durumdan toplum da toplumu yönetenler de memnun değil. Bu kısır döngüden çıkmanın bir yolu yok mu?

Var tabi, Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi:”Birgün benim fikirlerim bilimle çelişirse siz bilimi seçin.”

 Bilimi seçmek, gereklerini uygulamak zorundayız. Göreve başlayan her bakan, bakanlıkta ve sistemde değişikliğe gidiyor. Böyle olmamalı, eğitim siyaset üstü olmalı. Devletin bir eğitim politikası olmalı ve hükümetlere bağımlı olmamalı. Benim söylediklerim ütopya gibi algılanabilir, öyledir de muhtemelen. En başta söylemiştim ya, belki de istenen budur. Belki biz yanlış biliyoruzdur.

Mevcut durumun yalnızca liyakat sorunu gibi görünmesi yanlış, şu an yaşadıklarımız liyakat sorunundan kaynaklanmıyor, sorun liyakatta ehliyet olmamasından kaynaklanıyor. Layık görülen yöneticinin dünyadan haberi olmazsa işiniz zorlaşır. Biz tam da bunu yaşıyoruz.

Mevcut hükümetin veya göreve yeni gelecek hükümetin, 2023 sonrası toplumun ve devletin geleceği açısından eğitim vizyonu nasıl olmalı?

Devleti kim yönetiyorsa yönetsin ancak eğitimi eğitimciler yönetsin. Hükümetlerden bağımsız bilimsel politikalar üretilsin. Bizlerin insan israf edecek lüksü yok. Çocuklarımızı, gençlerimizi israf etmeyi bırakalım artık. Çocuklarımıza mutluluk borçluyuz, bu borcu ödeyelim; bu bizim görevimiz.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...