17 Nisan Köy Enstitüleri’nin kuruluş yıldönümü. Köy Enstitüleri basit gibi görünen bir aydınlanma mucizesidir. Köy enstitülerinden bir de olimpiyat şampiyonu çıktığını eğitimci Kemal Ateş’in çalışmalarından,  son romanından öğrendik. Söyleşimizde enstitülerin farklı bir yönünü ele alalım, köy enstitüleri ve spor diyelim…

“Köy Enstitüleri basit gibi görünen bir aydınlanma mucizesidir. Köy Enstitüleri yalnızca köy öğretmeni yetiştirmemiştir. Çünkü Köy Enstitüleri aynı zamanda çok yönlü bir insan yetiştirme projesidir.”

“Köy enstitülerinin ders programlarında yazıldığı gibi, “spor besin kadar” önemliydi bu okullarda. Bölgeler arası yarışmalar düzenlenirdi. Boş zamanlar sporla değerlendirilirdi. Sabahları derslerden önce bir gün beden eğitimi hareketleri yapılıyor, bir gün halk oyunlarıyla başlıyordu dersler. Köylerde sıtma yüzünden ya da toprak yedikleri için karınları şiş gelen çocuklar (Bu durum bir ziyaretinde İsmet Paşa’nın da dikkatini çekmiş) sporla ve doğru beslenmeyle bir iki yıl içinde sırım gibi oldular.”

                                                                    

17 Nisan Köy Enstitüleri’nin kuruluş yıldönümü. Köy Enstitüleri basit gibi görünen bir aydınlanma mucizesidir. Köy Enstitüleri yalnızca köy öğretmeni yetiştirmemiştir. Çünkü Köy Enstitüleri aynı zamanda çok yönlü bir insan yetiştirme projesidir. Köy enstitüleri üzerine sayısız kitap, makale vb. yazıldı, belgeseller yapıldı, ancak köy enstitüleri ve spor konusu pek araştırılmadı. Köy enstitülerinden bir de olimpiyat şampiyonu çıktığını sizin çalışmalarınızla, sizin son romanınızdan öğrendik. Söyleşimizde enstitülerin farklı bir yönünü ele alalım, köy enstitüleri ve spor diyelim…

Hakkında en çok kitap yayınlanan, yazı yazılan, tezlere, belgesellere konu olan, eğitim tarihimizde bir yıldız gibi geçip gitmiş olan köy enstitülerinden söz etmek bana, sanırım hepimize ayrı bir heyecan veriyor. Çok yazıldı çizildi, ancak köy enstitüleri ve spor konusu pek araştırılmadı. On üç yıldan beri bu konuda konuşuyorum, yazılar yazıyorum. Son kitabım Sessiz Şampiyon (H2O Y. 2021) yaklaşık on yıllık bir araştırmanın ürünüdür. Yurtiçinde uzun yolculuklardan, araştırmalardan, yıllarca süren arşiv taramalarından sonra, İtalya’ya, Almanya’ya değin yolculuklarım uzadı. Şampiyon Ahmet Bilek’in yaşadığı ya da başarılarında payı olan her yere gittim. Hemen her konferansımda yanıma bir iki köy enstitülü yaklaştı, “Biz aramızdan bir olimpiyat şampiyonu çıktığını bilmiyorduk” diye bana teşekkür ettiler, hem sevinçlerini, hem de bilmedikleri için mahcubiyetlerini dile getirdiler. Yazık ki köy enstitülü şampiyonumuzu enstitü mezunları bile bilmiyorlardı. Ahmet Bilek’i bilmemek, köy enstitülerini biraz eksik bilmektir. Başta Mahmut Makal, Fakir Baykurt olmak üzere köy enstitülü yazarların nerdeyse hepsi yakın dostumdu. Fakir Baykurt üzerine tez hazırladım, ilk yazı denemelerimi Makal okudu. Onlarla çok uzun söyleşilerim oldu. Bu yazarlardan da aralarından bir olimpiyat şampiyonu çıktığını duymadım.  Vaktiyle şampiyon Ahmet Bilek ile aynı salonda, aynı mindere ter dökmüş olmasaydım, belki ben de onun farkına varmayacaktım.

