Prof. Dr. Yankı Yazgan ile gençliğin ruh sağlığı krizini konuştuk.

“Başını gökyüzüne kaldırıp geleceğe ilişkin hayal kurabilen gençlerin sayısı giderek azalıyor. Bu karanlık tabloda yolumuzu aydınlatabilecek bilgi ve deneyimleri değerlendirmek, gençlerin geleceğe dönük umut ve hayallerini canlı tutarken, bugünü verimli ve tatmin edici biçimde yaşamalarına yardımcı olmak mümkün.”

Hocam krizin nitelikleri neler?

Klinik uygulamada olan meslektaşlarımızdan olduğu kadar özellikle orta ve yüksek öğretim kurumlarında psikolojik danışmanlardan aldığımız bilgiler de bu ‘geçiş’ (özellikle 14-28) yaş grubunun ruh sağlığında görülmemiş bozulmalar olduğuna işaret etmekte. Üstelik ruh sağlığı ve insan gelişimi alanındaki klinik hizmetin yüzde 90’ından fazlasını veren kamu sağlık kurumlarının artan yük karşısında zorlandığını, bu kurumlarda çalışan meslektaşlarımızın hafif-orta vakaların da çoğalması nedeniyle ağırlaşan durumlara yetişemediğini, hafif-orta vakaların ise gereken hizmeti alamaması, hatta bir kısmının tanılanabilir bir sıkıntı yaşadığını fark etmemiş ya da tanı almak için gereken kaynaklara ulaşamamış olması sebebiyle zaman içinde orta-ağır gruba kaydığını görmekteyiz. Ruh sağlığı krizi kaynaklar ile ihtiyaçlar arasındaki bu dengesizlikten ortaya çıkmakta, kendi kendine bir yatışma eğilimi de göstermemektedir. Toplumsal stresörler zaman içine dağılarak ek tek olduğunda başa çıkılabilir ihtiyaç ‘patlamaları’ olmakta, ancak son dönemdeki değişiklikler ile aynı anda çok sayıda ‘ihtiyaç patlaması’ sağlık sistemlerinin yetersizlikleriyle birleşince mevcut ‘kriz’ özellikle gençlerin ana yaşam ekseni olan okullarda akademik ve sosyal gelişimi engellemektedir.

Gençlik için ruh sağlığı krizi var denebilir mi?

Dünyamız ve ülkemiz pandemi, keskinleşen ekonomik ve sosyal kriz, derinleşen iklim krizi, yoğunlaşan göç ve ülkemizin çok yakınında yükselen savaş tehdidi gibi toplumsal stres faktörlerinin giderek artan ve süreklilik kazanan etkisi altındaydı. Belirsizlik ve güvenlik endişelerinin güdümlediği stresörler toplumun tüm katmanlarının ruh sağlığını ama en çok da çocuklar ve gençleri sarstı. Kaygı ve depresyon gibi stres düzeyi ile doğrudan ilişkili ruhsal bozukluklar hızla yaygınlık kazandı. Kendine zarar verici davranışlarda tırmanış sağlık kurumlarına acil başvuruları kat kat arttırırken, eğitimden kopma, geleceğe olan inançsızlık ve kimlik ile ilgili doğal sınırları aşan karmaşalar gençlerin ve toplumun geleceğini tehdit eder noktaya geldi.

Ruh sağlığı krizi önce pandemi ile başlayan sonra finansal ve politik alana yayılan ana krizin üçüncü evresi. Kendi başına bağımsız bir problem değil, ruh sağlığı bozukluklarında insanların kendilerinin beceriksizlikleri ya da olgunlaşmamışlıkları nedeniyle de olmuyor. Toplumsal değişikliklerin önemli bölümünün kontrolsüz dalgalar şeklinde gelmesiyle beraber kendi kontrolünü nasıl sağlayacağını bilemeyen insanların ruh halinin sürekli alarm vermesi ne kadar anormal sayılmalı?

Başını gökyüzüne kaldırıp geleceğe ilişkin hayal kurabilen gençlerin sayısı giderek azalıyor. Gencin hayal kurabilmesi önemli ölçüde kendisini ‘bekleyen’ bir gelecek fikriyle ilişkili. Genç böyle bir geleceğin olup olmadığından kuşkuya düştüğü anda, hayal kurma kapasitesi adeta kendiliğinden kapanan bir  zihinsel devre gibi duraklıyor. O zaman geleceğe dönük hayal kurma yerine geçmişe dönük bir hayal üretme ön plana geçiyor. Bu kişisel hayatlarımızda olan cinsten bir sıkışmışlıkta olduğu gibi, toplum düzeyinde ‘yanlış hatırlanan’ mamul bir geçmişle geleceksizliğimizin üzüntüsünü avutabiliyoruz.  Gelecek ile ilgili hayallerimiz ise başka bireylerin, ‘meşhurların’, youtube ya da survivor karakterlerinin, futbol yıldızlarının hayatlarının ne olacağını dert etmekten ibaret kalabiliyor. Hayal kurmak ile rüya görmek birbirine karışıyor; ‘hayallerinin peşinde koş’ deyişiyle gerçeği yadsımak, riskleri azımsamak, sahte iyimserlikler tasarlamak ve mucizeler ile değişecek bir hayatı düşlemek kastediliyor. Hayal kırıklıklarından kaçalım diye peşinde koştuğumuz hayaller ise üzerimize devrilen birer sahne dekoru oluyor. Bu genel sevimsiz tablonun içinde gençlerin ruh sağlığının bir krize girmiş olmasına şaşırmıyoruz elbette; ama birbirimizin elinden tutabilmek için ne yapacağımızı düşünmemiz gerekiyor.

