Arthur Schopenhauer’un, aslında bilimsel tez olarak yazdığı Aşkın Metafiziği kitabını okudunuz mu? Schopenhauer, bu kitabı yazdığı için taktir de topladı, çok ağır eleştirilere de maruz kaldı.

Özellikle küçük yaşlarda annesi tarafından terk edildiği için kadınlara düşman olduğu gerekçesiyle eleştirildi. O zaman “aşk” olgusunu bilimsel, özellikle biyolojik olarak sorgulayalım.

Bu sorgulamayı doğru bir şekilde yaptığımızda ve sistemli bir şekilde yaygınlaştırdığımızda kadına, çocuğa, hayvana cinsel istismarın önüne geçmiş olacağız. Nasıl mı? Buyurunuz;

            Profesör Dr. Sinan Canan diyor ki; bedensel biyolojik varlıklar olarak 3,5 milyar yıldır görevimiz sadece üremek. Diğer canlıların sadece görevi genlerini aktarmak fakat insan organizması olarak görevimiz sadece üremek değil kültür üretmek ve kültürü aktarmak.

Biyolojik organizma tarafımıza geri dönelim. Biyolojik yapımızın tüm organlarının ve davranış tarzımızın, arzularımızın, korkularımızın vb. işlevi tamamen üreme başarısını arttırmaya yönelik olarak tasarlanmış. Sigmund Freud’un da bilimsel olarak ortaya koyduğu gibi biyolojik ve ruhsal yapımızın işlevi, cinsellik üzerine tasarlanmış.

Dolayısıyla aşkın da özünde evrimsel olarak üreme yatıyor. İki karşı cinsi birbirine aşırı samimi derecede yaklaştırma motivasyonu, aşk olgusunu oluşturuyor. Aşık olunca adrenalin hormonu artıyor, özellikle erkeklerde daha fazla.

Genel olarak erkekler atak yapan taraf oluyor fazla adrenalin hormonundan sebep. Kortizol (stres hormonu) artıyor. Seratonin hormonu salgısı düşüyor, hem de depresyona giren kişilerdeki düşüşten daha da fazla. Bu nedenle aşık olduğunuz kişiyi düşünmeniz gerekiyor.

Onu düşünmeye başlayınca beyninizde ödül kimyasalı olan dopamin salgılanmaya başlıyor ve kendinizi çok iyi hissediyorsunuz. Aşık olduğunuz kişiyi düşünmeyi bırakınca dopamin de düşüyor.

Seratonin zaten düşük, hemen aşkınızı düşünmeye geçiyorsunuz dopamin seviyesi artsın diye. Bu hal tıpkı opsesyon rahatsızlığına benziyor. Aşık olduğumuz zaman ön beynimiz (analitik zeka) sessizleşiyor. Özellikle aşık olduğumuz kişiyi analiz etmekten çok değer atfetme motivasyonuyla hareket ediyoruz.

İdealize etme, çok fazla akıl yürütmeme halini yaşıyoruz.  O nedenle ‘aşkın gözü kördür’ deniyor sanırım. Aşk, kadın ve erkekte bir çok yönden farklı gerçekleşiyor, biyolojik olarak. En temel farklardan biri erkekteki testosteron hormonu onda aşırı cesaretli, hareketli, kendini gösterme, kur yapma davranışlarını geliştiriyor.

Doğadaki bütün canlılarda da böyle. Tavus kuşunun eşsiz güzellikteki kuyruğunu açması, erkek maymunların daldan dala atlaması, erkek sineklerin akrobasi uçuşu yapması vb. Kadının aşık olma hali ise östrojen hormonundan dolayı, daha durağan, erkeği daha iyi analiz etmeye çalışan bir ruh haline bürünüyor.

Erkek daha uçarı kaçarı haldeyken, ayda bir tane yumurta üreten ve dokuz ay sonunda (çoklu doğumlar hariç) bir bebek üretecek olan kadın biyolojik ve evrimsel olarak erkeğe karşı daha temkinli yaklaşıyor ve ağırdan alıyor.

Kadınlar için ‘naz yapar’ tabiri de buradan geliyor olmalı. Doğadaki dişiler feromon denilen bazı hormonları salgılayarak erkeği cinsel ilişkiye çağırıyor, erkekler kur yapmaya başlıyor. Fakat insan dişisinde böyle bir özellik yok. Evrim sürecimiz kültürel olarak aile yapısını kuruyor. Erkek ve kadın yavruyu birlikte büyütüyor.

Primatlarda (maymun, goril, şempanze, insan vb.), dişinin cinsel ilişkiye çağırma hali, parmak uçlarında, kalça geride göğüs dışarıda yürüyerek gerçekleşiyor. Tıpkı kadınların topuklu ayakkabı giydiğindeki vücut yapısı gibi…

Evrimsel olarak erkek, topuklu ayakkabı giyen kadına karşı farkında olmaksızın cinsel haz geliştiriyor. Bu sözlerim tacizcilere alan açmıyor, yanlış anlaşılmasın. Bilakis, ilk okuldan itibaren çocuklara Evrimsel Cinsel Güdülerimiz başlığı altında; beyin yapımızın işleyişi, kimyasal salgılarımızın nasıl gerçekleştiği, cinsel motivasyonlarımızın neler olduğu vb. konular sistemli bir şekilde ders olarak verilirse, günümüzde yaşanılan taciz ve tecavüz olayları sona erecektir.

Beyin farkındalık oluşturunca kendini tamir eden bir yapıya sahip. Bir de bu derslerin yanına ‘saygı’ diye bir dersi eklenirse, sağlıklı bireylerden oluşan bir toplum haline geliriz.

Eğitim demişken; Atatürk eğitim sistemimize Sümeroloji dersini ekleyerek, Sümeroloji’yi öğrenmemize vurgu yapmıştı.

Bunun nedenini sorgulamak zorundayız!