Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Nazlı Somel ile eğitim sistemimizi, eğitimle ilişkili konuların kamusal tartışmadan kaçırılmasını ve Boğaziçi Üniversitesi’nin son durumunu konuştuk.

“Maalesef deprem ve sonrasında yaşananlar ne Cumhuriyetimiz ne de eğitimimiz açısından işlerin yolunda olmadığını yüzümüze vurdu. Türkiye’de kamusal hayatı ve temel insan haklarını, en başta yaşam hakkını, koruyan temel mekanizmaların ve kurumların ortadan kalktığını tüm açıklığıyla gördük.”

“Bu yeni anlayış ve uygulamalar türlü türlü yolsuzluğa ve kandırmacaya da alan açıyor. Örneğin kopya, intihal artık örgütlü bir etkinlik halini aldı, hem çıkar grupları hem de okullar bu örgütlenmenin içinde. Demem o ki, eğitimin kamusal bir tartışma olmaktan çıkması, kamusal bir hak olmaktan çıkması anlamına geliyor ve her şeyin mubah olduğu bir alan halini alıyor.” 

Bir yandan Cumhuriyet’in 100. Yılında bir asırlık mirasımızı bir yandan da Maraş merkezli depreminin getirdiği yıkımı konuşuyoruz bu yıl. Bu tarihsel dönemde eğitim sistemimiz için ne söylenebilir?

Cumhuriyet ve deprem sıklıkla birlikte andığımız kavramlar değil, ancak 2023’te bunlar arasındaki ilişki, yani devletin niteliği ile halkın afetlere karşı korunması konusunun ne kadar ilişkili olduğunu büyük bir yıkımla öğrendik. Maalesef deprem ve sonrasında yaşananlar ne Cumhuriyetimiz ne de eğitimimiz açısından işlerin yolunda olmadığını yüzümüze vurdu. Türkiye’de kamusal hayatı ve temel insan haklarını, en başta yaşam hakkını, koruyan temel mekanizmaların ve kurumların ortadan kalktığını tüm açıklığıyla gördük. Bunların en başında Cumhuriyetin mirası olan temel yurttaşlık hakkının, kamu politikalarını takip etmek ve veriler ışığında desteklemek ya da karşı çıkmak hakkımızın elimizden alınması geliyor. Ne verilere ulaşabiliyoruz, doğru ve tutarlı verilere, ne de mevcut politikaların mantığına dair açıklamalara. Kararlar bize hayata geçmeden hemen önce ya da geçtikten sonra duyuruluyor ve duyurular kısa emir cümleleri şeklinde gerçekleşiyor.

Depremle ilişkili, ülkemizdeki tüm üniversiteleri etkileyen, 2023 bahar döneminde “uzaktan eğitim” kararı anlatmak istediğime çok uygun bir örnek. Bu kararın gerçekten toplumsal bir ihtiyaçtan mı kaynaklandığını, örneğin KYK yurtlarının depremzedelerin hizmetine açılması ihtiyacından mı doğduğunu, irdeleme şansımız yok. KYK yurtlarının kapasitelerinin ne kadarının depremzedelerce kullanıldığını bilmiyoruz, neden devletin ve özel sektörün elindeki başka barınma imkanlarının kullanılmadığını bilmiyoruz, bu yurtlarda kalan depremzede ailelerin ne deneyimlediğini bilmiyoruz. Bildiğimiz şeyler alınan kararla çatışıyor: KYK yurtları ailelerin uzun süreli barınması için uygun yerler değil, devletin elinde ve özel sektörde çok daha uygun mekanlar mevcut ve diğer taraftan baktığımızda, pandemi sürecinde uzaktan eğitimi deneyimlemiş üniversitelerde, öğrencisinden öğretim elemanına, yüzyüze eğitim talebi var. İtiraza ve aksi yöndeki talebe rağmen uygulanmakta ısrarcı olunan bu politika örneğin, ne bir eğitimsel meseledir sadece ne de üniversite meselesidir, bu cumhuriyetin söz verdiği yurttaşlık haklarının gaspıdır kanımca. Bu nedenle önce Cumhuriyeti bu temelde tekrar kurmak gerekiyor.

Eğitimle ilişkili konuların kamusal tartışmadan kaçırılması ne gibi sonuçlara neden oluyor?

