Velider Genel Başkanı Ömer Yılmaz ile eğitim-öğretimde şu an öne çıkan ve ivedilikle çözülmesi gereken meseleleri konuştuk…

Öğrenci Veli Derneği deyince ne anlamalıyız?

Öğrenci Veli Derneği 2012-2013 eğitim öğretim yılında, bir toplumsal dönüşüm planı olarak uygulamaya konulan 4+4+4 eğitim sisteminin hayata geçirilmesinin arifesinde, İstanbul Kartal'da bulunan bir okulun imam hatibe dönüştürülmesine karşı, okul velilerinin bir araya gelip kurduğu bir dernektir. Veli gözünden, eğitimdeki sorunların en etkili çözüm yolu; sorunların çözümü için alınan kararların yukardan aşağıya değil, eğitimin tüm bileşenleri ile ele alınmasıdır. Biz, sorunların belli bir politik kesimin ihtiyaçları doğrultusunda değil, bilimin ve evrensel olan düşüncenin aydınlığında, iyi bir planlama ile çözülebileceğini düşünüyoruz açıkçası. Bu dönüşüm sürecini geriletmenin dışında laik, bilimsel, eşit ve parasız(kamusal) eğitimi hedefleyen bir anlayışla yola çıktık. Ayrıca öğrenci velileri olarak yaşadığımız (çoğunluğu ortak olan) sorunları bireysel olarak değil, daha örgütlü ve etkili bir şekilde dile getirip sonuç almak için böyle bir derneğe ihtiyaç olduğunu düşündük. MEB’in aldığı kararların ve uygulamalarının karşılığını sahada yaşayıp görüyorduk. Haliyle yanlışları ve eksikleri de görüp bir veli gözüyle söylemek çok önemli bir durumdu. Kaldı ki, bu durum demokratik bir hak olarak da ortaya konulabilir. Tüm bu saydığım konuların ışığında Öğrenci Veli Derneği olarak, eğitim alanına dair tüm sorunların tespiti ve bu sorunların çözümüne dair ''Demokratik, laik, bilimsel, parasız, eşit ve kamusal '' düzlemde söz söyleyen bir yapı olarak dernekleştiğimizi söylemek isterim.

Öğrenci Veli Derneği olarak eğitim-öğretimde şu an öne çıkan ve ivedilikle çözülmesi gereken meseleler olarak neleri sıralarsınız?

- Derinleşen yoksulluğun, biz velilerin belini bükerken, çocuklarımızın eğitimini olumsuz yönde etkilemesi.

- Barınma sorunu yaşayan çocuklarımızın sorunlarının çözümü yerine, onları tarikat-cemaat yurtlarına yönlendirerek daha da derinleşen sorunlar yaratılması. Ayrıca tarikat ve cemaatlerin kurmuş oldukları vakıf, dernek ve çeşitli sivil toplum örgütü adı altında MEB ile yapmış oldukları protokoller sayesinde ellerini kollarını sallayarak okullara girip çocuklarımıza çağ dışı anlayışlarını empoze etmeleri.

- Okul öncesi 4-6 yaş aralığındaki çocuklara zorunlu din eğitimi verilmesi.

- Eğitimin paralı hale getirilmesi ve okullara öğrenci kayıtlarında “eğitime destek” adı altında velilerden istenen ücretler.

- Sınav merkezli eğitim anlayışının sonucu olarak özellikle 12 sınıf öğrencilerinin açık liselere geçmesi.

-Her çocuğun istediği okulda okuma hakkının olmaması.

- Mesleki ve Teknik Anadolu Liseleri ( MTAL ) içerisine MESEM’ler açılarak çocuklarımızın çocuk işçiliğine teşvik edilmesi.

- Eğitime ayrılan bütçenin günün koşullarına uymaması ve yetersiz kalması.

- Öğretmenlik Meslek Kanunu ile okullarda oluşabilecek yeni sorunlar ve bu sorunların öğrenciye yansıması.

-Taşımalı eğitim, servis sorunları ve kapatılan köy okullarının yeniden açılması meselesi.

- Çocuklarımızın okullarda ücretsiz içebileceği temiz su ve bir öğün yemeğe erişim hakkı.

Derinleşen yoksulluk veli ve öğrencileri nasıl etkiliyor?

