“Yaşadıklarımdan Öğrendiklerim” kitabının yazarı ve eğitim yöneticisi, öğretmen, sendikacı, okur, düşünür, yazar, paylaşır :) Maksut Balmuk ile eğitimimizi ve yeni kitabını konuştuk.

“Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder. AKP iktidarının en temel sorunu anlayıştır. Eğitimde anlayış değişmediği sürece derslik sayısının arttırılması, atanan öğretmen sayısının arttırılması, sınıflara önce TV, sonra projeksiyon şimdi de etkileşimli tahta takılması eğitimde kalitenin ya da niteliğin artmasına etkisi beklendiği gibi olmaz.”

“Milli bir eğitim politikası oluşturulmalı ve hükümetlerin görevi kısa, orta ve uzun vadeli bu politikaları uygulamaktan ibaret olmalı. Ve eğitimde istikrar olmalı, liyakat olmalı, adalet olmalı. Sisteme giren bir çocuk sistemden çıkana (üniversite mezunu olana) kadar farklı kural ya da düzenlemelerle muhatap olmamalı.”

“Bugün eğitime yöne veren kadroların neredeyse yüzde 90’ı liyakatsiz kadrolar. Liyakatli olsalar dahi liyakati esas almayan kurallarla atandıkları için liyakatleri anlamsız kalıyor. İtaatkarlıkları liyakatlarını yok ediyor. AKP iktidarı 20 yılda liyakatli kendi kadrolarını dahi yetiştiremedi.
Ülkemizde din eğitimi sorunu yoktur. Ülkemizde nitelikli eğitim sorunu vardır. Bu da bilimsel eğitimle mümkündür. Din eğitiminin de inanç özgürlüğünün de teminatı laikliktir.”

Eğitim ve mevcut Türk Eğitim sistemimiz ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz?

Eğitim devletlerin olmazsa olmaz alanlarındandır. Bunu çok iyi bilen Atatürk;  daha devlet kurulmadan, kurtuluş mücadelesinde, savaş durumunda toplamıştır maarif kongresini.  Eğitim çok önemli ve eğitimde yapılan hataların sonucu geç çıkar fakat çok uzun süre etkisini sürdürür. Devletlerin eğitime yaklaşımı bireylerini (çocukluktan başlayarak) iyi bir vatandaş olarak yetiştirmeyi amaçlarlar. Bizim Milli Eğitim Temel Kanunumuzda da bu net olarak ortaya konulmuştur.

Bir kez daha hatırlamakta fayda var: 

-Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;

-Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;

İşte bu iki amaç dahi her şeyi özetliyor.

 Atatürk ne diyor:  Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder. 

İşte işin özeti burada. Biz bu öz cümleye bağlı kalsak her şey kendiliğinden gelir.

20 yıllık AKP iktidarlarının başarılı olamadığı bir çok alan var fakat bir çok alanı başarı ile sunabilirlerken AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın dahi başarılı olamadık diye ifade ettiği tek alan eğitimdir.
Eğitim’de yapılan yatırımlar vardır elbet ki 20 yılda olumlu gelişmeleri olmuştur fakat bu gelişmelerin sonuca yani eğitimin amacına faydası olmamıştır. Çünkü AKP iktidarının en temel sorunu anlayıştır. Eğitimde anlayış değişmediği sürece derslik sayısının arttırılması, atanan öğretmen sayısının arttırılması, sınıflara önce TV, sonra projeksiyon şimdi de etkileşimli tahta takılması eğitimde kalitenin ya da niteliğin artmasına etkisi beklendiği gibi olmaz.
Geldikleri ilk yıllarda müfredatı dahi sil baştan değiştirdiler, hatta değiştirdiklerini de değiştirdiler fakat sonuç yine de değişmedi. AKP’nin ilk iktidarında doğan bir çocuk bugün üniversitede. Peki o günle bugünü kıyasladığımızda eğitim öğretim açısından ilerleme var mı diye sorulsa tersine bir durum olduğunu herkes söyler.
Bu nedenle öncelikle anlayışın değişmesi gerekiyor. 
AKP iktidarlarının gündeminde hiçbir zaman laik, bilimsel, demokratik ve kamusal bir eğitim anlayışı olmadı.