Buna çok kısa bir cevap verilebilir: Gericileşme ve piyasalaşma. Bugün eğitim kararlarını yönlendiren ve eğitim alanında rahatça hareket eden gruplara baktığımızda bu iki öğeyi rahatça ayırt edebiliyoruz. İşin doğasına da aykırı değil. Eğitim bir toplumsal tartışma konusu olmadığında ve bu tartışma için tarihsel olarak varolan mekanizmalar kaldırıldığında, spesifik çıkar grupları çok daha rahat bir şekilde etki edebiliyorlar. Üstüne, eğitim uygulamaları kamusal denetimden de kaçırılabildiğinde kamu, bu kamusal hak üzerindeki sözünü neredeyse tamamen yitiriyor. Bu denetim mekanizmaları örneğin Talim Terbiye Kurulu idi, Eğitim Şuralarıydı; bu noktada son eğitim şurasında okul öncesi eğitimde din eğitimi verilmesi konusundaki kararın Şura’nın teamüllerine de aykırı olarak sonradan eklenen bir madde olarak oylanarak alındığını görüyoruz. Bir diğer denetim mekanizması eğitim harcamalarının kamusal denetime tabi olmasıydı, bunun ortadan kalkmasının sonuçlarına Fatih Projesini örnek olarak verebiliriz, bu projede ne kadar harcandığını ve ne gibi getirileri olduğunu bilmiyoruz örneğin. Son dönemde alınmış eğitim kararlarının hemen tamamı için benzer şeyleri söylemek mümkün.

Elbette bu durumdan bütün toplumsal kesimler aynı şekilde etkilenmiyor. Bu noktada toplumsal eşitsizliklerin etkilerini görüyoruz. Örneğin, MEB’ye bağlı örgün eğitim kurumları dışındaki kurumlara, örneğin Diyanet’in küçük çocuklar için açtığı kurumlara, ağırlıklı olarak fakir ailelerin çocukları devam ediyor. Bu ailelerin bir kısmı muhafazakar olduğu için gönderiyor çocuğunu, ancak önemli bir kısmı alternatif olarak çocuklarını gönderebilecekleri ve karşılayabilecekleri kamusal bakım hizmetleri imkanlarının olmamasını neden olarak gösteriyor.     

Eğitimin kamusal bir tartışma olmasının engellenmesi, onun kamusal bir hak olarak değil, bireysel yatırım olarak yeniden kurulmuş olmasıyla da yakından ilişkili. Eğitim sistemimiz, herkesin kendisi, ait olduğu grubu ya da çocuklarını bir adım öne geçirmek için yatırım yaptığı, rekabete girdiği bir alan haline geldi. Buradan para kazanan da var, tüm hayatını çocuğunu okutmak için ipotek altına aldırmak zorunda olan da. Bu yeni anlayış ve uygulamalar türlü türlü yolsuzluğa ve kandırmacaya da alan açıyor. Örneğin kopya, intihal artık örgütlü bir etkinlik halini aldı, hem çıkar grupları hem de okullar bu örgütlenmenin içinde. Demem o ki, eğitimin kamusal bir tartışma olmaktan çıkması, kamusal bir hak olmaktan çıkması anlamına geliyor ve her şeyin mubah olduğu bir alan halini alıyor.  

Sizin çalışmakta olduğunuz Boğaziçi Üniversitesi aslında kamusal bir tartışma halini aldı değil mi?  Nedir üniversitenizde son durum?

Evet, üniversitemizin onurlu çalışanları sayesinde oldu bu ve ancak bedel ödemek pahasına yapılabildi. Öğrencilerimiz örneğin soruşturmalar ve adli süreçlerle karşı karşıya. Direngen hocalarımızın okulla bağını koparmak için işten atmaktan, kampüse almamaya, soruşturmalara ve en son olarak online iletişim kanallarını denetleyerek engellemeye vardı bu bedeller.  Boğaziçi Üniversitesi’nde bir rektör atamasıyla başlayan süreçte, akademisyenlerin ve öğrencilerin bunu büyük bir sorun olarak tartışmaya açmasının ve kamuyu bunun arkasından gelecekler konusunda uyarmasının ne kadar haklı olduğunu da gördük. Şu anda üniversitemizde komisyonlar çalıştırılmıyor, araştırma merkezleri kapatılıyor, kadrolaşılıyor. Belki geçtiğimiz hafta medyadan takip ettiniz, kampüste bakımı yapılan yaşlı ve engelli sokak hayvanlarının bakım merkezi dağıtıldı, hiçbir canlı kaçamıyor süreç böyle işlediğinde. 