Derinleşen yoksulluğun biz veliler ve dolayısıyla çocuklarımız üzerindeki yıkıcı etkisi gün geçtikçe kendini daha da fazla hissettirmektedir. Ülkemiz Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşıyor. Enflasyon resmi ve resmi olmayan rakamlara göre, yüzde 80-181 arasında değişiyor. Doğalgazdan elektriğe, temel tüketim maddelerinden kiralara zam kasırgası sürüyor. Dört kişilik bir ailenin gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı 24 bin TL. Dört kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarı, Ağustos 2022 için, 7 bin 375 TL. Ancak asgari ücret 5.500 TL. Bugün okula başlayan bir çocuğun eğitim masraflarını en basit şekilde hesaplarsak; kıyafet, kırtasiye, ulaşım olarak ele aldığımızda iki-üç bin liraya kadar yükselmektedir. Beslenme, su, servis, fotokopi, belirli gün ve hafta kutlamaları vb. harcamalar bu harcamaların dışında. Halbuki, Anayasanın 42. maddesine göre zorunlu eğitim parasızdır. Yani, bu maddeye göre eğitim öğretim faaliyetleri sırasında öğrencinin her türlü gereksinimi (okula ulaşım, kırtasiye, beslenme, kılık kıyafet vb. masraflar) devletçe karşılanması gerekir. Ama bu temel eğitim ihtiyaçlarının karşılanması bir yana, çeşitli adlar altında okullarda para toplanmakta. Birçok aile, yaşadıkları derin yoksulluk nedeniyle, okula giden çocuklarından birini okuldan almak zorunda kalmaktadır, bu da genellikle kız çocuklarıdır. En temel hak olan eğitim hakkı, biz veliler için artık lüks haline geldi. Bu eğitim hakkının engellenmesidir. Masrafların artmasının yanı sıra çocuklarımızın beslenme sorunları diğer sorunların önüne geçmiş durumda. Çalışanların yüzde 50'sinin asgari ücretle çalıştığı bu koşullarda bu masrafların karşılanması mümkün değil. Velilerin yaşadığı işsizlik, yoksulluk, sosyal yardımlara muhtaç olma hali özellikle tam zamanlı okullarımızda eğitim gören çocuklarımızda çok daha ciddi sorunlara yol açıyor. Okulda beslenme ihtiyacını karşılamak için çocuklarımız evden okula sulu yemek götüremeyeceklerine göre, bir çocuğun beslenme çantasına bir dilim ekmek, süt, yumurta, peynir, meyve, su koyduğumuzda günlük 60 TL, 20 günde 1200TL eder. Karnı doymadan okula gelen yüz binlerce çocuğumuzun, derslerde baş dönmesi, baş ağrısı sorunu yaşadığını biliyoruz. İlk kez Milli Eğitim Şûrası kararlarında “Öğrencilere ücretsiz yemek verilsin, temiz içme suyu sağlansın.” denildi. Bu durumda çocuklarımızın süt içmesi, yumurta, sebze, meyve, protein tüketmesi gerekmektedir. Beslenme yetersizliği nedeniyle kansızlık, bodurluk, dikkat dağınıklığı gibi sağlık sorunu yaşayan çocuklarımızın sayısı her geçen gün artarken okul terkleri, okuduğunu anlayamayan, gelişim geriliği olan çocuklar artmış ve son dönemlerde çocuk kalp krizlerinde ve intiharlarında artış tehlikenin boyutunu gözler önüne sermiştir. Bu yüzden okullarda bir an önce yemekhaneler açılarak okul yemeği ve temiz suya erişebilme olanağı sağlanmalıdır.

Barınma sorunu yaşayan çocuklarımız tarikat-cemaat yurtlarına mı yönlendiriliyor?

Barınma sorunu yaşayan çocuklarımızın sorunlarının çözümü yerine onları tarikat-cemaat yurtlarına yönlendirerek daha da derinleşen sorunlar yaratılmaması için tüm tarikat yurtları acil olarak kapatılarak kamulaştırılmalıdır. Bu yapılar çocuklarımızı okul öncesinden başlayıp tüm eğitim kademelerinde faaliyetler yürüterek kendi bünyelerine almaktadırlar. Bu yapıların sunduğu eğitimin müfredatı, içeriği eğitim kapsamında değerlendirildiğinde gerekli koşulları sağlamamaktadır. Karaman’dan Aladağ’a, memleketin yüzlerce yerinde tarikat yurtlarında çocuklarımıza yaşatılan acılar daha sıcakken, buraları artık sadece dogmatik düşüncelerin çocukların zihinlerine boca edilerek hayatlarının çalındığı yerler değil, aynı zamanda fiziki ve psikolojik şiddetin, cinayetin, tecavüzün kısaca her türlü vahşetin yaşandığı yerler haline gelmiştir. Muş’ta 12 yaşında bir çocuğumuzun Kur’an Kursunda tuvalet kapısında asılı olarak bulunması, Antalya’da yine bir tarikat yurdunda gencimizin boğazı kesilerek katledilmesi ve son olarak Enes Kara’yı kaybetmemizle birlikte bir kez daha yüreğimiz parçalanmıştır. Eğer bir an önce önlem alınmazsa bu tür vakaların tekrar yaşanma ihtimali yüksektir.