Gündemleri eğitim kanalıyla geleceği kendi ideolojik yaklaşımlarına uygun dizayn etmek, eğitimi özelleştirmek oldu. Bunda da başarılı olamadılar çünkü buna izin vermeyecek bir birikim vardı. Bu birikimin mimarı da öğretmenler ve aklı, bilimi önceleyen vatandaşlarımızdı. Öğretmenlerin en temel yaklaşımı gelecek neslin de en az kendileri kadar nitelikli eğitim alabilmesi mücadelesi vermek olmuştur. Bu nedenle ne kadar uğraşıldıysa da dindar ve kindar nesil yaratılamadı hatta geri tepti.
Eğitimde bir başka sorun ise cemaat ve diyanet sorunudur. Bugün ekonomik imkanı olan velilere özel okullar gösterilirken diğerlerine de cemaatler ve diyanetin pençesine teslim edilmiş eğitim kurumları gösterildi.  Değerler eğitimi, işbirliği … gibi süslü sözlerle okullara sızdırılan cemaatler yetmezmiş gibi 4-6 yaş gibi çok önemli yaş grubundaki çocuklarımız diyanete teslim edildi. Yetmedi okuldaki çocuklara da diyanet görevlileri gönderildi/gönderiliyor. 
MEB asli görevini unutarak eğitimi ya özel okullara, ya cemaatlere ya da diyanete havale etti. 

1 milyondan fazla öğretmeni olan MEB’in değerler eğitimi için başka insan gücüne ihtiyacı yok. Olmamalı da.

Peki bunu değiştirmek mümkün mü? Ya da nasıl mümkün?

Ülkemizin bu konuda yeterli birikimi var. Yapılmak istendikten sonra pekala yapılabilir. Bunun için öncelikle anlayışı değiştirmek gerekir. AKP iktidarı ile bu anlayışın değişmeyeceği açık olduğuna göre önce iktidar değişimi gerekiyor. Daha sonra ise doğru kadrolarla gerçekçi ve bilimsel bir yaklaşımla sorunların çözümü mümkün. Eğitimde başarı için bakanlığın adında olduğu gibi milli bir eğitim politikası izlenmeli. AKP nin ya da başka bir partinin politikası değil. Siyaset için eğitim her zaman çok önemli oldu ama artık eğitimin ülkemiz için geleceğimiz için çok önemli olduğu anlaşılmalı. Milli bir eğitim politikası oluşturulmalı ve hükümetlerin görevi kısa, orta ve uzun vadeli bu politikaları uygulamaktan ibaret olmalı. Ve eğitimde istikrar olmalı, liyakat olmalı, adalet olmalı. Sisteme giren bir çocuk sistemden çıkana (üniversite mezunu olana) kadar farklı kural ya da düzenlemelerle muhatap olmamalı. 

Liyakat dediniz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Bugün eğitime yöne veren kadroların neredeyse yüzde 90’ı liyakatsiz kadrolar. Liyakatli olsalar dahi liyakati esas almayan kurallarla atandıkları için liyakatleri anlamsız kalıyor. İtaatkarlıkları liyakatlarını yok ediyor. AKP iktidarı 20 yılda liyakatli kendi kadrolarını dahi yetiştiremedi. Bu nedenle eğitim emekçileri arasında güveni yok etti. Bir gece yapılan kanun değişikli ile tüm üst düzey kadrolar değiştirilirken yine bir karar ile 10 binlerce yetişmiş eğitim kurumu yöneticisinin görevine son verdi. Yerlerine ise maalesef bugünkü sorunların en temel kaynağı olan liyakatsiz kadroları getirdi.
İktidarın bir başka sorunu ise Don Kişot’un yel değirmenine saldırması gibi eğitimde kendinden önce yapılanları inkar etmesi ve saldırmasıdır. Tüm okulların adlarından tutun tabelalarına kadar her şey ile savaştılar. Öğretmenler arasında, yöneticiler arasında ötekileştirme yarattılar. İşte bu anlayışların bitmesi gerekiyor.