Boğaziçi konusunda yaşanan her şeyi en baştan itibaren söylemeye çalıştığım konuya bağlamak mümkün. Bir üniversitede komisyonların işlemesi, yeni öğretim üyesi alımı konusunda ilgili bölümlerin başat rol oynaması ve bunu alanın ihtiyaçları ile eşitlik ve liyakata uygun yapmasının neye kime zararı olabilir? Yalnızca kimi çıkar odaklarına… Böylesi karar süreçleri olduğunda ve karar alma sorumlulukları paylaşıldığında, sistemi belli kesimlerin çıkarına işletmek çok zorlaşmakta.

Okulumuzda yaşadığımız süreçte şunu da yakından deneyimledik. Tüm bu yaşananlar insanımızda da bir çürümeye kaynaklık ediyor. Örneğin, bölümlerimize bizden habersiz açılan kadro ilanlarına başvuran ve hukuki de meşru da olmayan yollarla atanan kişilerden bazıları çok basit bir mantığı dile getiriyor: “Ben olmasaydım bir başkası olacaktı, fırsatı değerlendirdim”. Böylesi bir fırsatçılığın bu denli rahatça benimsenip dile getirilmesi çok çarpıcı. Hele de bilim insanlarınca… Yani Cumhuriyet’in mekanizmalarının yıkılması, piyasacılık ve bireyselcilik, bildiğimiz anlamda hem yurttaşı hem aydını ortadan kaldırdı. Yeniden kamucu bir kültür yaratmamız gerekiyor.

Siz K12 seviyesinde, örgün eğitim kurumlarında çalışmalar yapıyorsunuz ve öğretmen yetiştiriyorsunuz, neler gözlemliyorsunuz öğretmen adaylarımız ve öğretmenlerimizde?  

Türkiye’de öğretmenler meslekleri, çalışma koşulları, öğrencilerinin hakları konusunda söz söyleyemez hale geldi maalesef. Yine de, okullarda ve öğrencilerimizde gördüğüm en önemli şey, bugün hala güzel örnekler görebiliyorsak bunun onurlu insanlar ve Türkiye’nin geleceğine anlamlı bir katkı yapmak isteyen gençler sayesinde olduğu. Bu kesimler arasında da gelecek belirsizliğinin ve çaresizliğin etkilerini görebiliyoruz. YÖK’ün aldığı son formasyon kararı örneğin, eğitim fakültelerinde eğitim görmekte olan öğrencilerimizi umutsuzluğa itti. Bu kararın kimler tarafından, neden alındığını bilmiyoruz örneğin. Hali hazırda çok düşük ücretlerle özel sektörde çalışmakta olan öğretmenlere daha fazla sayıda yenisinin katılması ve ücretlerin okul sahipleri lehine düşmesi dışında nasıl bir etkisi olacağını da. Örneğin böylesi bir karar ancak öğretmen yetiştirme sistemimize dair bir kamusal tartışmanın ardından alınabilirdi, işleyen bir cumhuriyette. Benim düzenli olarak verdiğim eğitim politikaları konulu derste örneğin, güncel eğitim politikalarından dilediklerini seçiyor öğrenciler dönem boyunca araştırmak üzere ve çoğu zaman elle tutulur veri, rapor ve açıklama bulmakta zorlanıyorlar. Bu politikaların sonuçlarını değerlendirmekle kalıyoruz.

Boğaziçi Üniversitesine gelen öğrenciler test sınavlarında başarılı olanlar. Öğrencilerin sıkça dile getirdikleri bir durum, lise öğretmenlerinin onları öğretmenlik mesleğini seçmekten alıkoymaya çalıştıkları. Öğretmenlerinin mesleğin çalışma koşulları, maaşı ve toplumsal prestiji konusunda söylediklerini aktarıyor öğrencilerimiz. Çok acı. Öğretmenlik bir “kariyer” mesleği değil belli ki, ve olamaz da. Eğitimimiz bir serbest piyasa olarak işlediğinde, öğretmenlik sadece en dar anlamda işini yapan, daha fazlasına karışmasına izin verilmeyen ve emeğinin karşılığını alamayan bir diğer meslek haline geliyor. Özel sektörde son 10 yılda hızla bu hale geldi, şimdi devlet okullarında çalışan öğretmenler için süreç hızlandırılmaya çalışılıyor. 

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. 

Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...