Ege Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ömer Lütfi Değirmenci ile eğitim-öğretim üzerine söyleştik.

“Nihayetinde nasıl bir yurttaş kitlesine sahip olacağınız uyguladığınız eğitim sistemiyle belirlenmektedir. Bu nedenle okul binalarımıza gereken bütçe ayrılmalı, yukarıda belirtilen donatılarıyla inşa edilmeli, öğretmen yetiştirmede belirli bir kalite yakalanmalı, mevcut öğretmenlerin hizmet içi eğitimleri layıkıyla yapılmalı ve kaliteli bir eğitimin vazgeçilmez unsuru olan ve yapılandırmacı eğitim sistemi ile yükleri daha da artan öğretmenlerimizin kadro ve ücret sorunları çözülmelidir.

“Sınıfına giren öğretmenimizin kafasında günlük geçimi ile ilgili sorular kesinlikle olmamalıdır. Son olarak da hem öğretmen yetiştiren kurumlar ele alınmalı hem de Fen Fakültelerine kuruluş amaçlarına uygun, gereken önem verilmeli. Bu fakülteleri tercih eden adaylar titizlikle seçilmeli ve teşvik edilmelidir.”

                                                         

Söyleşimize başlamadan önce okurlarımıza kendinizi biraz tanıtmanızı rica edeceğim.

Erzurum doğumluyum ve Üniversiteye kadar olan eğitimimi Erzurum’da tamamladım. Erzurum Lisesinden 1980’de mezun oldum ve Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve uzay Bilimleri Bölümünü kazanarak İzmir’e geldim. O tarihten beri yani 1980’den beri kısa askerlik dönemi ve kısa süreliğine Balıkesir’deki dershane öğretmenliğim dışında 42 yıldır İzmir’deyim. Kısa süreli öğretmenlik dönemimden sonra 1990 yılında mezun olduğum bölüme Araştırma Görevlisi olarak naklen atandım. Halen aynı bölümde Astrofizik Anabilim Dalı Başkanlığı ve Bölüm Başkanlığı görevlerimi sürdürmekteyim. Akademik hayatım dışında eğitim-öğretim ile ilgili olarak pek çok aktivitenin içerisinde oldum. Faaliyetlerim arasında 2009-2016 yılları arasında Eğitim-İş İzmir Şube Başkanlığı ve sonradan yeni şubelerin kurulması ile izmir 2 Nolu Şube başkanlığı, Ege Öğretim Elemanları Derneğinde yönetim kurulu üyeliği ve 2019-2021 döneminde dernek başkanlığı, 2010-2016 yılları arasında CHP İzmir İl Başkanlığı bünyesindeki “Blim, Yönetim, Kültür Platformu BYKP” üyeliği ve Eğitim Grubu Başkanlığı ve halen “İzmir Çağdaş Eğitim Kooperatifi İZÇEK”  yönetim kurulu üyeliği gibi görevlerimi sayabilirim.

Eğitim-Öğretimin içerisindesiniz. Siz eğitim-öğretimin daha çok hangi kısmı ile ilgilendiniz. Bu bağlamda en çok önem verdiğinizi konu nedir?

Mesleğim gereği, öğrenciliğimden itibaren sayacak olursak 42 yıldır yükseköğrenimin içerisindeyim. Sendikacılık yaptığım dönemde ise ilgi alanımız daha ziyade yükseköğrenim dönemi öncesine ilişkin idi. Eğitim-Öğretim beş sacayağı üzerinde yükselir: aile, okul, öğrenci, personel ve müfredat. Bu sacayaklarının hepsi çok önemlidir. Kaliteli bir eğitim-öğretim için her bir sacayağının kendine özgü yeterliklerinin sağlanmış olması gerekir. Zaten bu yeterliklerde gözlenen eksiklikler karşımıza eğitim-öğretim sorunu olarak çıkmaktadır. Anlaşılacağı üzere eğitim-öğretim son derece geniş bir konu olup, esasen devletin yaklaşımı yani eğitim-öğretim politikaları ve ayırdığı bütçe ile şekillenen bir alandır. Eğitim-öğretim alanı çıktıları biraz uzun zamanda alınan ve fakat bir ülke için en önemli sayılması gereken bir yatırım alanıdır. Tabi işin bir de bilimsel yanı var. Eğitim-öğretim yöntemleri, teknikleri, öğretmen yeterlikleri, çocuğa yaklaşım teknikleri gibi daha ziyade uzman eğitimcilerin ilgi sahasına giren konular. Ben bir eğitim uzmanı değilim. Bu bakımdan daha ziyade genel eğitim politikaları kapsamında olmak üzere öğretmen yetiştirme ve istihdam politikaları, okul yeterlikleri son olarak da genel anlamda olmak üzere eğitim programları üzerinde yoğunlaşıyorum.

