Uysallar dizisi, 30 Mart’ta Netflix’te yayına girdi. Hakan Günday’ın kaleminden çıkan dizinin yönetmen koltuğunda Onur Saylak oturuyor. Öner Erkan, Songül Öden, Uğur Yücel ve Haluk Bilginer gibi ansamble oyuncu kadrosuyla göz dolduruyor.

            Dizi, müthiş bir kurmaca örneği diyebiliriz. Ne bir fazlalık, aşırılık ne de eksiklik var hikaye anlatımında…

İlk bölümde, bütün karakterleri bize bir çırpıda tanıtıyor.  Ve kullanılan metaforlar muhteşem… Bu kadar çok metafor kullanma cesaretini gösteren ve bunu ustalıkla başarabilen senaristi alkışlamamak mümkün değil…

Dizi boyunca İstanbul’un üzerindeki sis hiç kalkmıyor. İnsanın kendi gerçeği ile yüzleşememesi, etrafındaki hiç kimsenin gerçekliğini görememesi, görüş alanını kısıtlayan bir doğa olayının metaforu ile anlatılıyor.

Dizinin başka bir metaforu, ana karakter Oktay’ın cezaevi mimarı olması… Sürekli olarak yapılan “Avrupa’nın en büyük cezaevi” vurgusu, betonlaşmanın hızla yaygınlaştığı yurdumuzda, betonlar arasına sıkışmış hayatlara gönderme yapıyor.

Senarist bir anlamı, bütün karakterler üzerinden ayrı ayrı metaforlarla bize sunuyor. “Sıkışmışlık” duygusunu, Nil karakterinin yüzünü değiştirmesi, Oktay karakterinin punkçı karakterine dönüşmesi, Berhudar karakterinin saçlarını spreyle siyaha boyaması üzerinden, oyuncuların kendi gerçeği ile olmak istediği karakter arasındaki sıkışmışlığı veriyor.

Dizide Berhudar karakteri, egemen sistemi temsil ediyor. Berhudar, mütemadiyen kendine düşmanlar yaratıyor. Egemen sistem, bir karakter tarafından ancak bu kadar güzel tarif edilebilir.

Sarhoşken tweet atan mühendisin, bir şafak operasyonu ile tutuklanma korkusu ve bu korkunun günlerce ona yaşattığı eziyet de yine iyi bir sistem eleştirisi… Ve beni benden alan psikanalitik bir metafor.

Nil’in arabada, dikiz aynasına bakarak ruj sürerken, kendi kendine “Ben ne yapıyorum” diyerek kapıldığı suçluluk duygusuna karşılık, aynadaki Nil’in “Sana ne” diye cevap vermesi, Nil’in ideal egoyu yaratma çabasının muhteşem bir göstergesi… Senarist burada Rudolf Arnheim’a da bir saygı duruşunda bulunuyor.

            Dizide kullanılan kitaplar da ayrı bir inceleme konusu… Ailesini terk etmekten vazgeçip eve gelen Oktay, karısına yazdığı veda mektubunu, Tolstoy’un “Aile Mutluluğu” kitabının arasına saklıyor.

Kendini aile yalanına kaptırmış karakterlerin sahteliğine yapılan iyi bir gönderme… Oktay’ın mektubu yok etmek için yanlışlıkla aldığı ve iş yerine getirdiği kitap ise Kral Oidipus. Babasıyla hiç anlaşamayan Oktay’ın, yıllar önce kaybettiği annesine aşık olduğunun göndermesi (Oidipus kompleksi).   

Carl Gustav Jung’un “arketip” kavramı, kolektif bilinçaltını oluşturan öğelerdir. Kalıtsal eğilimler doğrultusunda bireyin hayatlarına rehberlik eden ve ortak bilinçdışının içinde yer alan arketipler, yoğun duygusal öğeler ve enerjiler taşıyan evrensel düşünce biçimleridir.

Modern dünya için duygusal enerjiler taşıyan karakterlerin, aşina olduğu personalar ve olmak istedikleri karakterler arasında kalma duygularını ustaca işleyen Hakan Günday,  Jung’a da saygı duruşunda bulunuyor. 

Hakan Günday ve Onur Saylak’ın yarattığı dizi atmosferi, Türkiye’nin küçük bir profili gibi… Ben de bu profile, Yılmaz Güney’in dizeleri ile bir gönderme yapmak istiyorum.

Dışarıda bir şeyler oluyor farkında mısınız?

Uykuda olanları sarsın, uyandırın.

Yakında ışıklar sönecek.

Karanlıkta ne yapacaksınız!