Yüzbinlerce izlenen videolarıyla toplumun her kesiminden insanı felsefeyle tanıştıran Pelin Dilara Çolak (dilozof) ile kim olduğunu, neden dilozof ismini kullandığını, Youtube'da adeta bir felsefe fabrikası gibi ürettiği içerikler ile neyi amaçladığını ve felsefenin önemini konuştuk.

 “Felsefe denilen pratiği daha fazla insan için görünür hale getirmek ve hayatın anlamı gibi büyük sorulara verilen önemli yanıtları herkes için anlaşılır kılmayı amaçlıyorum. Felsefe yapmak ve anlatmanın tek imkanı akademi değil. Eğitimin geleneksel kurumları aşarak dijital platformlara yayılmasının bilgiyi demokratikleştiren bir yanı var, bunu seviyorum.”

“Kitap okumak da benim işimin bir parçası, tasarım yapmak da, gezmek de, hatta pencereden dışarı bakıp hayatı düşünmek de. Benim için entelektüel bir faaliyet bu işin tamamı. İnsan anlam arayışında olan bir hayvan, felsefe yapabilme becerisi insanı tam da insan yapan şey.”

“Doğru eğitim politikaları, dijital medyanın ve yayıncılığın gücü ile temel felsefi meselelerin daha da görünür hale getirileceğini ve bunun sonucu olarak felsefenin önümüzdeki yıllarda daha da önem kazanacağına inanıyorum.”

   

Pelin Dilara Çolak kimdir? Sizi biraz tanıyabilir miyiz?

En kısa haliyle sanatla düşünen bir felsefeci ve felsefi içerik üreticisiyim.

1992'de İstanbul'da doğdum. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi felsefe bölümünde lisans ve yüksek lisans yaptıktan sonra, sanata olan ilgim dolayısıyla İstanbul Üniversitesi sanat tarihi bölümünde ikinci kez yüksek lisans yaptım. Şimdi yine Mimar Sinan'da doktora yapıyorum. Bu sıralar sanat eserleri ile dahi karşılaştığımız yapay zeka çağında insan olmak ne anlama geliyor sorusu üzerine düşünüyorum.

Fakat dört senedir zamanımın çoğunu harcadığım şey, akademi ve toplum arasında köprüler kurmayı amaçlayan dilozof isimli dijital projem.

Dilozof ne demek, neden bu ismi kullanıyorsunuz?

2018'de bir Youtube kanalı açmaya karar verdiğimde temel amacım genel olarak toplumdaki felsefeye dair o 'anlaşılması zor, sıkıcı, hayattan kopuk' konu algısını yıkmaktı. Sonuçta 25-26 yaşlarında bir felsefe öğrencisiydim, tüketicisi olduğum dijital medya platformlarına uygun, daha eğlenceli tarzda bir şey yapmak istiyordum. O dönem yakın arkadaşlarım tabir-i caizse bilmişlik yaptığımda bana dilozof diyordu, Dilara ve filozof kelimelerinin birleşiminden oluşan esprili bir lakaptı. Kanalın adından, seçilen renk paletine, video kapaklarından, içerik kurgusuna kadar genç ve dinamik bir dil yaratmaya çalıştım. Fakat ben de işin buraya kadar geleceğini düşünmemiştim. Açıkçası şimdilerde bu isimden sıkılmaya başladım. Malum yaş alıyorum ben değiştikçe içeriklerin tarzı da dili de değişiyor. Yakında her yerde kendi adıma döneceğim.

Youtube'da adeta bir felsefe fabrikası gibi içerikler üretiyorsunuz? Bununla neyi amaçlıyorsunuz?

