Bahçeşehir Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Pof. Dr. Hasan Şimşek ile eğitimde şu an yüz yüze olduğumuz on can yakıcı sorunu konuştuk.

“Özellikle son on yılda eğitimde ciddi bir dini yönelim ve muhafazakârlaştırma operasyonu vardır. Hükümet artık eğitime tek bir gözlükten bakmaktadır: İmam-hatiplerin sayısını nasıl artırırım ve devlet okullarının tamamını nasıl imam-hatip formatına sokabilirim? Şimdi Türgev, Tügva gibi vakıfların bir eli devlet okullarında, Diyanet Başkanlığı devlet okullarını operasyon sahası olarak kullanıyor, çeşitli tarikat ve cemaatler devlet okullarında icraat yapıyorlar.”

“Türk eğitim sistemi dünyanın en eşitsiz eğitim sistemlerinden biridir. Türkiye’de Anayasamızda parasız ve zorunlu olan temel eğitim neredeyse “paralı ve zorunsuz” hale gelmiştir. Açık ortaokul ve açık lise Türkiye’nin eğitim sistemine konmuş iki dinamittir. Bir kız çocuğu için üç teknik açmaz vardır: Ailenin kırsal kesimde yaşaması, ailenin dindar olması, ailenin yoksul olması. Bu üç açmaz erkek çocuklar içinde olumsuz koşullardır, ancak kızlar için bir ölüm üçgenidir. Bugün Türkiye’de okul öncesinde okullaşma oranı %35’ler civarındadır ki bu oran OECD ülkeleri arasında en düşük okul öncesi okullaşma oranıdır.”

“İmam-hatipler göz bebeği! Deyim yerindeyse, hükümetimizin neredeyse öz evletlar ve üvey evlatlar olarak gördüğü okullar vardır. İmam-hatip ortaokulları ve liseleri yatırımlarda aslan payını almakta, ancak velilerin ilgi göstermemesi nedeniyle ciddi doluluk sorunu yaşamaktadır.”

                                                        

Hocam sizce eğitimde şu an yüz yüze olduğumuz on can yakıcı sorun nedir?

Eğitimde şu an yüz yüze olduğumuz on can yakıcı sorunun sizlerle paylaşayım:1. Dinci siyasal politika,2. Okullar arasında eşitsizlik,3. Eğitimin finansmanı,4. Okullaşma oranları,5. Kızların eğitimi,6. Açık ortaokul, açık lise,7.Okulöncesi eğitimde okullaşma oranları,8. İmam-hatipler,9.Öğretmen sorunları,10. Eğitimin yönetimi

Bunları biraz açar mısınız?

Birinci sorunla yani eğitimi dinselleştirme ile başlayalım. Birinci ve en asli sorun hükümetin eğitime bakışı ve temel eğitim politikalarıdır. Özellikle son on yılda eğitimde ciddi bir dini yönelim ve muhafazakarlaştırma operasyonu vardır. Hükümet artık eğitime tek bir gözlükten bakmaktadır: İmam-hatiplerin sayısını nasıl artırırım ve devlet okullarının tamamını nasıl imam-hatip formatına sokabilirim? Bu temel eğitim politikası bütün sorunları anasıdır, çünkü ülkedeki dar bir azınlığın, bence %10’u geçmeyen radikal İslamcı ajandanın beklentilerinin tüm eğitim sistemeine teşmil edilmesi çabası vardır. Bir zamanlar ilkokullar dakil tüm okullara mescit yapma furyası vardı. Şimdi Türgev, Tügva gibi vakıfların bir eli devlet okullarında, Diyanet Başkanlığı devlet okullarını operasyon sahası olarak kullanıyor, çeşitli tarikat ve cemaatler devlet okullarında icraat yapıyorlar. Bu temel eğitim politikası değişmediği sürece Türkiye’de eğitimin sorunlarını çözme konusunda mesafe almamız mümkün değildir.