Hocam ilerlemeden önce “Eğitim” ve “Öğretim” kavramları üzerinde biraz durabilir miyiz? Hep kullanıyoruz fakat kavram olarak ne ifade ediyorlar? Aralarında nasıl bir fark var? Açıklayabilir misiniz?

Şahin bey bu çok değerli bir soru. Çoğu zaman kavramları kulaktan dolma alışkanlıklarımızla, anlamlarını tam olarak bilmeden kullanırız. Eğitim ve öğretim kavramları da bunlardandır. Konuya şöyle başlamak yararlı olacak: eğitim kavramı, öğretimi de içine alan daha geniş bir kavramdır. Yani şunu demek istiyorum. Her öğretim süreci aynı zamanda bir eğitim sürecidir. Fakat bazı eğitim süreçleri bir öğretim süreci olmayabilir.

Eğitim kavramı insanı hayata, topluma hazırlayan ailede başlayıp, okul ve meslek hayatında devam eden ölünceye kadar süren bir süreçtir. Eğitimin kökeninde ahlak vardır. İyi eğitimli bir kişi öğretileri ne şekilde kullanacağını, toplum içerisindeki rolünü ve insan olarak yeterliklerini bilir. Öğrenmeyi öğrenmiştir. Öğretim ise daha ziyade okulda yapılan, konu bakımından sınırlandırılmış, planlı ve belli bir amaca yönelik eğitimdir. Bu bağlamda okullarımızın amacı; uyguladıkları programlar ile geleceğin eğitimli bilim insanlarını, eğitimli mühendisleri, eğitimli öğretmenleri yetiştirmektir. Yani işin sırrı “eğitimli öğretmen” ile “eğitimsiz öğretmen” kavramlarında yatmaktadır. Özetleyecek olursak örneğin iyi bir program ile matematik öğretmeni yetiştirdiğimizi düşünelim. Şayet süreci yalnızca alan (matematik) dersleri ile sınırlı tutarsak yetiştirdiğimiz bu öğretmen maalesef eğitimli bir matematik öğretmeni olamayacaktır. Hâlbuki amaç öğretmen yetiştirmek ise bunun sınıf hâkimiyeti, öğrenci psikolojisi, okul sosyolojisi, ölçme ve değerlendirme, matematiğin kullanım alanları, matematik öğretme teknikleri gibi alan ile ilgili olmayan ama alanın öğretilmesinde son derece önem arz eden yeterliklerin de kazandırılması (eğitim) ile amaca ulaşılmış olur. Yani eğitim, öğretim ile elde edilen bilginin (kuram) nasıl kullanılacağı (pratik) üzerine yoğunlaşır. Kişiye bireysel iletişim kurma ve toplumu idare etme (sınıf hâkimiyeti) yetenekleri kazandırır. Burada bir örnek ile konuya daha açıklık getirmek isterim. Gözlemsel astronomide gök cisimlerini gözlemek için farklı teleskoplar kullanırız. Optik, x-ışın ya da radyo teleskoplar. Bu teleskoplar farklı dalgaboylarında ışığa duyarlıdır. X-ışın teleskopu ile çok kısa dalgaboylarında, radyo teleskopları ile de çok uzun dalgaboylarında bakarsınız gök cismine. Optik teleskoplar ise adından da anlaşılacağı üzere gökcisimlerine insan gözünün görebildiği dalgaboyu aralığında bakma olanağı sağlar. Aslında ortaya çıkan durum, aynı konuya farklı kişilerin farklı bakış açılarından yaklaşması ile çok benzerdir. Yani iyi bir astronomi eğitimi almış, konuları içselleştirmiş bir kişi edindiği bu formasyon sayesinde sosyal konularda ve insanlar ile ilişkilerinde de peşin hükümlü olmaz ve olay ya da durumun farklı açılardan değerlendirmesine de ihtiyaç duyar. Bu aynı zamanda verinin de gücünü ortaya koymaktadır. Başka bir şekilde söyleyecek olursak elde veri yani bilgi yoksa asla bilimsel (doğru ya da geçerli) bir değerlendirme yapma şansı yakalayamazsınız. O halde madalyonun öteki yüzüne de mutlaka bakmalı ya da bakmanın yollarını araştırmalısınız.