Felsefe denilen pratiği daha fazla insan için görünür hale getirmek ve hayatın anlamı gibi büyük sorulara verilen önemli yanıtları herkes için anlaşılır kılmayı amaçlıyorum. Çünkü bilmek ve bilgiyi iletmek başka şeyler. Bu yüzden örneğin Kant felsefesinden bahsedeceksem, bilgi küratörlüğü yapar gibi önce bu alanda yapılan akademik çalışmaları tarıyorum. Sonrasında  konuyu nasıl daha anlaşılır hale nasıl getirebilirim diye epey kafa patlatıyorum. Bir izleyici "Seni izleyen herkes akademili değil, tekstil atölyelerinden takip ediyoruz biz seni" yazmıştı Twitter'da. İşte bu tam da dilozof'un amaçladığı şeydi. Herkesin felsefe lisansı okur gibi oturup Kant metinlerini okumasına imkan yok, bu alanda uzmanlaşmak felsefecilerin işi. Ama bu demek değil ki, insanlar Kant'ın düşüncelerinden ilham alamazlar. Bir nebzede olsa ben bu ilhamı yaratmayı amaçlıyorum.

İnsanların kanalı bu kadar sevmesinin temel nedeni de bu sanırım. Elbette benden önce de Youtube'da felsefe içerikleri vardı. Fakat Youtube'u bir nevi felsefe önlisans programı gibi kurgulayan, kronolojik olarak ilerleyen oynatma listeleri hazırlayan, kaynakçalar paylaşan başka bir kanal yoktu. Bu yüzden kanal gerçekten "herkes için felsefe". Kaç yaşında olduğunuz, ne eğitimi aldığınız veya ne iş yaptığınız önemli değil. Felsefenin büyük sorularına verilen yanıtları öğrenmek herkesin hakkı.

Zaten artık içerikleriniz sizi de aştı. Çünkü ben bizzat bu videolarınızın bazı lise ve üniversitelerde de izletildiğini biliyorum.

Evet, öğretmenler veya öğrenciler fotoğraflar atıyorlar. Oldukça mutluluk verici. Lisanstayken bir ara formasyon alıp lise öğretmeni mi olsam diye düşünmüştüm. Öğretmen olmadım ama bir gün lise derslerine bu şekilde sızacağım aklımın ucundan geçmezdi. Felsefe yapmak ve anlatmanın tek imkanı akademi değil. Eğitimin geleneksel kurumları aşarak dijital platformlara yayılmasının bilgiyi demokratikleştiren bir yanı var, bunu seviyorum.

Bu nitelikte videolar hazırlayabilmek ciddi vakit ve emek gerektiriyor olsa gerek. Nasıl bir çalışma planınız var?

Dışarıdan bakıldığında hiçbir sosyal hayatım, boş vaktim olmadan sadece çalışıyorum gibi gözüküyor. Çünkü sadece video yapmıyorum, tam 6 farklı platformda içerik üretiyorum.  Podcast, blog niteliğinde e-posta bültenler, online eğitimler, HBT Dergi'de köşe yazısı ve kaynaklarımı derlediğim kürasyonlar hazırlıyorum. Felsefe odaklı bir medya evreni diyebiliriz özetle. Şu an haftada 40 saati aşan tam zamanlı bir iş aslında, kendi kendimin hep patronu hem işçisiyim.

Fakat bu noktada resmi değiştiren şey araştırmalarım, hobilerim ve işimi birleştiren bir döngüye sahip olmam. Çünkü kitap okumak da benim işimin bir parçası, tasarım yapmak da, gezmek de, hatta pencereden dışarı bakıp hayatı düşünmek de. Benim için entelektüel bir faaliyet bu işin tamamı. Haliyle benim çalışmadığım an çok nadirdir, belki sadece spor yaparken çalışmıyorumdur. Bu kadar çalışmak zorunda değilim ama zaten bunu bir zorunluluk "iş" değil, oyun olarak görüyorum. Oyunun kendisi eğlenceli.

Peki felsefe neden önemli? Neden herkes ilgilenmeli?

Felsefe en temelde eleştirel bir düşünme yöntemi, sahip olduğumuz fikirleri ve değerleri sınayabileceğimiz ya da onları temellendirebileceğimiz bir pratik. Haliyle uzmanlık alanınız ne olursa olsun, kendinizi, toplumu ve genel ölçekte yaşamı anlayıp anlamlandırabilmeniz için ister istemez yapmanız gereken bir şey. Felsefe tarihinde uzmanlaşmaktan ziyade bu alanda ortaya konulan önemli tartışmaları, iyi yanıtları ve filozofların düşünme modellerini görmek sizi düşünmede ustalaştırır. Bu yüzden söz konusu ilişkinizde takınmanız gereken ahlaki tavır veya politik bir mesele olduğunda dahi o konuya dair daha iyi fikirler üretmenizi sağlar. Nihayetinde insan anlam arayışında olan bir hayvan, felsefe yapabilme becerisi insanı tam da insan yapan şey.