Eğitimdeki en büyük zarar 4+4+4 sistemiyle verildi ki bu kanun teklifi meclise verildiğinde dönemin bakanı Ömer Dinçer dahi tekliften bihaberdi. Çünkü kanun teklifi bir sendika ile bir derneğin genel merkezlerinde hazırlandığı konuşuluyor, bakanın kanun hakkında konuşmaları ile kanun içeriği farklılık gösteriyordu.

4+4+4’ün üzerinden 10 yıl geçti sizce doğru muydu? Neler yaşandı? 

4+4+4 ile amaçlanan imam hatiplerin ortaokul seviyesine indirmek imam hatipe devam eden öğrenci sayısını arttırmaktı. Bu nedenle 5 yıl olan ilkokul seviyesi 4 yıla düşürüldü. Tamamen siyasi bir karardı. Ne bilimsel ne de pedagojik bir yaklaşım değildi. Sonuca baktığımızda iktidarın tüm teşviklerine rağmen imam hatip öğrenci sayısı iktidarın istediği düzeye çıkarılamadı. En merkezi, köklü ve fiziki yapısı güzel binalar imam hatip yapıldı. Sınıf mevcutları düşük, normal eğitim yapılmasına ve yemek, servis gibi teşviklere rağmen okullar boş kaldı. Diğer öğrenciler ya zorunlu olarak kalabalık okullara mahkum edildiler ya da bir kısmı özel okulları tercih etmek durumunda kaldılar. Velilerin talebi çocuklarının din eğitimi değil nitelikli eğitim almaları yönünde olduğu açıktır. Bugün bu düzenlemelere imza atan siyasetçi ya da bürokratların çocuklarının dahi çocuklarını imam hatipe göndermemesi, ortaokulu bir şekilde imam hatipte okuduğu halde lise tercihi imam hatip olmayan çocukların istatistiksel olarak çokluğu da bu durumu ispatlar niteliktedir.

Ülkemizde din eğitimi sorunu yoktur. Ülkemizde nitelikli eğitim sorunu vardır. Bu da bilimsel eğitimle mümkündür. Din eğitiminin de inanç özgürlüğünün de teminatı laikliktir.

Siz milli bir eğitim politikası öneriyorsunuz burayı biraz daha açar mısınız?

Sayın Aybek ülkemizde her vatandaşın eğitimle; uzaktan ya da yakından bilgisi ve yoğun ilgisi vardır. Hatta vatandaş biz öğretmenlerden daha çok konuşur eğitimi. Bugüne kadar bilime dayalı, siyasetten tam olmasa bile bir nebze arınmış kamusal bir milli eğitim politikası oluşturabilirmiş olsaydık aşağıdaki sorunları yaşamazdık.
Örneğin bir gün bakanın dahi bilgisi olmadan Cumhurbaşkanı çıkıp TEOG’u kaldırın diyemez ve bir gecede TEOG kalkmazdı.
Daha geri gidelim yine 2013’te SBS kaldırılıp TEOG gelmedi mi? SBS’yi büyük bir devrim diye getiren de bu iktidar değil miydi? TEOG ile liselere yerleştirme başlayınca İstanbul Bakırköy’de oturan gayrimüslim bir velinin çocuğu isteği dışında Pendik’te bir imam hatipe yerleştirildi. Yine bir gecede 10 binlerce eğitim yöneticisinin görevine son verildi ve demokratik süreç diye ifade edilen bir sistem ile yaşayan liyakat sahibi yöneticiler barajın 1-2 puan altı değerlendirme ile elenirken vefat etmiş okul müdürüne 100 puan verildi. Bakan Özer bir kaç ay önce 2021-2022’de sınıfta kalan 22 bin öğrenciyi bir imza ile sınıf geçirmedi mi? Şu anda bir çok yerde sınıflar boş. Devamsızlık had safhada. Neden çünkü kurallar çiğnene çiğnene laçkalaştı. Yine her yıl son sınıflara devamsızlık affı getirilmedi mi? Böylece bir yandan okul diğer yandan üniversite hazırlık için çabalayan çocuklara haksızlık yapılmadı mı? Onbinlerce eğitim emekçisi görevde yükselme sınavı bekliyor. Sınavla, hakkıyla şube müdürü olmak istiyor. Bakan bey ise olmayan kadrolara şube müdürü ataması yapıyor. Sınavsız, kritersiz ve keyfi bir şekilde. İl/ilçe milli eğitim müdürlüklerinde şube müdürlerine oturacak oda kalmamış adeta. Sözde yetkili sendika ve ikinci büyük(!) sendikanın talepleri karşılanıyor bir ona iki buna misali. Böyle bir anlayışta güven, iş barışı ya da başarı mümkün mü? 