Hocam aslında güzel bir noktaya geldik. Buradan devam edelim isterseniz. Yani eğitim, öğretimi de içine alan fakat öğrenme dışında da unsurları olan daha geniş bir kavram. Eğitim ve öğretim teknikleri açısından da konuyu biraz ele alabilir miyiz?

“Uluslararası Eğitim” kavramını ilk kez kullanan Çek eğitimci ve yazarı Johann Comenicus (1592 – 1670)’un olduğu iddia edilen bir söz var: “Öyle bir yöntem arıyorum ki Öğretenler daha az öğretsin, Öğrenenler daha çok Öğrensin”. Aslında bu söz kısaca öğrenmeyi öğretmek olarak ifade edilebilir. Modern eğitim-öğretimin nihai hedefi budur: öğrenmeyi öğretmek. Türk Milli Eğitim Sisteminde 2004 yılında paradigma değişikliği yapıldı ve esasicilik yani davranışçi eğitim sistemi terk edilerek yapılandırmacı eğitim sistemine geçildi. Sistemin aksayan yönlerinin olup, olmaması ya da yapılandırmacı eğitim sisteminin uygulanabiliyor olup olmamasından bağımsız olarak bir sistem değişikliğine gidilmiş olması başlı başına büyük bir olaydır. Ders müfredatları yapılandırmacı eğitim anlayışı doğrultusunda yeniden hazırlanmış ve buna uygun olarak ders kitapları yeniden yazılmıştır. Esasicilik (Essentializm)  anlayışı merkeze öğretmeni koyarken, ilerlemecilik (progressivizm) akımına dayanan yapılandırmacı eğitim sistemi hem pragmatizmi önceler hem de esasiciliğin aksine merkeze öğrenciyi koyar. Kısaca söylemek gerekirse yapılandırmacı eğitim anlayışında artık öğretmekten ziyade öğrenme ön plandadır. Bilgi o kadar hızlı çoğalıyor ki bunları öğrenciye öğretmeye ne zaman yeter ne de imkân var. Bunun yerine öğrencinin öğrenmeyi öğrenmesi daha mantıklıdır. Bu yolla bilgiye ulaşmayı öğrenen ve bilgiye ulaşım araçları sağlanan öğrenci istediği bilgiye ulaşabilir. Bu yönüyle yeni sistem hem esnektir hem de bireyselcidir. Herkesin aynı bilgiyle donatılmasına gerek yoktur. Bireylerin eğitimsel farklılıklarını toplumsal zenginliğin güvencesi olarak değerlendirir.

Geleneksel eğitim sisteminde yani esasicilikte bilgi mutlaktır ve öğrenciden bağımsız olarak öğrencinin dışında vardır. Amaç bu var olan bilginin öğretmen tarafından öğrenciye en iyi şekilde, eksiksiz olarak aktarılmasıdır. Yapılan tekrarlarla öğrenme süreci kuvvetlendirilir. Modern eğitim anlayışında yani yapılandırmacılıkta ise bilgi kişisel anlama sahiptir. Bu anlamıyla yapılandırmacı eğitim sistemi bireyseldir. Yani bilgi öğrenci (öğrenen) tarafından bireysel olarak oluşturulur. Öğrenen olmaksızın bilginin önemi yoktur. Elbette bu durumda öğrenen tarafından oluşturulan bilgilerde kişiden kişiye farklılıklar oluşacaktır. Yanlış bir ön bilgiden hareketle ve doğru yöntemler uygulayarak doğru bilgiye ulaşılamayacağı için hem ön bilginin yeterli olması hem de yeni bilgiye ulaşırken uygulanan yöntemin doğru olması gerekmektedir. Bu nedenle sistemin başarısı; öğrencinin ön bilgi düzeyinin ölçülebilmesi ve öğrencinin yaparak öğrenmesine yönelik alt yapının sunulup, sunulmadığıyla yakından ilgilidir.