Eğitim kamusal bir haktır. Barınma hakkı da tüm çocuklarımızın en temel hakkıdır. Sosyal devlet ilkesinin temel gereği olarak ücretsiz sağlanmalıdır. Çocuklarımızın ve gençlerimizin hayatta kalabilmesi ve demokratik eğitim alması için bu dinci döngünün ortadan kalkması gerekmektedir. Bu da kamusal, bilimsel ve laik eğitimin yaşama geçirilmesiyle mümkündür. Çocukların ve gençlerin etrafını çevreleyen hayat çoğuldur, renklidir, kamusaldır. Hayat, farklı olan kişi ve topluluklarla etkin karşılaşmalara açıktır. Geleceğe dindar ve kindar bir nesil yetiştirme arzusunun yaşamda karşılığı yoktur. Ancak oluşturulan kamusal ve toplumsal denetimden uzak yapılar, yaşamla bağları zayıflatılmış çocukların yaşamına mal olmaktadır. Geleceğe güvenle bakması gereken, özgüveni ve yaşam enerjisiyle de topluma umut olması beklenen çocuklarımızın ve gençlerimizin hayatlarının bu şekilde karartılması,  yıllardır izlenilen politikaların ve toplum mühendisliğinin bir sonucu olarak görülmelidir. Çocuklarımız ve gençlerimiz, bir taraftan sistematik olarak izlenen politikaların, diğer taraftan da bu politikalara “rıza” gösteren ailelerin tahakkümü altında, temel hak ve özgürlükleri yok sayılarak ve iradeleri hiçleştirilerek şekillendirilmek istenmektedirler. Bu nedenle eğitim politikalarıyla, cemaatlere terk edilen yurtlarla, bağnazlıkla ve bu sistemi korumak için seferber edilen politikalarla çocuklarımızın ve gençlerimizin yaşamları ağır bir kuşatma altındadır. Çocuklarımızın üniversiteyi kazanmalarına sevinemiyoruz. Çünkü 105 772 üniversite öğrencisi üniversiteye kayıt hakkı kazanmasına rağmen ekonomik imkansızlık nedeni ile kayıt yaptırmadı. Yurt sayıları son derece yetersiz, var olanlar da niteliksiz. Yurt sayılarını artırmak yerine, yurtlardaki ranza sayılarını artırarak soruna çözüm aramak, sorunu “çözüyormuş” gibi yapmaktır. Bu durum, farklı sorunlarla tekrar önümüze çıkacaktır. Yine yurtlarda kalan çocuklarımız yeterli ve sağlıklı beslenemiyor. Birçok yurtta besin zehirlenmeleri vakaları yaşanıyor. Sağlıklı beslenmek istediklerinde ya da ek yemek almak istediklerinde ise paraları yetmiyor. Banyo ve sıcak su sorunu yaşıyorlar. Yurda son giriş saati erken olduğu için öğrencilerin sosyal ve kültürel etkinlikleri ve gelişimi eksik kalmış oluyor. Temizlik kötü, çalışma odaları sınav döneminde yetmiyor. Bu sorunlarını yetkililere ilettiklerinde ise yurttan atılmakla tehdit ediliyorlar. Hal böyle olunca kendilerine daha iyi ve ucuz imkân sunan tarikat ve cemaat yurtlarına adeta itiliyorlar. MEB istatistiklerine göre; 2021’de 4 bin 406 özel yurt var, bunlardan 3 bin 331’i vakıf ve derneklere ait. Tarikatlar vakıf ve dernek adı altında gizli olarak işlevlerini yerine getiriyor. Yaptığımız araştırmada da özel yurtların üçte birinin tarikat ve cemaatlere ait olduğunu saptamıştık. Mahalle aralarındaki tarikat evlerinin sayısını tahmin bile edemiyoruz. Devlet yurtlarının kapasitesi ise 2021’de 695 bin. Örgün öğrenim gören üniversite öğrenci sayısı 2021-2022’de 3 milyon 400 bin civarında iken geriye kalan 3 milyona yakın öğrenci nerede kalacak? Antalya'da 100 bin üniversite öğrencisinin yaklaşık 20 bini barınma sorununu çözmüş. Geriye kalan 80 bin öğrenci nerede barınacak? Sorunun cevabı belli aslında. Tarikat yurtlarında ve evlerinde kalan bu çocuklar denetim yapılmadığı ve denetimi yapacak olanlar da tarikat üyesi olduğu için her türlü istimara açıklar. Bu yurtlarda pek çok olay yaşandı, çocuklar taciz ve tecavüze uğradı, kimisi de yaşamlarını kaybetti. Bu sorunların çözümü ve bu tür olayların bir daha yaşanmaması için, gerici vakıf ve derneklerle MEB’in yapmış olduğu protokoller derhal iptal edilmelidir. Diğer yandan öğrencilerimizin kamusal, parasız ve nitelikli yurtlarda barınma hakkının sağlanması, tüm tarikat yurtlarının kapatılarak kamulaştırılması ile mümkündür.

