Mario Gianluigi Puzo, The Godfather eserini kaleme aldığında, dünya sinemasının en önemli eserini ortaya çıkaracağını biliyor muydu acaba? Onlarca kitaba, dizi ve sinema filmine ilham olan The Godfather filminin çıkış öyküsü de oldukça ilginç…

 Yapımcı Albert S. Ruddy, aralarında Steven Spilberg’in de olduğu bir çok yönetmenle konuşuyor fakat bu filmi çekmeye kimseyi ikna edemiyor. En son Francis Ford Coppola ile görüşüyor. Copollo’da başta kabul etmiyor fakat yaptığı önceki filmden dolayı stüdyoya borcu olduğu için kabul etmek zorunda kalıyor ve geçiyor yönetmen koltuğuna… Oyuncu kadrosu ise tam bir şampiyonlar ligi… Marlon Brando, Al Pacino, James Caan, Richart S. Castellano… Al Pacino yeni parlamaya başlamış bir oyuncu ama stüdyo onu istemiyor. Coppola yönetmenlik dehasını konuşturup Pacino’nun en önemli sahnesini iş programında öne alıp çekiyor ve stüdyoya gösteriyor. Muhteşem oyunculuk performansı karşısında stüdyo Pacino’nun kalmasına karar veriyor. Coppola’nın bu hamlesi olmasaydı belki de Al Pacino, bu kadar ünlü bir oyuncu olma fırsatını elde edemeyecekti.

 İlginç bir durum da görüntü yönetmeni ile yaşanıyor. Çok iyi bir görüntü yönetmeni olan Gordon Willis, Marlon Brando’nun ışığını tasarlıyor. Stüdyo büyük tepki gösteriyor çünkü Brando’nun gözleri gölgede kalıyor. Willis tasarımının arkasında durarak, bu karakterin ışığının, görsel tasarımının bu, olduğunu söylüyor. Neredeyse Willis işten kovulacak ama yine de bilgisine, birikimine, emeğine duyduğu saygı ve güvenden dolayı asla geri adım atmıyor. Stüdyo filmin tamamını izleyince, görsel tasarımın harika olduğunu görünce, Willis’e hak veriyor. Ve dünya klasiklerinin başında yerini alıyor The Godfather…

 Bu durum bizde yaşansa, görüntü yönetmeni anında şöyle talimatlar verir, “Karşıya camlı binlik yak, gir reflektörü, üç iki bir kayıt ve oyuncunun yüzü kabak gibi ortada…” Yanlış anlaşılmasın, görüntü yönetmenlerimizi tenzi ediyorum. Bizim genel olarak iş yapmaya, çalışmaya, üretmeye, tasarlamaya, emeğinin arkasında durmaya dair pratiğimiz bu şekilde gerçekleşiyor maalesef… “Abi ben aldığım paraya bakarım” anlayışı, sistemli ve bilinçli olarak yerleştirildi, toplumun bilinçaltına sızılarak… Yaşam pratiğimiz buna dönüştü… Peki bu neye/nelere sebep oldu? Yaşam biçimi olarak, algı olarak, üretim olarak kalitemizi hızla yitirmeye başladık. “Ben daha iyi bir hayatı hakkediyorum” direnişini gösterdiğin zaman, “Çöpten ekmek toplayanlar, açlık sınırının altında yaşayanlar var” tepkilerini, hepimiz haklı kılmaya başladık. Toplumca, seviyemizi en aşağıya indirdik ve buradan tartışıyoruz her şeyi, çok hüzünlü… Değer yargılarımız tepeden alınıp en alt ve aşağılayıcı seviyeye getirilince, bizde aşağıya inip o seviyede tartıştık ve maalesef tüm değer yargıları o seviyede şuan… Onu yukarıya taşıyacak doğru hamleyi bulmak yerine, hoopp aşağıya atladığımız için… Yine söylüyorum bu durum sistemli bir şekilde step by step oluşturuldu.

 Ouroboros, nedir bilir misiniz? Kendi kuyruğunu yiyen yılan sembolü… Biter bitmez yeniden başlayan döngü… Bu döngüyü kırmanın zamanı gelmedi mi? Bireysel bilincinin ve değerinin farkında olmak zorundasın! Bu bütünün değerli bir parçasısın! Ucuzlaştırılmış bir hayatta kendini kurtarmanın peşinde değil değerli bir hayatta, hayatın tüm güzelliklerini paylaşarak yaşamayı hakkediyorsun!