Köy enstitülerinden yetişen ünlülerden söz edilince hep belli isimler hatırlanır da, Ahmet Bilek evet gerçekten hatırlanmaz, konuşulmaz.

Köy enstitülerinden yetişen ünlülerden söz açılınca, en başlarda Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Talip Apaydın derken uzun bir liste çıkar karşımıza. Konuyla az buçuk ilgisi olanlar ezbere bilirler bu isimleri, saygıyla anılırlar… Bir de karşı olanlar var enstitülere… Onlar işte bu isimlere bakarak, burayı hep solcu yetiştirmiş kurumlar olarak görürler. Hayır, bu kurumların sağcı-solcu yetiştirmek gibi bir derdi yoktu.  Spor da sanat kadar önemlidir çağdaş bir ülkede. Bence artık bundan sonra köy enstitülerinden yetişen ünlüler denince Fakir’in, Makal’ın hemen yanına, ayrı kulvarlardan gelmiş olsalar da şampiyon Ahmet Bilek’in adı da konmalı. Böylece köy enstitüleri konusunda daha doğru ve kapsamlı bir imge oluşur kafamızda.

                                                

Köy enstitülerinden bir de olimpiyat şampiyonu yetişmesi bir tesadüf müydü, yoksa bu kurumlardaki eğitim düzeninin bir sonucu muydu?

Araştırmalarıma başladığımda kafamda yanıtını aradığım sorulardan biri de buydu. Hemen başta söyleyeyim enstitülerden iki olimpik sporcu, bir de olimpiyat şampiyonu çıkması tesadüf değildi.  Kapatılmasalardı bu kurumlardan daha nice şampiyonlar çıkacaktı. Hatta kapatılmalarını bir yana bırakalım, bu kurumlardan mezun olan sporcu gençler köylere değil de, kulüp bulabilecekleri kentlere gönderilselerdi sayısız şampiyon görecektik. Bakın, 1946 yılında Hasan Ali Yücel Meclis’te bakan olarak yaptığı bir konuşmasında, köy enstitülerinde güreşin öneminden söz eder. 1948 yılında enstitüler arası spor karşılaşmalarının açış konuşmasında Genel Müdür Mehmet Arkan, bu okullardan güreşte büyük şampiyonlar yetişeceği muştusunu verir. 29 Ağustos 1948 günü Kızılçullu’yu ziyaret eden Yaşar Doğu, Celal Atik, Muharrem Candaş gibi şampiyonlar ve hocaları Nuri Boytorun, güreş karşılaşmalarına izledikten sonra,  birkaç yıl içinde en az dört beş enstitülü gencin ulusal takım mayosunu giyeceğini söyler. O gün karşılaşmalarda hakemlik de yapan Yaşar Doğu, Celal Atik gibi efsane şampiyonlar çok yakında mayolarını bu gençlere bırakacaklarını söylerler. Öyle de olur. 1950’li yılların başlarında beş kadar enstitülü gencin ulusal takım kampına çağrıldığını araştırmalarımla öğrendim. Adlarını da vereyim: Raif Akbulut, Ahmet Bilek, Ahmet Kozak, Hidayet Atakan, Cahit Temiz… Daha benim ulaşamadıklarım da var. Bunlardan üçü, Raif Akbulut, Ahmet Bilek, Ahmet Kozak defalarca Türkiye şampiyonu oldular; ikisi, Raif Akbulut, Ahmet Bilek olimpik oldu, biri (Ahmet Bilek) 1960 yılında Roma Olimpiyatlarında 52kilo serbestte şampiyon oldu. Ahmet Bilek ayrıca Akdeniz Oyunları şampiyonudur, iki kez de dünya ikinciliği kazandı. Hem serbesti hem grekoromeni iyi yapan az sayıda güreşçilerdendir. Yaşar Doğu’nun beğenip adını verdiği başka enstitülü gençlerin bir kısmı köylere öğretmen olarak gittikleri için kulüp bulamadılar, spor yaşamları yarım kaldı. Onlar uygun yerlere atansalardı Ahmet Bilek gibi daha nice şampiyonlar yetişecekti, hele bu okullar kapatılmasaydı Anadolu’da spor şaha kalkacaktı. Aynı yıllarda Türkiye şampiyonlukları için koşan Hasan Tekin gibi enstitülü atletler olduğunu da araştırmalarımda gördüm. Yazık ki pek çoğunun köylerde spor yaşamları erken bitti.