 Okul öncesi 4-6 yaş aralığındaki çocuklara zorunlu din eğitimi verilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Okulöncesi 4-6 yaş grubu çocuklara zorunlu din eğitimi verilmesi  için, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından, 2021 Yılı “Kurumsal Mali Durum ve Beklentiler Raporu” ile birlikte çocukların okul öncesi eğitiminin zorunlu eğitim çerçevesinde değerlendirilmesi konusunda MEB’le görüşmelerin başlatıldığı yönünde açıklamalar yapıldı ve 20. Milli Eğitim Şurası’ndan kararlar çıkartıldı. Bu karar kapsamında, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ilk etapta 7000 anaokulu/sınıfı açıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı anaokulu ve Kur’an Kurslarında verilen eğitimin müfredatı, içerik ve okul öncesi eğitim kapsamında değerlendirilmesi için gerekli koşulları sağlamamaktadır. Bu kurslarda görevli kişiler Talim Terbiye Kurulu Başkanlığınca saptanmış pedagojik formasyon ve yüksek öğretim kriterlerini taşımamaktadır. Ayrıca çocukların bilişsel ve psikolojik gelişimlerinin yanında pedagoji bilimine aykırı bir şekilde soyut bilgiler dayatılmakta, altında ülkemizin de imzasının bulunduğu Evrensel Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne de ters düşülmektedir. Özellikle, biz yurttaşların, velilerin ve eğitimcilerin görevi bu yapılardan çocuklarımızı uzak tutmaktır. Birçok yurttaşın ve velinin yoksulluğunu ve dini duygularını suistimal edip bu yapıların içine çocuklarımızı çekerek dönüşüme tabi tutuyorlar. Her anne ve baba çocuğunun eğitim süreçlerini takip ederek onların yanında olup destek olmalıdırlar.

‘Eğitimin paralı hale getirilmesi ve okullara öğrenci kayıtlarında “eğitime destek” adı altında velilerden istenen ücretler.’ sorununu biraz açar mısınız?

Her velinin, çocuğunu ikamet ettiği mahalledeki okula götürüp, hiçbir maddi talep olmadan, gönül rahatlığıyla okula kaydedebileceği bir kayıt sürecini oluşturmak gerçekten çok zor mu? Elbette zor değil. Aslına bakarsanız Anayasa’nın 42. Maddesi de bu güvenceyi bize vermiş durumda. Peki niçin okulların açıldığı her Eylül ayında, öğrenci velileri okula kayıt yaptırmaya giderken kaygı duyuyor?  Yıllardır okullara kayıt yaptırırken biz velilerden eğitime katkı payı adı altında ücretler talep edilmektedir. Zaten zamlarla ve pahalılıkla mücadele eden, sefalet düzenine mahkûm olan, borç ve kredilerle çocuklarını okutmaya çalışan yoksul velilere istenen bu ücretler reva görülemez. Karar alıcılar şunu artık iyi anlamalıdır: “Bütçede en büyük payı eğitime ayırdık.” ifadesi biz velileri inandırmaya yetmiyor. Eğitime ayrılan pay yüzdesi 2002 ile karşılaştırıldığında yarı miktarın da altına düşmüş durumdadır. Bu payın çok büyük kısmı zaten zorunlu personel giderlerine harcanmaktadır. Eğitime katkı payı ya da bağış ile ilgili velilere vicdani sorumluluk dersi verilmeye çalışılıyor. Ama önce karar alıcıların kendi vicdan derslerini iyi çalışmaları gerekir. Çocuklarımızın ayrıştırılarak travmalara maruz bırakılması halinde, Öğrenci Veli Derneği olarak her zaman, her türlü tepkimizle karşınızda olacağız. Her çocuğun sahip olduğu kamusal, eşit, laik ve bilimsel eğitim hakkı mutlaka kazandırılmalıdır.

Sınav merkezli eğitim anlayışının sonucu olarak özellikle 12 sınıf öğrencilerinin açık liselere geçmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sınav merkezli eğitim anlayışının sonucu olarak; Milli Eğitim Bakanlığı, eğitimi, öğrencilerin gelecekteki yaşamlarına hazırlanması, ilgi ve yeteneklerini fark etmeleri, kendilerini sosyal, psikolojik, fiziksel ve duygusal olarak geliştirmelerini sağlayan bir araç olarak değil adeta sadece sınav amaçlı düşünmektedir. Bu nedenle de tüm eğitim yaşamı sınavın üzerine inşa edilmekte ve okullar akıl almaz bir şekilde bir dershaneye dönüşmektedir. Özellikle 12. sınıf öğrencileri, açık liselere geçerek üniversite sınavına hazırlanmaya daha fazla zaman ayıracaklarını düşünmektedirler. Bu durum çocukların akademik, sosyal ve fiziksel gelişimleri açısından sorun yaşadıklarını bize açıkça gösteriyor. Eğitim süreçlerini yaşamadan çocuklarımızı bu tür yollara sevk eden bu sınav merkezli eğitim anlayışı bir an önce son bulmalıdır. Var olan sistemin yerine, bilimsel yöntemlerle üniversitelere giriş sürecini değerlendirip ( bilim insanları ve konunun tüm muhataplarıyla bir araya gelerek )  çocukların ilgi, istek ve yeteneklerini dikkate alan daha insani bir sistem hayata geçirilmelidir. Yoksa eğitimin niteliğini gittikçe gerileten bu anlayış, çocuklarımız arasındaki eşitsizliği de derinleştirip daha da büyük sorunlara sevk edecektir.

