Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Rüstem ERKAN ülkemizin eğitim sorunlarını ele aldık.

“Aileler çocuklarının eğitim yoluyla yoksulluktan kurtulma ümidini yitirmektedir. Türkiye Cumhuriyet’inin birinci yüz yılında yaşadığı problemlerin kökeninde de önemli ölçüde bölgeler, kentler ve sınıflar arası eşitsizlik yatmaktadır. Eğitime erişmedeki kısıtlı olanaklara rağmen köy çocukları Türkiye’nin sosyo-ekonomik dönüşümünde önemli rol oynamıştır. Yoksulluk eğitime ya da nitelikli eğitime ulaşımı ciddi ölçüde engellemektedir.”

Bölgelerarası Eşitsizlik Eğitimi Nasıl Etkilemektedir?

Günümüzde Türkiye’de ve diğer birçok ülkede yaşanan sorunların çoğunun kaynağında giderek sürdürülemez durumda gelen eşitsizlikler yatmaktadır. Bugün küresel düzeyde yaşanan dış ve iç göç sorunu da ülkeler ve bölgelerarası eşitsizliğin bir sonucudur. Türkiye Cumhuriyet’inin birinci yüz yılında yaşadığı problemlerin kökeninde de önemli ölçüde bölgeler, kentler ve sınıflar arası eşitsizlik yatmaktadır. Bölgeler ve kentler arası eşitsizlik toplumsal yaşamın bütün alanlarına yansımaktadır. Bu yansımayı eğitiminde her aşamasında açıkça görmekteyiz. Liseye giriş ve üniversiteye giriş sınavlarının sonuçları analiz edildiğinde illerin sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyleriyle yakın bir ilişkisi olduğu görülmektedir. Bugün Türkiye’de bazı iller arasında 15 kattan fazla ve bazı ilçeler arasında ise 250 kattan fazla gelişmişlik farkı bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti ikici yüz yıla girerken bu sorunu çözecek politikalar üretmek zorundadır. Aksi durumda ikinci yüzyıl da bu sorun etkisini daha fazla gösterecektir.

Kır ve Kent Yerleşim Yerlerinde Eğitim Arasındaki Eşitsizlikler Var Mı?

Türkiye’de köye bakış Osmanlı ve cumhuriyet döneminde uzun yıllar pastoral romantizm düzeyinde kalmış ve sosyolojik olarak köy sorunuyla yüzleşme büyük ölçüde Mahmut Makal’ın romanı ile olmuştur. Mahmut Makal’ın 1950’li yılların başında yayınlan “Bizim Köy” adlı romanı hem Türkiye’de köy gerçeği ile hem de köyde eğitim gerçeğiyle yüzleşmeye neden olmuştur Çünkü ilk defa bu kitapta bir Orta Anadolu köyünün acı gerçeği bütün çıplaklığıyla dile getiriliyordu. O güne kadar köyleri yemyeşil, bereketli, güzel gözlü al yanaklı kızlarıyla anlatanlar, köyden yükselen yoksulluk çığlığıyla karşılaşmışlardı. Köy gerçeği devlet erkini elinde bulunduranları rahatsız etmiş, kitabın yazarı önce sürgün cezası almış, daha sonra ise hapis cezası almıştır. Hapis cezası köyün toplumsal gerçekliğini anlattığı için değil, o dönem çok geçerli sayılabilecek bir nedenden dolayı verilmişti. Çünkü Makal, bir cümlesinde “kuracağımız düzende demirci, kömürcü bir olacak” diyerek komünizm propagandası (!) yapmıştı.  Dönemin etkili yazarlarından Nurullah Ataç Makal’a “Mahmut, sevmedim senin köylülerini, şunları okutup, değiştirip de sevilecek hale getirmenin yollarını arasak ya” der. Ataç’ın bu ifadesinde de anlaşılacağı gibi köyleri dönüştürmede eğitim her dönem en önemli araç olarak görülmüş fakat bu alanda da önemli yatırım ve girişimler yapılmamıştır. 1940’lı yıllardaki Köy Enstitüleri dışında kırsal kesimde eğitime yönelik önemli projeler gerçekleştirilmemiştir. Eğitime erişmedeki kısıtlı olanaklara rağmen köy çocukları Türkiye’nin sosyo-ekonomik dönüşümünde önemli rol oynamıştır. Günümüzde de kırsal kesimde eğitime erişmede ve nitelikli eğitim almada kır kent eşitsizliği devam etmektedir.

Türkiye’de Yoksulluk Eğitime Nasıl Yansımaktadır?