İkinci problem olarak okullar arasındaki eşitsizliği işaret ettiniz.

Evet Türk eğitim sistemi dünyanın en eşitsiz eğitim sistemlerinden biridir. Bu eşitsizlik şimdiki ekonomik krizle birlikte daha da derinleşecektir. Eğitim sistemimizde Singapur, Finlandiya düzeyinde okullar varken Etiyopya, Senegal düzeyinde de okularımız vardır. Daha da kötüsü, Etiyopya-Senegal düzeyindeki okullarımızın sayısı diğerlerinden kat kat fazladır. Bu okullarımız çoğunlukla üç metropolün dışında kalan illerimizdedir ve üç metropolümüzün dış sosyal ve ekonomik çeperlerinde yer almaktadır. Türkiye’de eğitimi düzeltme girişimlerinin ilki bu gittikçe derinleşen eşitsizliği dengeleme üzerine oturmalıdır. Reform çabaları öncelikle niteliksiz okullarımızın her anlamda niteliklerinin artırılması üzerine bina edilmelidir. Örneğin, en iyi öğretmenlerinizi çeşitli teşviklerle bu okullar da çalışmaya özendirmelisiniz. Kalitesizliğin birinci derecede etkili çaresi iyi öğretmendir.

Üçüncü can yakıcı sorun eğitimin finansmanı derken neyi kastettiniz?

Türkiye’de Anayasamızda parasız ve zorunlu olan temel eğitim neredeyse “paralı ve zorunsuz” hale gelmiştir. Bağış adı altında velilerden çocuklarının eğitimi için para alınmaktadır (Bugünkü bakan da dahil olmak üzere bütün bakanlar bunu reddetmişlerdir, ancak bağış bir gerçektir). Özellikle büyük illerin iyi olarak okullarına çocuklarını yerleştirmek için velilerden astronomik kayıt paraları alınmaktadır. Bu işlemlerin olmadığı konusunda bakanlık kamuoyuna ciddi kanıt ve veriler sunmalıdır. Öte yandan, zorunlu olan ilköğretim örtülü olarak neredeyse zorunlu olmaktan çıkarılmıştır. Zorunlu eğitimden kaçaklar vardır ve bunların büyük çoğunluğu kız çocuklarıdır. Dahası, 4+4+4 sistemiyle bütünlüğü bozulan temel eğitimde açık ortaokul uygulaması ile çocuklar zorunlu eğitimde gibi görünmekte ancak fiili olarak zorunlu eğitimin dışında kalmaktadır (Açık ortaokul ve açık lise Türkiye’nin eğitim sistemine konmuş iki dinamittir). Kısacası, Türkiye’de veliler zorunlu eğitim aşamasında bile çocuklarının eğitimine milyarlarca dolar harcama yapmaktadır (Dünya Bankası’nın 2011 raporuna göre veliler Türkiye’de eğitime ayrılan devlet bütçesinin %35’i kadar bir kaynak harcamaktadır. Bu da GSYİH’dan eğitime ayrılan payın %1,6 demektir ki, 2011 rakamlarına göre veliler çocuklarının eğitimine 10 milyar dolardan fazla bir para harcamaktadırlar—buna özel ders gibi giderlerin de dahil olduğunu belirtelim).

Hocam ülkemizdeki okullaşma oranları ne durumdadır?

 Yukarıdaki konunun bir devamı olarak ve 4+4+4 sisteminin getirdiği kaçaklar nedeniyle zorunlu temel eğitimde okullaşma oranları yıllar içinde gerilemiştir. Bu konuda Kabul edilen sınır %99’dur. Türkiye’de bir zamanlar %96 olan zorunlu eğitim okullaşma oranı içinde bulunduğumuz yıllarda %90’lara doğru gerilemiştir. Bu gerilemede büyük oranın kızlarda ve kırsal-yoksul ailelerden gelen erkek çocuklarda olduğunu söylemek mümkündür. Eğitim bir ülkenin insan fabrikasıdır. Bu fabrikanın girdilerindeki azıcık azalmalar bile ileride her alanda zaafiyetler olarak o ülkeye geri döner. 