Her çocuğun istediği okulda okuma hakkı var mı?

Her çocuğun istediği okulda okuma hakkı olmalıdır. Liselere geçişte gerçekleştirilen merkezi sınav (LGS) ile öğrencilerin %90’ı merkezi sınavla öğrenci alan okullara yerleşemedi. Yalnızca öğrencilerin %10’unu belirlemek için yapılan bu sınav, eğitimdeki eşitsizlikleri derinleştirmekte ve çocuklarımızda başarısızlık duygusuna neden olmaktadır. Merkezi sınavla öğrenci alan okulların önemli bir bölümünün meslek liseleri ve imam hatip liselerinden oluşması, aynı zamanda çocuklarımızı zorunlu bir imam hatipleştirmeye mecbur bırakmaktadır. Aynı durum yerel yerleştirmede de geçerlidir. Velilerin, öğrencilerin birincil tercihi akademik liseler olmasına rağmen, hem merkezi yerleştirme, hem de yerel yerleştirmede yeterli akademik lise/kontenjan bulunmaması nedeniyle çocuklarımız ya istediği okul türüne yerleşememekte ya da örgün eğitim dışına çıkmaktadır.

Mesleki ve Teknik Anadolu Liseleri ( MTAL ) içerisine MESEM’ler açılarak çocuklarımızın çocuk işçiliğine mi teşvik edildi?

MTAL’lerin bünyesine MESEM’lerin alınmasıyla beraber MTAL’lerin yönü MESEM’e çevrilmektedir. MTAL’lere genelde bir an önce çocuklarının meslek sahibi olup para kazanmalarını isteyen görece yoksul ailelerin çocuklarının devam ettiği düşünüldüğünde, Mesleki Teknik Anadolu Liseleri'nin (MTAL) Mesleki Eğitim Merkezleri'ne dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır. Yoksulluğun arttığı bu dönemde, aileler çocuklarının 9-10-11. sınıflarda asgari ücretin %30’u (Bugün için 1651TL), 12. Sınıfta asgari ücretin %50’si (Bugün için 2751TL) ücret almasıyla; eve katkı sunmasına veya hiç olmadı kendi temel ihtiyaçlarını karşılamasına sıcak bakarak, haftada bir gün okula giderek Ustalık Belgesi-Meslek Lisesi diploması alması için MTAL’lerden çocuklarını MESEM’lere kaydırmışlardır.  MESEM’ler de lise programı uygulamasında; öğrenim niteliğinin düşüklüğü (okuma-yazma, dört işlem yapamama), kültürel yoksunluğu artmaktadır. MESEM’ ler den lise diplomasına sahip olmakla, MTAL’de eğitim-öğretim görerek diploma sahibi olmak aynı şey değildir. MESEM’lerde uygulanan lise telafi programı ile MTAL’lerde uygulanan program karşılaştırıldığında;  eşit olmayan programdan alınan diplomalar eşit değildir. MTAL’lerin öğretim programlarına akademik (Matematik, Fizik, Kimya, v.b.) dersler konularak nitelikli teknik eleman; meslek yüksekokullarına Teknoji veya Mühendislik Fakültelerine gidebilecek öğrenciler yetiştirilmelidir. Bu programlar uygulamaya başlanmadan önce MESEM’lere devam eden öğrenciler zaten açık öğretim liselerine devam edip lise diploması alıyorlardı.  Ayrıca, mesleki ve teknik eğitim pahalı olduğu için gerekli makine, donanım, ekipman, takım ve atölyeler; bu atölyelerde çalışma sırasında kullanılacak elektrik, malzeme vs. MEB bütçesi için ciddi bir ağırlık teşkil etmektedir. Oysa öğrenciler haftanın dört günü işletmeye gittiğinde tüm bu külfet kalkacak, sadece haftanın bir günü teorik meslek ve kültür dersleri için okula gelecektir. Öğrencinin maaşının ödenmesi, sigorta primi gibi giderler teknik eğitime yapılan harcamayla kıyaslandığında çok cüz’i bir rakam olacaktır. Diğer taraftan sermayenin taleplerini karşılamak için,  çalışanın maaşının ve sigortasının devlet tarafından ödenmesi işletme sahibi açısından bulunmaz nimet olarak görülüyor. İşletmeler, bünyelerinde çalışmaya devam etmekte olan şimdiye kadar da herhangi bir kalfalık-ustalık belgesi istemedikleri çalışanlarına ustalık belgesi almak için MESEM’lere yoğun başvuru yapmaktadır. İş kazası ve meslek hastalıkları sigortasının MESEM tarafından yatırılması, asgari ücretin %50’sinin (Bugün için 2751TL) işveren devlet desteği olarak işverene verilmesi, Milli Eğitim Bakanı’nın ifade ettiği gibi; “işveren üzerindeki maddi yükün kaldırılarak çok cazip bir mekanizma” oluşturulmuştur. Haliyle MEB’in son açıklamalarını dikkate alırsak Mesleki Eğitim Merkezlerine giden öğrenci sayısı da 700 bini aşmıştır.