Türkiye’de, TÜİK verilerinden hareketle bile eşitsizliğin ve yoksulluğun boyutları açıkça görülebilir. TÜİK 2021verilerine göre, Türkiye’de nüfusun yüzde 27,2’si “ciddi maddi yoksunluk” içerisindedir. Yine 2021 verilerine göre nüfusun yüzde 13,8’i  “sürekli yoksulluk” içerisindedir. Sürekli yoksulluk kavramı bir toplumda yıllardır yoksulluk içerisinde olan aile ya da bireyleri ifade etmektedir. Sürekli yoksulluk bir süre sonra “yoksulluk kültürünü” yaratmaktadır. Yoksulluk kültürü, yoksulluğu içselleştirmiş ve yoksulluktan kurtulma umudunu yitirmiş kişileri anlatmaktadır. Bu sayılar bugün Türkiye’de yaklaşık 10 milyon insanın yoksulluktan kurtulmak için hiçbir umudunun olmadığını göstermektedir. Bu durum bir ülkenin sosyolojik olarak gelecekteki ciddi potansiyel tehditleri de göstermektedir. Türkiye’de yoksullukla mücadelede eğitimin her zaman önemli bir rolü olmuştur. TÜİK verilerinde bu durum yine açıkça görülmektedir. Bu verilere göre okur-yazar olmayanların %24,1'i,ciddi maddi yoksulluk içerisinde iken yükseköğretim mezunlarında bu oran %2,5dır.    Fakat giderek eğitimin bu fonksiyonu azalmaktadır. Yoksulluk eğitime ya da nitelikli eğitime ulaşımı ciddi ölçüde engellemektedir. Aileler çocuklarının eğitim yoluyla yoksulluktan kurtulma ümidini yitirmektedir. Bu durumda sosyolojik olarak ciddi bir sorun olan yoksulluk kültürünü yaratmaktadır.  

Eğitimin Sosyal Hareketlilikte Diğer Bir Değişle Sınıf Değiştirme de Rolü nedir?                                                                                           

 Türkiye’de bireylerin daha iyi bir yaşam düzeyine kavuşmasında 1990’lı yıllara kadar eğitim en önemli rolü oynamıştır. İş dünyasında, siyasette ve bürokraside yoksul aile ve köy çocukları önemli ölçüde yer almıştır. Bu sosyal hareketlilik giderek azalmaktadır. Artık iş dünyasında eğitimden çok aile mirası öne çıkmakta ve eğitimin bu işlevi rolünü kaybetmektedir. Bu durum Türkiye’de sınıflar arası geçişkenliği de azaltmaktadır.

Türkiye’de Okullaşma Oranı ve Eğitime Erişme Durumu Nasıl?

Türkiye’de okullaşma oranlarında büyük artış yaşanmıştır. Özellikle kız çocuklarının okullaşma oranı erkek çocuklara yaklaşmıştır. Cinsiyete göre eğitim farklılaşması genç kuşaklarda giderek azalmaktadır. Bu sonuca ulaşılmasında hem ilköğretimin zorunlu olması hem de toplumsal yapıdaki dönüşüm etkili olmuştur. Kentleşme düzeyinin artmış olması bu sonuçta en etkili faktörler arasındadır. Ayrıca iletişim teknolojilerinin gelişmesi de zihniyet dönüşümünde etkili olmuştur. Eğitime erişmede de sorunlar giderek azalmakta fakat en önemli sorun nitelikli eğitime erişmede yaşanmaktadır.

Eğitim Kurumları Arasında Nitelik Farkı Eğitimi Nasıl Etkilemektedir?

Türkiye’de eğitimde önemli bir sorun da, aynı nitelikteki eğitim kurumları arasındaki eşitsizliktir. Bir dönem Türkiye’nin birçok ilinde çok nitelikli eğitim veren liseler bulunmaktadır. Örneğin Sivas Lisesi, Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi, Erzincan Lisesi 1950 li ve 1960 ılı yıllarda İstanbul ya da Ankara’daki benzer okullarla aynı nitelikte eğitim vermektedir. Fakat bugün devlet okullarının da her kademesinde hem aynı il içerisinde hem de iller arasında önemli nitelik farkı bulunmaktadır. Okullaşma oranındaki artış olumlu bir gelişme iken, nitelikteki gelişme aynı oranda olmamıştır.

Türkiye’de Eğitimin Bir Felsefesi Var Mı?