Tam bu noktada Türk Milli Eğitim Sistemine uygulamadaki durum açısından bakacak olursak eğitim ve öğretimde neredeyiz? Genel olarak durumumuz nedir?

Yapılandırmacı eğitim sisteminde öğretmen, merkezdeki yerini kaybetmiş olmakla birlikte eğitim sürecindeki öneminde bir azalma olmamış hatta tam tersine daha da önemli bir hale gelmiştir. Şöyle ki geleneksel sistemde öğretmen anlatacağı konuyu hazırlar ve sınıfta anlatır. Duruma göre bazı tekraralar yaparak görevini tamamlamış olurdu. Fakat yapılandırmacı sistemde hem öğrencinin ön bilgi düzeyinin yeterli olup, olmadığını kontrol etmek hem de onun zihninde bilginin doğru bir şekilde oluşması için dışardan öğrenciye sürekli destek vermek durumundadır. Bu her bir öğrenci için ayrı ayrı yapılmalıdır. Bu nedenle gizli kahraman yine öğretmendir. Bu nedenle öğretmenlerimizin de bu yeni sisteme hazırlıklı olmaları beklenir. Ne yazık ki 2004 yılında yeni sisteme geçildiğinde öğretmenlerimiz buna çok da hazırlıklı değillerdi. Elbette bunun olumsuz yansımaları olmuştur. Diğer taraftan yapılandırmacı öğretim anlayışı öğrencinin araştırarak, yaparak, uygulayarak öğrenmesi ilkesi üzerine kurulu olduğundan hem bilgiye ulaşma yolları açık olmalı hem de uygulamaya dönük olarak ders araç ve gereçleri yeterli olmalıdır. Eğitim sistemimizi bir bütün olarak ele aldığımızda maalesef bu konuda çok yetersiz kaldığımızı söylemek durumundayız. Ben liseye 1977-1978 öğretim yılında Erzurum Lisesinde başladım ve oradan mezun oldum. Erzurum Lisesi modern fen programının ilk uygulandığı pilot liselerden idi. Fizik ve kimya derslerimizi sürekli laboratuvarda yapardık. Lisenin güzel bir spor salonu vardı. Aynı zamanda yatılı olduğundan yemekhanesi, yatakhanesi, kantini, geniş bir bahçesi vardı. İyi bir eğitim aldığımızı düşünüyorum. Şimdi okullarımızın ne kadarında böyle bir alt yapı var diye sorguladığımız zaman cevabımız ne yazık ki bizi hiç memnun etmiyor. Daha somut konuşacak olursak ülkemizin eğitim-öğretimdeki durumunun somut resmi PISA Sınav sonuçları ile pekâlâ ortaya konulabilir.