Hocam gelelim ülkemizin yumuşak karnı olan kızlarımızın eğitimine?

Kızların eğitimi Türkiye’nin yumuşak karnıdır ve liberal-muhafazakar hükümetimiz döneminde kızların eğitiminde geri gidilmiştir. Bir kız çocuğu için üç teknik açmaz vardır: Ailenin kırsal kesimde yaşaması, ailenin dindar olması, ailenin yoksul olması. Bu üç açmaz erkek çocuklar içinde olumsuz koşullardır, ancak kızlar için bir ölüm üçgenidir. Son yıllarda medyada görünürlüğü artan hacı-hoca takımının kız çocuklarına yönelik olumsuz açıklamaları siyaset yapanlarda alarm zilleri çaldırmalıdır. Kızların eğitimi erkek çocukları eğitiminden daha önemlidir, çünkü kızlar ileride anne olacaktır. Anneninn eğitim düzeyi bir çocuğun geleceği için altın bir anahtardır.

Peki, açık ortaokul veya açık lise diye bir şey olabilir mi?

Açık eğitim standart eğitim politikası olamaz! Açık ortaokul ve açık lise bu hükümet tarafından yaygınlaştırıldı ve neredeyse standart bir eğitim politikası haline getirildi. Gerçekte ortaokul zorunlu eğitim kapsamındadır. Zorunlu olan bir şeyi “açık” hale getirmek örtülü olarak onu zorunlu olmaktan çıkarmak demektir. Bir hükümet bu yolu niçin dener? Tahminler: Kuran kurslarını yaygınlaştırmak için, merdiven altı din eğitimini medrese-sibyan adı altında oluşumlarla güçlendirmek için, kızları eğitimin dışına teşvik etmek için, eğitim masraflarından kısıntı yapmak için! Bunları hepsi de tehlikeli yollar ve eğitim sistemine uzun vadede tamiri imkansız zararlar verebilir.

Yukarıda okullaşma oranlarımızı sormuştum. Bu oranlar okulöncesi eğitimde ne durumdadır?

Okul öncesi hala zayıf nokta olmaya devam ediyor! Son yirmi yıldır tersine vaatlere rağmen AKP hükümetleri okul öncesindeki okullaşma oranını evrensel düzeye çıkarmayı başaramamışlardır. Bugün Türkiye’de okul öncesinde okullaşma oranı %35’ler civarındadır ki bu oran OECD ülkeleri arasında en düşük okul öncesi okullaşma oranıdır. Bu %35’li oranın önemli bir kısmının da velilerin kendi ceplerinden ödedikleri paralarla çocuklarını özel okul öncesi kurumlara göndermesinin de önemli bir payı vardır. Dolayısıyla, okul öncesi eğitimi yaygınlaştırma konusunda devlet sınıfta kalmıştır. Okul öncesi eğitimin çocukların ileri eğitim düzeyindeki etkisi dikkate elındığında Türkiye’nin PISA gibi sınavlarda aldığı iç açıcı olmayan sonuçların bir kısmının altında okul öncesi eğitimi eksikliğini de görmek gereklidir. Diyanet İşleri Başkanlığının okul öncesi dönem çocukları için Kuran kursları açma girişimleri dikkate alındığında okul öncesinde bile din odaklı eğitim politikalarının etkili olduğu sonucuna varmak mümkündür.

Niye İmam-hatipleri ülkemizin can yakıcı sorunlarından biri olarak görüyorsunuz?