Eğitim genel amaçları içerisinde bireylerde davranış değişikliğini de gerçekleştirmek bulunmaktadır. Bu amaç, aslında bilgili, bilgiyi seven, olaylar arasında ilişki kurabilen, özgür eleştirel düşünebilen bireyler yetiştirmektir. Bunun yanında yaşanılan ülkenin, toplumun ve çağın gereksinimlerine göre de eğitimi planlamak önemlidir. Kuşkusuz iyi bir eğitim için sadece bilgili insan ve bilgiye ulaşma yollarını öğreten eğitim yeterli değildir. Eğitim aynı zamanda evrensel değerler sistemini de öğretmelidir. Bütün bunlar yalnızca bilimsel eğitimle mümkündür. Fakat her dönem iktidarlar bireylerdeki davranış değişikliğini bilimsel ve evrensel değerler yönünde olmasında çok kendi ideolojileri yönünde planlamaktadır. Tek tip insan yetiştirme politikası eğitimde temel amaca dönüşmektedir. Bu durum da bilimsel eğitimden çok ideolojik eğitimi ortaya çıkarmaktadır.

İdeolojik Eğitim Nasıl Ortaya çıkmaktadır?

Althusser, eğitimi Devletin en önemli, ideolojik aygıtlara arasında saymaktadır. Altusser’e göre siyasal iktidarlar, devletin diğer ideolojik aygıtları gibi eğitimi de bir toplumsal ve siyasal kontrol aracı olarak görür. Eğitimi ideolojik bir aygıt olarak kullanmayı hem kapitalist ülkeler hem de sosyalist ülkeler kullanmıştır. Bu durum eğitimi bilimsellikten uzaklaştırmış kapitalist ülkelerde piyasa koşullarına ve piyasanın ihtiyaçlarına uygun bir eğitim anlayışını ortaya çıkarmış, sosyalist ülkelerde ise resmi ideoloji çerçevesinde bir eğitim uygulanmıştır. Bu durum her iki sistemde de eğitimi bilimsellikten uzaklaştırmıştır.

Türkiye’de Yükseköğretim Öncesi Özel Okulları Nasıl Değerlendirirsiniz?

Türkiye’de 2000’li yılların başlarında Yükseköğretim öncesi özel okulların oranı okul sayısı olarak yüzde 4 iken bugün bu oran okul sayısı olarak yüzde 15’lerin üzerine öğrenci sayısı da yüzde 2’lerden yüzde 7’ye çıkmıştır. Bu oranlar özel okulların sayısının ciddi oranda arttığını göstermektedir. Bu artışta toplumda giderek devlet okullarında alınan eğitimin niteliğinin azaldığı algısı önemli rol oynamaktadır. Özel okulların sayısının hızlı artışı aynı zamanda bu okullarda da eğitimin niteliğinin düşmesine neden olmuştur. Özel okulların bir kısmı atanamayan öğretmenlerin düşük ücretlerle çalıştırıldığı kurumlara dönüşmektedir. Bu giderek bu okullarda eğitim gören öğrenci ve veli memnuniyetsizliğini artırmaktadır. Ayrıca bu okullarda piyasa ekonomisine uygun olarak bir markalaşma ortaya çıkmaktadır. Belli okul zincirleri Anadolu’nun her yerinde şube açarak merkez şubelerinin eğitim kalitesinde olmayan eğitimi öğrencilerine sunmaktadır. Bunun kaçınılmaz sonucu özel okullarda da bir tekelleşmeyi ortaya çıkaracaktır.

Türkiye’de Üniversite Sayısının Hızla Artması Eğitimi Nasıl Etkilemektedir?

 Türkiye’ de güncel verilere göre 131’i devlet, 78’i vakıf olmak üzere toplam 209 üniversite bulunmaktadır. Bu üniversitelerin önemli bir kısmı son 15 yılda açılmıştır.15- 20 yıllık süre bir üniversitenin kurumsallaşması için oldukça az bir süredir. Her ile üniversite açılması yükseköğrenime erişimi kolaylaştırmış fakat bazı önemli sorunları da ortaya çıkarmıştır. Bu sorunların en önemlilerinden biri öğrenci profilinin homojenleşmesidir. Birçok ildeki üniversitelerde çoğunlukla sadece o ilde yaşayan öğrenciler okumaktadır. Bu üniversitelerdeki öğrenci profilini liselerde ki öğrencilere yaklaştırmaktadır. Aynı durum giderek öğretim elamanları açısında yaşanmakta ve üniversiteler yerelleşmektedir. Bir diğer önemli sorun da Devlet üniversiteleri arasında eğitim niteliği bakımında büyük farkların ortaya çıkmasıdır. Bu üniversitelerde mezun olan aynı alanda diplomaya sahip olan mezunların piyasa koşullarında iş bulma olanakları diğerlerine göre oldukça azdır.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. 

Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...