MESEM’lerdeki çocuklar haftanın 4  günü çalıştırılmakta, yalnızca 1 gün eğitim alabilmektedir. Bu fiilen devlet  eliyle çocuklarımızın örgün eğitim dışına çıkarılması ve çocuk işçi haline getirilmesidir. 2020-2021 verilerinde MESEM’lerdeki yaklaşık 160 bin olan öğrenci sayısının bir yıldan daha kısa bir süre içersinde yarım milyondan fazla artması yaşanan yoksulluğun en  çok çocukları etkilediğinin açık kanıtıdır. Mesleki Ve Teknik Anadolu Liselerinde (MTAL) Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) uygulamasından bir an önce vazgeçilerek çocuk işçiliğine de son verilmelidir.

Bu konuyla ilgili son olarak şunu söylemek istiyorum. Yetkililer,  mesleki ve teknik Eğitimin pahalı olduğu düşünerek üzerlerinden atılması gereken bir yük olarak görüyorlar; ancak ne tür bir eğitim olursa olsun eğitime yapılan yatırım geleceğe yapılan yatırımdır ve ileride getirisi düşünüldüğünde,  mali bir külfet olarak görülmemelidir. Bu uygulamayla çocuklar okullardan fiili olarak uzaklaştırılmaktadır. Ayrıca okullar sadece eğitim öğretim yuvaları değildir, çocukların sosyalleştiği mekanlardır. Çocukların haftanın sadece bir günü okula gidip dört gün sanayide sadece makine başında çalışması o çocuğun sosyalleşmesini engellemektir.

Eğitime ayrılan bütçeye nasıl bakıyorsunuz?

Eğitime ayrılan bütçenin günün koşullarına uymaması ve yetersiz kalması ise eğitimin en önemli sorunu olarak önümüze çıkıyor. Ülkemizde yaşanan birçok sorunun yanında, eğitimde kangren olmuş sorunlarla da boğuşmak zorunda bırakılıyoruz. Çocuklarımızın geleceğinden vazgeçemeyeceğimizi bilen MEB, 2022 eğitim bütçesini de sermayenin ve gerici cemaatlerin, vakıfların taleplerine uygun bir şekilde hazırlamayı ihmal etmedi.  Kamusal eğitim her çocuk için temel bir haktır. Hukuken devlet okulları parasız iken, hemen her okulda bağış olayları, katkı payı toplamalar yaygınlaştırılarak normalleştirilmeye çalışılıyor.  Eğitim sistemi, her geçen yıl daha fazla paralı hale getirilirken milyonlarca öğrenci velisi çocuklarını okutabilmek için bütçelerine göre çok yüksek rakamlarla harcama yapmak zorunda bırakılmaktadır. Halkın ödediği vergileri, halkın ihtiyaçları için harcamaktan kaçınanlar, herkesin eşit ve parasız olarak yararlanması gereken eğitim hakkını para ile satmaya çalışanlar bu durumun öncelikli sorumlusudur. Okullara ayrılan bütçenin her yıl gerçek anlamda güncellenerek özellikle yoksul halk çocuklarının okuduğu okullardan başlayarak dağıtımının yapılması gerekir. Tabii ki bu ücretler eğitime ayrılan bütçenin çok daha iyi seviyelere çıkarıldığında sağlanır. Keza eğitime ayrılan bütçenin %85’inin personel gideri olarak harcandığını düşünürsek, geri kalan %15 ile eğitimin diğer ihtiyaçlarının karşılanmayacağı çok aşikardır. Bu yüzden taleplerimiz şunlardır:

-  Okullara verilecek ödeneklerin daha gerçekçi olması ve özellikle yoksul-yoksun okullardan başlayarak dağıtılması sağlanmalıdır.

-  Kayıt yaptıracak tüm velilerin gönül rahatlığı ile okula gidip hiçbir şekilde paranın konuşulmadığı bir anlayışı karşılarında bulacağı ve gönül rahatlığı ile kaydını yaptırabileceği bir sistemin hayata geçirilmesi gereklidir.

-  Özellikle açlık ve yoksulluk sınırı altında bulunan tüm ailelerin tespit edilerek eğitim-öğretim yılının başında eğitim ödeneği verilmelidir.