 İmam-hatipler göz bebeği! Deyim yerindeyse, hükümetimizin neredeyse öz evlatlar ve üvey evlatlar olarak gördüğü okullar vardır. İmam-hatip ortaokulları ve liseleri yatırımlarda aslan payını almakta, ancak velilerin ilgi göstermemesi nedeniyle ciddi doluluk sorunu yaşamaktadır. Sınıfların 7-8 öğreci mevcudunun olduğu pek çok imam-hatip okulu vardır. 4+4+4 sistemiyle temel eğitimin bütünlüğünün bozulmasının arkasında imam-hatip ortaokullarının açılması motivasyonu baskın nedendi. Ortaokul ve liselere merkezi yerleştirme sistemi de örtülü bir imam-hatip zorlamasıydı. Bütün bunlara rağmen, imam-hatip okullarının öğrenci sayıları hiç bir zaman beklenen düzeye ulaşamamıştır. Geniş halk kitleleri hala çocuklarının sadece din-odaklı olmayan iyi bir eğitim almasını ve ileriki hayatlarında başarılı olmasını istemektedir. Bu da Türk halkının inançlı ancak rasyonel olduğunu göstermektedir.

Hocam dokuzuncu sorun olarak öğretmen sorunlarını belirttiniz.

Ağlak öğretmenler! Bizim öğretmenlerimiz hiç bir şeyden çekmiyor kendi bakanlarından çektiği kadar! Bir zamanlar başka bir Milli Eğitim Bakanı da “öğretmenler ilgi çekmek için intihar ediyor” demişti. Başka bir milli eğitim bakanı da “öğretmenler kendilerini yeteri kadar geliştirmiyor” demişti. Şimdiki bakanımız da “mühendisler de atanamıyor ama böyle ağlamıyor” demiş. Rapor edilen anekdot doğrudur, çünkü sayın bakan bildiği yerden konuşuyor! Kendisi mühendislik profesörüdür, dolayısıyla mühendisler hakkında verdiği bilgi de doğrudur. Ancak, sayın bakanın bilmediği bir şey var: Türkiye’de eğitim neredeyse devletin tekelinde! Özel okulların sistemdeki payı ancak %10 olabildi, devletin sistemde %90 ağırlığı var. Tekelsen atayacaksın, çünkü bu meslek insanlarının başka çalışacağı sektör yok! Ya da az öğretmen mezun edeceksin. Hükümet politikası adeta “hem ekmeğim bütün olsun hem karnım tok olsun” gibi. Eğitim fakültelerinin sayısı azaltılır, kontenjanları düşürülürse bu sefer de üniversitelere giren lise mezunlarının sayısı azalacak. Bu da siyaseten cazip bir konu değil. Özel okul sektöründe çalışan öğretmenlerin mesleki sorunlarının yanı sıra öğretmenlik meslek kanunu yoluyla öğretmenlere rütbe sistemi getirildi. Üstelik de bu rütbeler merkezi sınavlar yoluyla verilecek. Üniversiteye sınavla gir, mezun ol KPSS’ye gir, öğretmen ol merkezi sınavla rütbe al! Bu işte bir yanlışlık yok mu?

Hocam Türkiye’nin eğitimi yönetilebiliyor mu?

Türkiye’de eğitimin merkeziyetçi yapısına çok değindim. Bu merkeziyetçi yapı ciddi bir yönetim sorunu ortaya çıkarıyor. Ancak, merkezi sistemler de iyi ve liyakatli yöneticilerin elinde iyi yönetilebilir. Son 15 yıldır, “mülakat” adı altındaki bir seçme sistemiyle okullar yandaşlarla, yalakalarla ve partililerle dolduruldu. Eğitim sisteminin yönetiminde hükümete angaje bir sendikanın çok etkili olduğu artık bilinen bir konu. Benzer atama yöntemleriyle nasıl Türk üniversiteleri çökertildiyse milli eğitim sistemi de ciddi yönetim zaafiyetleri edindi. Türk eğitim sistemi o kadar sorunlu ki yöneticilerin işlerini iyi yapıp yapmadıkları konusunda elimizde veri ve göstergeler de yok. Deyim yerindeyse, bilmiyorsak sorun da yoktur. Durum biraz böyle sanki.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. 

Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...