İşte bu yüzden bilimsel ve milli bir politika şart. Bunun için mevcut iktidar tüm şansını tüketmiştir. Anlayış değişikliği için iktidar değişikliği şarttır. Çeyrek asırdır öğretmenlik mesleğini icra eden yıllarca eğitim yöneticiliği yapmış bir kişi olarak düşüncem net olarak bu yöndedir. 

Sizin aynı zamanda sendika deneyiminiz de var, öğretmenlerin temel sorunları nelerdir?

Evet aday öğretmenliğimden başlayarak örgütlü olmaya hep inandım ve bu doğrultuda hareket ettim. Eğitim-İş merkez yönetim kurulunda 5 yıl özlük hukuk alanında görev aldım.
Öğretmenlerden önce öğretmenlik mesleği çok hırpalandı. Her gelen bakan öğretmenlerle uğraştı. Umut diye gelen Ziya hoca dahi öğretmenler yük minvalinde sözler etti. Son olarak bakan Özer’in her konuşması gerçekten öğretmenleri üzüyor. Onurumuz kırılıyor. Evet en temel sorunumuz ekonomik olarak yoksulluk sınırının çok altında olmamız ama daha önemli sorun öğretmenlik mesleğinin itibarsızlaştırılması. Son olarak çıkarılan ve bakan Özer’in ısrarla savunduğu öğretmenlik kariyer sistemi ( baş/uzman öğretmenlik) konusu var. Bakan bey kolay soru soracağız dedi bizi incitti, öğretmenlerin niteliğini ölçeceğiz dedi incitti, eylem yapan öğretmenin ek dersi kesilecek dedi(ki öğretmen zaten biliyor bunu) incitti... 
Ve bakan sistemi savunurken 2006 yılından beri uzman öğretmenlik var bir sorun yaşanmadı dedi. Bakan beye üç soru soralım net cevap versin yeter:

1- Öğretmen uzman öğretmenlik ünvânı için mi sınava başvurdu gelecek ekonomik katkısı için mi?
2-2006 yılından beri sistemde olan uzman öğretmenlerin diğer meslektaşlarından farkı nedir ve bu sistemin eğitim sistemine yararı ne olmuştur?
3-Bu sistemin eğitim öğretim sürecine yararı olacağına gerçekten inanıyor musunuz?

Evet bu sistem kesinlikle yanlıştır. Öğretmenleri rencide edicidir. Öğretmenlerde tek karşılığı ekonomik katkısıdır. Bakan bey bunu ne kadar görmezden gelirse gelsin gerçek bu. 

Bunun dışında öğretmenlerin özlük ve sosyal hakları ile ilgili bir çok sorunu vardır. Öğretmenler psikolojik baskı görüyor, kendini güvende hissetmiyor, liyakatsiz yöneticiler elinde özlük hakları gasp ediliyor… Öğretmenlerin saygınlığı üzerinden birçok oyun oynanmış ve bunda da  maalesef başarılı olunmuştur. 