Köy enstitülerinin ders programlarında yazıldığı gibi, “spor besin kadar” önemliydi bu okullarda. Bölgeler arası yarışmalar düzenlenirdi. Boş zamanlar sporla değerlendirilirdi. Sabahları derslerden önce bir gün beden eğitimi hareketleri yapılıyor, bir gün halk oyunlarıyla başlıyordu dersler. Köylerde sıtma yüzünden ya da toprak yedikleri için karınları şiş gelen çocuklar (Bu durum bir ziyaretinde İsmet Paşa’nın da dikkatini çekmiş) sporla ve doğru beslenmeyle bir iki yıl içinde sırım gibi oldular. Bu gün beden eğitimi ders programları hazırlanırken köy enstitülerinin müfredatı mutlaka incelenmeli. Köy enstitülerinin müfredatı yalnız uzmanlar değil, bir bilgeler kurulunun elinden çıkmış gibidir. Okuyunca gerçekten şaşırdım. Enstitülerin müfredatında Beden eğitimi derslerinin amaçları kısaca şöyle anlatılır:

1.       Gözü pek, çevik, tabiat zorluklarını yenebilecek gençler (öğretmenler) yetiştirmek…

2.       Köy topluluklarında neşe yaratan bir varlık haline gelmelerine dikkat edilecektir.

3.       “Türk gibi kuvvetli” sözüne layık, vücut yapısı sağlam, kuvvetli ve dayanıklı gençler yetiştirmek amacı güdülür.

4.       Sporun “besin kadar” faydalı olduğu inancı öğrencilere telkin edilmeli…

Koca Yusuf gibi pehlivanları tanıdıktan sonra Batılıların dile getirdiği “Türk gibi kuvvetli” sözünün yer aldığı sanırım tek müfredat programıdır köy enstitüleri programı. “Yerli ve milli” başka nasıl olunur? Köy enstitüleri bu günkü moda söyleyişle gerçekten yerli ve milli olanla evrensel olanı buluşturan kurumlardı. Ahmet Bilek, köyündeki çayırlarda açmadan solan bir çiçek gibi yok olup gidecekken, köy enstitüleri sayesinde çağdaş güreşi (minder güreşini) öğrendi, önce ulusal mayoyu giydi, sonra dünya minderlerinde kendini gösterdi, olimpiyat kürsülerinde en üst basamağa çıktı, şampiyon oldu. Enstitüler kapanmasaydı daha nice şampiyonlar çıkacaktı, hem de okumuş, kültürlü şampiyonlar… Ahmet Bilek minderlerimizin ilk şampiyon öğretmenidir, bunu köy enstitülerine borçluyuz. Bunlar görmezden gelinecek başarılar mı? Ama hep görmezden gelindi… Kısa bir süre içinde iki olimpik sporcu yetiştirmek kolay değil.