 -  Sermayeye, gerici cemaatlerin vakıf ve derneklerine verilen ücretlerin derhal kesilerek kamu okullarına aktarılması sağlanmalıdır.

Öğretmenlik Meslek Kanunu ile okullarda oluşabilecek yeni sorunlar ve bu sorunların öğrenciye yansıması ne olur?

Öğretmenlik, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda ve Öğretmen Statüsü Tavsiye kararlarında da belirtildiği üzere özel ihtisas, uzmanlık mesleğidir. Başöğretmen, uzman öğretmen, aday öğretmen  gibi kariyer basamakları şeklinde ayrıştırılamaz. İnsanca yaşayacak bir ücret, özlük ve mesleki hakların güçlendirilmesi tüm öğretmenlerin en temel hakkıdır. Ataması yapılacak öğretmenler için meslek kanunu içinde yer alan aday öğretmenlerin “onaylanacağı” komisyon mülakat, güvenlik soruşturması, arşiv araştırması süreçlerinde olduğu gibi öğretmen atamalarında yaşanan adaletsizlikleri güçlendiren bir uygulama olacak, fiilen iş güvencesini ortadan kaldıracaktır. Biz veliler çok iyi biliyoruz ki hakları ile güçlü olan öğretmenler çocuklarımızın nitelikli eğitim hakkının güvencesidir. Öğretmen kaybederse çocuklarımız kaybeder, öğretmen kaybederse geleceğimiz kaybolur. Kapalı kapılar arkasında hazırlanan, öğretmenlerin görüş ve önerilerinin alınmadan çıkarılmak istenen öğretmenlik meslek kanunu derhal geri çekilmelidir.

Taşımalı eğitim, servis sorunları ve kapatılan köy okullarının yeniden açılması meselesini nasıl görüyorsunuz?

Köy okullarının kapatılması ile geçilen taşımalı eğitim sisteminin taşıma kısmı ne yazık ki gerçekleşmemektedir. Taşıma ihaleleri gerçekleşmediği için, aileler çocuklarının ulaşımını kendi imkanları ile sağlamaktadır. Bunun yanında yemek ihaleleri de yapılmadığı için bu çocuklara yemek de verilmemektedir. Bu zorluklar karşısında çocuklarımız eğitim sistemi dışına çıkmak tehlikesi ile karşı karşıyadır. Diğer taraftan;  gün geçmiyor ki servis araçlarıyla okullarına giderken veya evlerine dönerken hayatlarından olan çocuklarımızın haberlerini duymayalım. Öğrenci Veli Derneği olarak bu durumlar karşısında üzgünüz, kızgınız ve öfkeliyiz. Alınabilecek önlemlerle hayatta kalması olası olan çocuklarımız artık hayatta değiller. Özellikle son dönemde denetimden geçmeyen servis şoförlerinin yol açtığı kazalar dışında, yakıt fiyatlarının artışı nedeni ile servis şoförlerinin birkaç iş yerinin servis işlemini yaptığını da biliyoruz. Haliyle bu işleri yapmak için bırakın servis yönetmeliklerinin gereğini yerine getirmelerini; yorgunluktan, dikkatsizlikten ve iş stresinden dolayı kazalara sebep verdiklerini de görebiliyoruz. Diğer taraftan servis yönetmeliklerini hayata geçirmeyen bir anlayışın tezahürü olarak bu kazaların oluştuğunu biliyoruz. Biz Öğrenci Veli-Der olarak bir an önce 2017’de yayımlanan yönetmeliğin hayata geçirilerek çocuklarımızın güvenli bir şekilde okullarına ve evlerine ulaştırıldığı bir ulaşım anlayışını talep ediyoruz.

‘Çocuklarımızın okullarda ücretsiz içebileceği temiz su ve bir öğün yemeğe erişim hakkı.’ konusunu biraz açar mısınız?