Öğrenciler açısından baktığınızda durum nedir?

Çocuklarımız maalesef mutsuzlar. Hatta son ekonomik durumda aç ve susuzlar. Bunu söyleyince iktidar karşıtlığı üzerinden konuşulduğu söyleniyor ve tepki gösteriliyor fakat maalesef gerçekler acı ve üzücü. Eğitim açısından ise güvensizler, gelecekte kendilerinin neyi beklediği konusunda endişeliler. İşte bu durumların düşünülmesi ve çözülmesi gerekiyor.

Bu arada bir de kitap çalışmanız olmuş. Kitabınız hakkında da bira bilgi verebilir misiniz?

Benim hayallerimden biriydi deneyimlerimi ve yıllardır biriktirdiklerimi kitaplaştırıp ölümsüzleştirmek.

2006 yılından beri özellikle öğretmenlerin sorunları üzerinde kafa yorup yazıyorum. Gittiğim her okulda her öğretmenler odasında en az bir öğretmenimin beni tanıyor/biliyor olması beni gururlandırıyor. Meslektaşlarıma bir şekilde dokunabilmişim diyorum.   Her meslektaşımın yanında olmaya çalışıyorum ve bunlara ulaşmak bir tuşa basmaya bakıyor fakat kitap çok farklı bir şey. Bu nedenle “Yaşadıklarımdan Öğrendiklerim (Adalet-Eğitim-Mücadele-Bilgi)” kitabı ortaya çıktı. Kitap klasik mevzuat anlatım kitabı değil ama anılarımla birlikte tüm meslektaşlarıma ve kamu emekçilerine başucu kitabı olabilecek içerikte diye düşünüyorum. Bugüne kadar gelen dönütler de bu yönde ve çok da mutluyum bu noktada. Kitabı özetleyecek olursam;
Hayatıma genel bakış ile başlıyor.
Bu eserde;  eğitimde, işte, kavgada, mücadelede… bir şekilde yolumuz kesişen kişiler de kendini bulacaktır.

Devamında;
-    Sendikal süreç,
-    Disiplin süreci, soruşturma başlangıcı, ilerleyişi, sonuçlanması, zamanaşımı, itiraz süreci
-    İdari başvuru ve idari yargı süreci ile sonuçları,
-    Adli konularda bilgilendirme,
-    Masumiyet karinesi,
-    Bilgi edinme hakkı kanunu ve uygulamaları,
-    Memur için basına demeç vermenin sınırları,
-    Mobbing(psikolojik baskı) genel bakış,
-    Mevzuata ulaşma kaynakları,
Gibi konuları yine anılarımla ve bilgilendirme notlarıyla okuyacak, 
-    Adaletin, 
-    Eğitimin, 
-    Mücadelenin ve 
-    Bilginin önemine ulaşarak,
Mesleki onurumuzun korunmasına yönelik vurgularla sona ulaşacaksınız…

İsteyenler esere; bazı kitap satış sitelerinden ulaşabilecekleri gibi kişisel web sitemde maksutbalmuk.com.tr’den de detaylı bilgi alabilirler.

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Eğitimle ilgili gerçek anlamda büyük bir açığı kapattığınız için kutluyorum. Davetiniz için de teşekkür ediyorum.

Eğitimin sorunları çok, nereden tutsanız elde kalıyor fakat hiç bir sorun çözümsüz değil. Yeter ki çözüm odaklı, bilimsel bir yaklaşım izlensin. Bunun için yeterli ve yetişmiş insan kaynağımız da var. Tüm bunları birleştirerek çok şeyi çok kısa sürede çözebiliriz fakat sonucunu yani her alanda meyvesini hemen almak mümkün değil. Bunun için sabır gerek çünkü eğitim böyle bir şey. Bugün yaptığınızın sonucunu ancak yıllar sonra alabilirsiniz.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. 

Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...