O halde ülkemizde felsefeye yeterince önem veriliyor mu sizce?

Konuya dair sosyolojik bir analiz yapamam fakat benim basit gözlemim ilginin giderek arttığı yönünde. 1 milyon izlenen felsefe içerikleri ya da 40 baskı yapan felsefeye giriş kitabı olması bunun en iyi kanıtı. Bahsettiğim Felsefenin Kısa Tarihi başlıklı bu kitabın yazarı dahi kitabın Türkiye'de 40 baskı yapmasına şaşırıp bir tweet atmıştı, "Bu kitabın Türkçesinin daha iyi olduğuna dair şüphelerim var!" şeklinde. Türkçesi İngilizcesinden daha iyi olduğu için değil, Türkiye'de böylesi çalışmalar görece daha az olduğu için toplumda büyük bir açlık ve açlığın farkındalığıyla oluşan merak var. Doğru eğitim politikaları, dijital medyanın ve yayıncılığın gücü ile temel felsefi meselelerin daha da görünür hale getirileceğini ve bunun sonucu olarak felsefenin önümüzdeki yıllarda daha da önem kazanacağına inanıyorum.

                                                     

Son olarak, siz bu felsefi içerik üretme yolculuğunuzda nasıl tepkilerle karşılaşıyorsunuz? Söz konusu tanrı gibi görece tabu konular olduğunda binlerce kişi karşısında yayınlar yapmak cesaret istiyor. Toplumun bu içeriklere genel bakış açısı nasıl sizce?

Tüm bu süreçten izleyicilerin ve benim çıkardığım dersler farklı elbette. Bırakın fikirlerimi karakterim bile daha olgunlaşmamışken yüzbinlerce kişi tarafından felsefi konuşmalarımın izlenmesi ve iyi-kötü verdikleri tepkiyi yönetebilmek benim için adeta bir sınav oldu. Çünkü içerikleri seven, hayatını değiştirdiğini söyleyen, bana mektuplar yazan, kardeşi gibi destekleyen çok insan var ama benden hiç hoşlanmayan insanlar da var. Kişisel olarak benden, görüntümden, stilimden, sesimden hoşlanmayanlara denilebilecek bir şey yok. Beni beğenmek, sevmek zorunda değiller.

Fakat aynı inanç veya ideolojiyi paylaşmadığım insanların hakaret, aşağılama içeren yorumlarına, hatta tehditlerine maruz kaldığım oldu. Başlangıçta ailem endişelenmişti. Babam bari instagram'da gittiğin yerde konum bildirme diyordu. Kimisi ise tarihsel arka planından dolayı ekranlarda popüler bir felsefeci olacaksa bunun belirli bir yaşa gelmiş bir erkek olmasını bekliyor ve genç bir kadın olmamdan hoşnut değil. Bu noktada ise cinsiyetçi yorumlarla karşılaştığım oluyor. Fakat sorun değil, bilgi alanındaki içerik üreticilerin yoğunlukla erkek olması beni zaten bu işi yapma konusunda başlangıçta motive eden etmenlerden biriydi.

Zamanla insanın derisi kalınlaşıyor, ilgiye de yergiye de. Sonuçta düğün fotoğrafçısı değilim, felsefe yapıyoruz. Doğal olarak birilerinin hassas olduğu noktalara temas edeceğim. Ama bu noktada takındıkları tavrın benimle değil, kendileriyle ilgili olduğunu anlayacak kadar olgunlaştım artık. O yüzden bir gün içerik üretmeyi bırakırsam oyun artık eğlenceli gelmediği için bırakırım, insanların fikirlerinin kendim hakkımdaki fikirlerime etki ettiği sınırı çoktan geçtim.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. 

Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...