Burada yer darlığı nedeniyle PISA’da yer verilen tüm alanlara ayrı ayrı yer veremeyeceğim. Burada örnek olarak yalnızca son PISA sınavının (PISA 2018) “Okuma Becerileri” alanına bakalım. Tablo 1’de verilen PISA 2018 “Okuma Becerileri” sonuçlarına göre öğrencilerimizin almış oldukları notların dağılımının, karşılaştırma olarak seçilen OECD Ortalaması, Finlandiya, G. Kore ve Japonya’dan önemli bir farklılığı var (görsel olarak Bkz. Şekil 1). Buna göre bizim ülke öğrencilerimizin alt düzeylerdeki yüzdelikleri diğer ülkelerden fazla, üst düzeylerde ise azdır. Daha somut konuşacak olursak bizim öğrencilerimizin ortalama düzeyi yaklaşık olarak 5. Gruba (2. Düzey) denk düşerken diğer dört ülkenin ortalama düzeyleri 6 ila 7’inci Gruplar (3. Düzey – 4. Düzey) arasındadır. Öğrencilerimizin %56’ından fazlası 2. Düzey ve daha alt düzeylerde yer alırken bu oran OECD Ülkeleri Ortalamasında %47, Finlandiya’da ise %33 civarındadır. Diğer taraftan en başarılılar olarak kabul edeceğimiz 5 ve 6’ıncı düzeylerdeki öğrenci yüzdemiz yalnızca  %3.3 iken bu oran OECD Ülkeleri Ortalamasında %8.6, Finlandiya’da ise %14.3’tür. Zaten Okuma Becerilerinde belirli bir başarı düzeyi yakalayamadan Fen ya da Matematik alanlarında da yakalayamayacağımız açıktır. Özetle durumumuz dünyanın en kötüsü değil elbette fakat eğitimde ileri ülkeleri kendimize temel aldığımızda daha alınması gereken çok yol olduğu görülmektedir. Başka türlü söyleyecek olursak mevcut uygulama ile yakalayabildiğimiz başarı düzeyi ancak bu kadar olabilmektedir. O halde başarıyı yakalayabilmek için başka bir şey olmalı.

Tablo 1.  PISA 2018’de bazı ülke öğrencilerinin “okuma becerileri” alanındaki yüzde olarak düzey dağılımları (Bkz. PISA 2018 Türkiye Ön Raporu, MEB, Aralık 2019)

Şekil 1. PISA 2018’de bazı ülke öğrencilerinin “okuma becerileri” alanındaki yüzde olarak düzey dağılımları

Burada hemen aklımıza şu soru geliyor: Neden böylesi bir sonuç ortaya çıkıyor? İçerisinde bulunduğumuz bu istenmeyen durumun nedenleri nedir? Biraz da bu konuya değinelim isterseniz.

Aslında bu sorunuzdaki nedenlere yukarıda değindik. Daha kategorik ifade edecek olursak sorunuza öğretmen kaynaklı nedenler, müfredat kaynaklı nedenler ve okul (çevresel) kaynaklı nedenler olarak yaklaşabiliriz. Bu nedenle öğretmen yeterliği düzeyimiz ve öğretmen yetiştirme politikaları gözden geçirilmelidir. Elbette bu söylendiği kadar kolay bir iş değil. Ancak bir irade ortaya konularak zaman içerisinde başarıya ulaşılabilecek bir konu. Halen bir milyona yakın öğretmenimiz var. Bu bağlamda hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimler, elbette layıkıyla yapıldığında, önemli ölçüde yarar sağlayabilir. Diğer taraftan öğretmen yetiştirmede uygulamaya dönük (staj) eğitimlerin ağırlıklı olması son derece önem arz etmektedir. Bu açıdan öğretmen yetiştiren okul (Fakülte) ile staj yapılan okul arasında daha sıkı bir işbirliği şarttır. Öğretmen yetiştiren fakültelere öğrenci seçiminde de daha titiz olunması gerekir. Bu konuda ayrı bir Eğitim Üniversitesi kurulması yönünde öneriler de var. Bu önerinin de bilimsel olarak değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Bundan başka geçmişte başarılı öğretmen yetiştiren eğitim kurumlarımız (Köy Enstitüleri, Öğretmen Okulları ve Öğretmen Liseleri) ve bunlarla elde edilmiş tecrübelerimiz var. Bu tecrübelerden yaralanmak gerekir diye düşünüyorum. Bu bakımdan öğretmen okullarının yeniden açılması fikri de bilimsel olarak ele alınıp, değerlendirilmelidir. Diğer yandan eğitim sisteminde kabul edilen felsefi yaklaşım da elbette önemlidir. Ben illa bir yaklaşım tercih edilsin diyenlerden değilim. Yani %100 esasicilik ya da %100 yapılandırmacılık anlayışı olmak zorunda değil. Örneğin yapılandırmacı eğitim sisteminin bireyselci yapısı maalesef genel toplum hayatımıza da yansımaktadır. Adeta gemisini kurtaranın kaptan olduğu bir dönemde yaşıyoruz maalesef. Bu nedenle bir sistem tercih edilirken ulusal değerlerimizin göz ardı edilmemesi ve başka sistemlerin yararlı yönlerinin de dışlanmaması önemlidir diye düşünüyorum. Son olarak okullarımızın durumuna zaten değinmiştik. En azından yeni yapılan okul binalarının bütün bu ihtiyaçlar dikkate alınarak planlanması ve bu eksikliklerimizin zaman içerisinde hızla giderilmesi sağlanmalıdır.

