Gazeteci yazar Murat Yetkin "Zaferden 98 yıl sonra yanıtını arayan kritik soru" başlıklı köşesinde  "İçinizden birisi çıkıp, açıkça 'Hayır, bizim 100’üncü yılında Cumhuriyetle, hilafetle ilgili bir planımız, bir arzumuz yoktur' der mi?Zaferden 98 yıl sonra bunu sormak bile utanç veriyor ama hâlimiz budur" dedi.

yetkinport'de yer alan yazısında Murat Yetkin şöyle yazdı:

Zaferden ne anlıyoruz? Zaferden Türkiye’deki herkes aynı şeyi anlıyor mu? 30 Ağustos, kimilerimize göre işgal ordularının çökertildiği, bağımsızlık ve cumhuriyete giden kapıların açıldığı tarihtir. Kimilerimize göreyse 30 Ağustos’un felaketlerine açılan kapı olarak görüldüğü anlaşılıyor; çünkü onların “keşke Yunan kazansaydı da halifelik kalsaydı” saflarında olduğu giderek ortaya çıkıyor.

Zaferden ne yazık ki aynı şeyi anlamıyoruz. Zaferden 98 yıl sonra zaferin kahramanlarını tarihten silmeye çakışan bir zihniyet hâkim durumda. Bu zihniyetin gündemindeki son konu Atatürk’e hakaret etmenin suç olmaktan çıkarılması. Kurucu lideriyle, millî kahramanıyla bu kadar didişen başka bir ülke yoktur sanırım. Neyse ki Millî Savunma Bakanlığının hazırladığı 30 Ağustos videosununda söz ediliyordu “Gazi Mustafa Kemal Paşa”dan. Bir zamanlar Atatürk’ü neredeyse putlaştırarak milleti kahramanından soğutan, siyasete müdahaleci, darbeci alışkanlığına Atatürk’ü alet eden zihniyet, şimdi siyasi kaygılarla ancak millî bayramlarda Başkomutanının adını anıyor. Çıkarmak isteyene çok dersler var…

Görmemiz gereken gerçek
Eğri oturup doğru konuşalım. Bundan yüz yıl kadar önce de bazılarımızın dedeleri eldeki son toprak parçasının vatan olarak kalması için savaşıyorken, bazılarımızın dedeleri onlara karşı işgalci düşmanla birlikte kurşun sıkıyordu. Atatürk’ün “İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz” sözü hiçbir zaman bir gerçekliği yansıtmadı, bir temenniydi. Nasıl olacaktı ki? Kimilerimizin dedeleri, nineleri, anne babalarımıza “muasır medeniyet seviyesini yakalamak için çok çalışmayı ve nazik, saygılı olmayı öğütlerken, kimilerimizin dedeleri, nineleri çocuklarına “dinini, kinini unutmamayı”, intikamını almayı öğütlüyordu.

Dini ayrı tutarım. Kimsenin inancını da inançsızlığını da sorgulamam, saygılıyımdır. Peki kin nedir? Kin kime karşıydı? Bugün kime karşıdır?

Çanakkale’den silmek istenir Atatürk. Meclis’ten silinmek istenir. Sakarya’da, Dumlupınar’da, haydi İsmet İnönü yoktur, o zaten hiç anılmaz ama Atatürk de silinmek istenir. Bir tek Hilafeti kaldırmasıyla hatırlatılmak istenir. Tekkeleri, dergâhları kapatıp eğitim birliğini sağlamasıyla anlatılır, Arap harflerinden Latin harflere geçtiği için hatırlatılır. Bir de rakı içmesiyle.

Yaşatılmak istenen kin, kime karşıdır? Neye karşıdır?

Ve o zorunlu soru
Gerçi şu ilginç durum da var. Son yirmi yıldır Atatürk’ün ismi kademeli olarak ortadan kaldırılmak isteniyor. Bir ara ilkokul ders kitaplarında dahi Atatürk bahsini “azaltmak” istenmişti.

Ama bu ters tepiyor. Anayasada hâlâ yazdığı üzere laik, demokratik, sosyal hukuk devletinde, insan hakları, kadın-erkek eşitliği, ifade ve basın özgürlüğü içinde yaşamak isteyenler, bu defa gayet sivil bir şekilde, hatta ne mutlu ki askerin katkısı olmadan Atatürk’e ve cumhuriyet değerlerine sahip çıkıyor. Hiçbir maddi kazanç gözetmeden, hatta başının belaya girmesini göze alarak sahip çıkıyor. Bu tarihte pek eşi görülmüş bir durum değildir.

Zaferden 98 yıl sonra, 100 yıla iki kala artık o soruyu sormanın zamanı geldi mi acaba? 2023’te Cumhuriyet rejimine geçişin, 2024’te hilafetin ilgasının yüzüncü yılına yaklaşırken soru şudur:

İçinizden birisi çıkıp, açıkça “Hayır, bizim 100’üncü yılında Cumhuriyetle, hilafetle ilgili bir planımız, bir arzumuz yoktur” der mi?

Zaferden 98 yıl sonra bunu sormak bile utanç veriyor ama hâlimiz budur.