 Köy enstitülü şampiyon Ahmet Bilek’in en sevdiğim fotoğrafını da paylaşmak isterim sizinle. Kızı Sevil Bilek gönderdi bana. Siyah beyaz fotoğrafta bir köy okulunun önü… Etraf kupkuru, kıraç bir köy belli ki… Eskişehir’in köylerinden biri… Muttalip ya da Haruniye köyü… 1950’li yıllarda bu iki köyde görev yaptı şampiyonumuz. Çocukların evlerinden getirdikleri küçük minderleri yan yana koyarak, bir güreş minderi yapmışlar. Çocuklar soyunmuşlar, eşleşmişler, öğretmenlerinin gösterdiği güreş oyunlarını uyguluyorlar. Ahmet Bilek köy çocuklarına modern güreşi öğretiyor. Nasıl da mutlu!.. Neden içlerinden bir ikisi ileride öğretmenleri gibi olimpiyat şampiyonu olmasın. Bir hayaliniz de bu olsun çocuklar, diyor öğretmen Ahmet Bilek. Köy enstitüleri bunu da başarmış, bir olimpiyat şampiyonunu öğretmen olarak köye göndermiş. Bu fotoğraf bu gün geçlere veremediğimiz bir ülkünün fotoğrafı. “Gençler Anadolu’ya!” sloganı Kurtuluş Savaşı yıllarında başladı, epey devam etti, köy enstitüleriyle yeni bir ivme kazandı. Köylere, kasabalara bir şeyler vermek “Gençler Anadolu’ya” parolasıyla Kurtuluş Savaşı yıllarından gelen bir ülküydü. Köy enstitüleriyle birlikte yeniden canlandı bu ülkü. Bu gün gençlere bilimi bilgiyi veriyoruz ama bu fotoğrafın anlattığı ülküyü veremiyoruz. Şimdi kim neylesin Anadolu’yu!...

Ahmet Bilek güreşe, 1947 yılında girdiği Kızılçullu Köy Enstitüsünde başladı. Amerikalılardan kalan güzel bir spor salonu vardı bu okulun. İlk güreş derslerini bu okulda İsmail Pehlivan adında birinden aldı. Sınıf takımında, okul takımında gösterdiği başarıların ardından beden eğitimi öğretmeni Basri Gürkan’ın ilgisiyle İzmir Demirspor’a girdi. Daha öğrenciyken kazandığı Türkiye dereceleriyle adını duyurdu, ulusal takıma seçildi.

                                                   

Kızılçullu binası şimdi NATO Karargâhı, değil mi?

Evet, NATO Karargâhı… Demokrat Parti 1952 yılında buradaki öğrencileri başka yerlere göndererek binayı NATO’ya verdi. Böylece ilk kapanan okul Kızılçullu oldu. Benim verdiğim bir dilekçe üzerine Ahmet Bilek’in güreşi öğrendiği NATO binası içindeki spor salonuna Genel Kurmay şampiyonumuzun adını verdi, çok kısa bir süre sonra da adını değiştirdiler. Bu beni çok üzdü, çok yazı, dilekçe yazdım ama derdimi anlatamadım. Bu ad değişikliğinin gerçek nedenini de söylemiyorlar. Ahmet Bilek yazık ki doğduğu köyde (Kula/Menye köyü) de bilinmiyordu, benim çabamla Manisalı öğretmenler harekete geçtiler. Doğduğu eve bir plaket çakıldı.  Eşi Ayten Hanım’ın memleketi olan Eskişehir onun anısını yaşatma konusunda biraz daha ilgili göründü bana, ama her iki kentte de heykeli olmalıydı, minderlerimizin olimpiyat şampiyonu olmuş ilk öğretmenidir Ahmet Bilek, gereken vefayı yazık ki ölümünden sonra da gösteremedik. Sağlığında da değerini bilemedik, bu pırıl pırıl şampiyon el diyarlarına savrulup gitti, yaşamı Almanya’da trajik bitti. Bunun ayrıntılarını Sessiz Şampiyon’da anlattım.