Yeri gelmişken her zaman savunduğum bir düşüncemi burada da tekrarlamak isterim. Daha önce eğitimin, öğretimi kapsadığını ifade etmiştik. Başarı, eğitimin, öğretim sayılmayan kısımlarında ne yaptığımızla ilgili esas olarak. Bu bakımdan konuya eğitim bağlamında yaklaşmalıyız diye düşünüyorum. Kanımca eğitim içeriği açısından dört saç ayağından oluşmaktadır: (a) akademik eğitim, (b) Kişilik eğitimi, (c) beden eğitimi, (d) sanat eğitimi. Bu bağlamda okul öncesi eğitim önemle ele alınmalı, yaygınlaştırılmalıdır. Eğitimde başarılı ülkelerin hemen hepsinde 2-3 yılı bulan okul öncesi eğitim süreleri olduğunu görüyoruz. Okul öncesi eğitim öğrencinin kişiliğinin gelişmesinde ve sosyalleşmesinde son derece büyük bir öneme sahiptir. Diğer taraftan ilk, orta ve lise dönemlerinde öğrenciye kişiliğini bulmada yardımcı olacak ders ve etkinlikler verilmelidir. Beden ve sanat eğitimi de son derece önemli ve aslında bu eğitimler de yine kişilik eğitiminin destekçisi durumundadır. Tam da bu noktada Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.” ve “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.” veciz sözlerini hatırlatmakta yarar görüyorum. Bu bağlamda okullarımızın spor salonları, resim ve müzik atölyeleri, çok amaçlı salonları olmalı, “Beden Eğitimi” ve “Müzik Eğitimi” dersleri layıkıyla verilmeli, okulda şiir, edebiyat, tiyatro, münazara gibi etkinlikler olmalıdır. Bütün bunların yanına yetkin öğretmenlerin rehberliğinde verilen laboratuvar olanaklarından bolca yararlanılan bir akademik eğitimi de eklediğinizde topluma; ülkesine, millete ve tüm insanlığa faydalı olmayı hedefleyen, insana, hayvanlara ve doğaya saygılı, düşünen, eleştiren, analiz yeteneği gelişmiş nitelikli yurttaşlar yetiştirmiş oluruz. Zaten eğitimden beklenen de bu değil mi?

Hocam çok teşekkür ediyoruz. Son sözlerinizi alarak söyleşimizi tamamlayalım isterseniz.

Yukarıda da dediğim gibi eğitim; pahalı ve çıktılarını geç veren bir yatırım olmakla birlikte bir ülke için en hayati yatırımdır. Nihayetinde nasıl bir yurttaş kitlesine sahip olacağınız uyguladığınız eğitim sistemiyle belirlenmektedir. Bu nedenle okul binalarımıza gereken bütçe ayrılmalı, yukarıda belirtilen donatılarıyla inşa edilmeli, öğretmen yetiştirmede belirli bir kalite yakalanmalı, mevcut öğretmenlerin hizmet içi eğitimleri layıkıyla yapılmalı ve kaliteli bir eğitimin vazgeçilmez unsuru olan ve yapılandırmacı eğitim sistemi ile yükleri daha da artan öğretmenlerimizin kadro ve ücret sorunları çözülmelidir. Sınıfına giren öğretmenimizin kafasında günlük geçimi ile ilgili sorular kesinlikle olmamalıdır. Son olarak da hem öğretmen yetiştiren kurumlar ele alınmalı hem de Fen Fakültelerine kuruluş amaçlarına uygun, gereken önem verilmeli. Bu fakülteleri tercih eden adaylar titizlikle seçilmeli ve teşvik edilmelidir.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum.

Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...