Ülkemizde artan ekonomik krizin, biz veliler ve özellikle okul çağındaki çocuklarımız üzerindeki etkisi gün geçtikçe ağırlaşmaktadır. Sağlıklı bir nesil yetiştirmekten çok uzakta olduğumuzu artık bilimsel ve istatiksel çalışmalar yapmadan da okulların içerisinde sadece gözlemler yaparak görmek mümkün. Önceki yıllarda kantinlerde sağlıklı besinlerin satılması için çaba sarf eden bizler, bu günlerde kantinlerden yiyecek içecek alamadığı için kantinlerin önlerinden bile geçemeyen çocukların sayısının çoğaldığına tanık olmaktayız. Su, sağlıklı bir biçimde yaşamın sürdürülebilirliği için vazgeçilemez hayati bir kaynaktır. Ancak gerek kantin çalışanları, gerekse veli ve öğretmen gözlemlerini bir araya getirdiğimizde, çocuğun en temel haklarından biri olan suya erişiminde büyük bir çoğunluk için kolay ve mümkün olmadığını görmekteyiz. Bir öğrenci okul türüne bağlı olarak ortalama 6 ila 8 saat aralığında okulda bulunmaktadır. Büyükşehirlerde daha yoğun olmak üzere, yolda geçen zaman da buna eklendiğinde evinden ayrı kaldığı zaman 10 saate kadar çıkabilmektedir. Bu süre zarfında tüketilmesi gereken en az miktar ise hareketliliğin fazla olduğu bu yaş grupları için en az 1 ile 1,5 litre arasında olmalıdır. Bir şişe (500 ml) suyun 3 ile 5 lira arasında satıldığı şu günlerde, bu, bir öğrencinin 15 lira su parası ödeyeceği anlamına gelir. Yalnızca bir su, bir tost ve bir ayranın 30 lira civarında olduğu örnek üzerinden hesap yaparsak, bir öğrencinin aylık yemeğe harcayacağı ücretin en az 600-700 lira olacağını bilmemiz gerekir. Öğrenci velilerinin %50’si asgari ücretle çalıştığı ülkemizde bu ücretlerin karşılanması gerçeklikten uzaktır. Tüm bu gerçekliklerden yola çıkarsak çocuklarımızın sağlıklı erişilebilir suya ve bir öğün yemeğe kavuşması için merkezi ve yerel yönetimlerin ortaklaşa çalışması beklenmekte olup bununla ilgili bir projenin hayata geçirilmesi acilen sağlanmalıdır. Merkezi yönetimin bu konuda (MEB) yaptığı en büyük hatalarından biri; son yıllarda yapılan okul binalarında çocukların içmek için kullanacağı su muslukları için ayrı bir alan bulunmamasıdır. Suya ayıracak harçlığı olmayan çocuklar, sağlıksız koşullarda tuvaletlerden su içmek zorunda bırakılmaktadır. Gerek okul içerisinde, gerekse okul bahçelerinde su içme alanları ( modern çeşmeler ve su sebilleri ) olmalı, okul planlamaları buna uygun projelendirilmelidir. Ayrıca okulların su tesisatlarının da düzenli bakımı yapılmamakta, okula kadar gelen temiz su binanın içerisine girdiğinde içilebilme özelliğini kaybetmektedir. Okulların sorumluluğu ne kadar merkezi yönetimlerde olarak görünse de binalara kadar gelen suyun sağlıklı içilebilir olmasından yerel yönetimler sorumludur. Bunu sağlayamayan belediyelerin en az merkezi yönetimler kadar bu olumsuzlukta payları mevcuttur. 2022-2023 eğitim-öğretim yılı başlamadan önce başlattığımız kampanyada, okullarımıza ücretsiz, ulaşılabilir sağlıklı suyun sağlanması (içilebilir şehir şebeke suyu varsa okul bahçelerine çeşmeler ve benzeri düzenekler kurulması, şehir şebeke suyu sağlıklı, içilebilir değilse arıtma cihazlarının sağlanması vb.) hususunda planlama ve çalışmalarının yapılmasını devletin tüm kurumlarından talep etmekteyiz. Devlet okullarına ücretsiz sağlıklı su ve bir öğün yemek sağlanması konusundaki kararlılığımız nettir. Kurumların bu konudaki hassasiyetleri ile bizlere geri dönüşlerinin ne olduğunu düzenli olarak basın ve kamuoyu ile paylaşacağımızın bilinmesini istiyoruz. Sürecin ısrarlı takipçisi olacağımızın da altını çiziyoruz.

    Son olarak; çocuklarımızın siyasetin sahnesine çıkarılarak onların üzerinden siyaset yapılmasını asla kabul etmiyoruz. Bugün yapılan siyasetin toplumu kutuplaştıran, düşmanlaştırıp ayrıştıran bir dil üzerinden kurgulandığını maalesef görüyoruz. Bizler çocuklarımızın sevecen ve naif tarafının suiistimal edilmesinin hem çocuk haklarına hem de çocuklarımızın üstün yararına karşı olduğunu düşünüyoruz. Bu minvalde özellikle karar alıcıların çocuklarımıza karşı siyasi olgunluğunu ve şefkatlerini göstermeleri yeterlidir. Ayrıca bilimsellikten uzak, çağ dışı alacağınız kararlar sonucunda çocuklarımızda oluşacak travmalar da düşünülürse, ne kadar kötü sonuçlar doğurabileceğinin de bilinmesi gerekir. Çocuklarımızı koruyup kollamak anne ve babalar kadar siyasetçilerin de görevidir. Her çocuğun sahip olduğu kamusal, eşit, laik ve bilimsel eğitim hakkı mutlaka acilen çocuklarımıza kazandırılmalıdır. Bu bilinç ve anlayışla davranmanız biz velilerin öncelikli talebidir.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum.

 Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...