Bu araştırmalarınız sırasında köy enstitülerinin kapandığı günlerle ilgili neler buldunuz? Şu parti bu parti kapattı tartışmaları var hâlâ…

Enstitülerin kapanışlarıyla ilgili hem CHP’yi hem DP’yi suçlayanlar var. CHP döneminde bir tek Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı. Yani tek bir okul kapatıldı. Geriye kalan yirmi kadar okul eğitime devam etti. Hasan Ali Yücel ve Tonguç görevden alındı. Meslek dersleri biraz azaltıldı. Golf pantolon yerine başka giysiler verildi. Öğretmene köyden toprak verilmesi kaldırıldı. CHP döneminde olanlar bunlar. Bu program değişikliği her okulda olur, doğaldır bence. Bunu abartmamak gerekir. Bu okullara asıl büyük darbe 1950 Mayısında iktidar olan Demokrat parti tarafından vuruldu. Vakit yitirmeden aynı yılın ekim ayında kızlarla erkekleri ayırdılar, ayrı okullara gönderdiler. Trenlerle asker sevkiyatı gibi Türkiye’nin dört bir yanında öğrenciler başka okullara taşındılar. Kızılçullu kızlara bırakıldı, erkekler başka okullara dağıtıldılar. İzmir Demirspor sporcusu Ahmet Bilek ilk kez güreşten kopma tehlikesi yaşadı. Neyse ki onu yakın bir yere, Aydın/Ortaklar’a verdiler, kulübüyle bağını koparmadılar. Ben bu olaya romanımda “Cinsiyet sürgünleri” dedim. Bu cinsiyetlerinden dolayı sürgünlük, “cinsiyet sürgünlüğü” eğitim tarihimizde kara bir lekedir, bir yüz karasıdır. Bu olay tam bir Taliban zihniyetidir, DP’nin marifetidir, hiç unutulmamalı. Bana göre kız ve erkeklerin ayrılması kapatma yolunda en önemli adım olduğu gibi, karma eğitim açısından da büyük bir tehdittir. Daha sonra 1954 yılında köy enstitüleri DP döneminde kapatıldı, öğretmen okullarına dönüştü. Şimdilerde helalleşmeden söz ediyorlar ya, bu kurumları kapatanlardan böyle bir helalleşme isteği var mı acaba? Dikkat ederseniz, bu kurumlardan artık sol kesim bile fazla söz etmiyor.

                                                   

 Son olarak enstitülerle ilgili ne söylemek istersiniz?

Söylenecek çok sözümüz var… Bu kurumlar yaşasaydı spor ve sanatta Anadolu’dan çok büyük değerler yetişecekti. Çok özgün, eşsiz kuruluşlardı enstitüler. Size seslerle anlatayım, seslerle tanımlayayım bu okulları; bir yerleşke (kampüs) düşünün: Bir tarafta traktör sesleri, kazma kürek, örs çekiç sesleri, tavuk gıdaklamaları, koyun kuzu meleyişleri… Bir tarafta da mandolin, piyano, akordiyon sesleri, tiyatro replikleri… İşte köy enstitüleri buydu. Nelerle nelerin kucaklaştığını bu sesler anlatır size sağır değilseniz. Mandolin deyip geçmeyin. Uygar dünyanın çocuk sazıdır mandolin. Beyni geliştiren bir çalgıdır. Beyin eli geliştirir bu sazla, el de beyni geliştirir. Köy çocuklarının eline mandolini ilk kez köy enstitüleri verdi, gerçek anlamda köy çocukları bu sazla uygar dünyaya adımlarını attılar. Buradan yetişen köy öğretmenleri köy çocuklarını eğittiler, doktorlar, mühendisler, hukukçular, bilim adamları yetişmesini sağladılar. Yani aynı zamanda köy çocuklarının köyden çıkmasını da sağladılar. Ahmet bilek gibi dünyanın her tarafını dolaşan şampiyonlar yetiştirdiler. Köyün gördüğü en büyük hizmettir enstitüler. CHP geçmişinden dolayı niye helallik ister ben anlayamadım. Bunları yaptığı için mi? Haa, şunu da söyleyeyim, kendini sol diye kabul ettirmeye çalışan bir siyasal hareket var ülkemizde. Bunlar Türkçe eğitim yapan her kurumu, çocuklara Türkçe öğreten her kurumu asimilasyona hizmet eden kurumlar gibi görürler ve gösterirler. Bunun için köy enstitülerine sahip çıkılmasını yobazlar kadar onlar da istemezler.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum.

Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...