Pandemi dönemi çocuklar ve gençlerin ruh sağlığını nasıl etkiledi?

Kaygı geniş kitlelerde, pandemi ile örtüşen sosyal, ekonomik ve ekolojik kriz döneminin oluşturduğu yaygın bir reaksiyon olarak, ve kırılgan ya da risk altındaki birey ve gruplarda ise aşırılaşarak bir bozukluk olarak ortaya çıkmıştır.

Klinik uygulamada olan meslektaşlarımızdan olduğu kadar özellikle orta ve yüksek öğretim kurumlarında psikolojik danışmanlardan aldığımız bilgiler de bu ‘geçiş’ (özellikle 14-28) yaş grubunun ruh sağlığında görülmemiş bozulmalar olduğuna işaret etmekte. Ruh sağlığı krizinin gözlenebilir ilk evresinde, özellikle karantina dönemi verilerine baktığımızda gördüğümüz acil servis ve hastane ziyaretlerindeki net artış bu düşünceye ampirik zemin oluşturuyor.Örneğin, çeşitli kamu hastanelerindeki meslektaşlarımızla Güzel Günler Kliniği ekibimizin yürüttüğü bir dizi çalışmada (Yazkan Akgül G, Yıldırım Budak B, Erdoğdu AB, Subaşı B, Yazgan Y. Child and adolescent psychiatry outpatient clinic referrals during covid-19 pandemic in Turkey. Psychiatry Clin Psychopharmacol. 2022;32(2):140-148) acil servis başvurularında 2019 ile 2020 arasındaki esas farkın var olan problemlerin ağırlaşması ve daha önceden ruhsal problem yaşamayanlarda hafif-orta düzey ve ciddileşme potansiyeli olan sorunların baş göstermesi dikkatimizi çekti. ABD bulguları ile gözlenen paralellik (Leeb R, Bitsko R, Radhakrishnan L, Martinez P, Njai R, Holland K. Mental health– related emergency department visits among children aged <18 years during the COVID-19 pandemic— United States, January 1–October 17, 2020. MMRW Morbid Mortal Wkly Rep. 2020;69:1675-
1680) durumun evrenselliğini gösteriyor.

Üstelik ruh sağlığı ve insan gelişimi alanındaki klinik hizmetin yüzde 90’ından fazlasını veren kamu sağlık kurumlarının artan yük karşısında zorlandığını, bu kurumlarda çalışan meslektaşlarımızın hafif-orta vakaların da çoğalması nedeniyle ağırlaşan durumlara yetişemediğini, hafif-orta vakaların ise gereken hizmeti alamaması, hatta bir kısmının tanılanabilir bir sıkıntı yaşadığını fark etmemiş ya da tanı almak için gereken kaynaklara ulaşamamış olması sebebiyle zaman içinde orta-ağır gruba kaydığını görmekteyiz. Ruh sağlığı krizi kaynaklar ile ihtiyaçlar arasındaki bu dengesizlikten ortaya çıkmakta, kendi kendine bir yatışma eğilimi de göstermemektedir.

Toplumsal stresörler zaman içine dağılarak ek tek olduğunda başa çıkılabilir ihtiyaç ‘patlamaları’ olmakta, ancak son dönemdeki değişiklikler ile aynı anda çok sayıda ‘ihtiyaç patlaması’ sağlık sistemlerinin yetersizlikleriyle birleşince mevcut ‘kriz’ özellikle gençlerin ana yaşam ekseni olan okullarda akademik ve sosyal gelişimi engellemekte.

Yeni kuşak gençlere bakınca ruhsal gelişimleri açısından gördükleriniz neler? Krizin nitelikleri neler?

Ruhsal yapımızın işleyişinin içinde olduğumuz sosyal, ekonomik ve ekolojik buhranın etkilerinden soyutlanabilir bir yanı olmadığı aşikar; ama buhranın verdiği umutsuzluk ve karamsarlıkla meselelerin içinden çıkış aralıklarını, çatlaktan sızan ışıkları da gözden kaçırmamak gerektiğine inanıyorum.

Gençlik ile ‘ruhsal özellikleri ve sorunları’ dediğimizde kendimizi içinde bulduğumuz her bir bağlama göre farklı şeyler söylemek mümkün. Örneğin, gündelik sosyal anket çalışmalarında ve plaza İK terminolojisinde ’Z kuşağı’ olarak adlandırılan kabaca 30 yaş altındaki gençlerin önceki kuşaktakilerle farkları ve çelişkilerinden ‘büyük istifa dalgası’na oradan da ‘işler arasında oradan oraya hoplama zıplama’ya uzanan daha global meselelerin ülkemize yansımaları ele alınmaya değer (bugün değil). Eldeki veriler daha ziyade orta ve üstü sınıflara özgü grupları açıklayıcı gözükse de bu kesimin davranış özelliklerinin daha geniş kitlelerle geçişliliği yüksek olduğu izlenimindeyim.

Çok daha geniş ölçekte baktığımızda ise ruh sağlığını riske sokan tipteki yaşam zorlukları açısından yine bir ‘çeşitlilik’ var, okul hayatının dışına düşmüş, doğuştan veya sonradan gelişimsel engelleriyle mücadele içinde, azınlık ya da cinsiyet temelli ayrımcılığa ve saldırıya uğrayan, sığınmacı ve göçmen olmuş, suç işlemiş veya yoksulluğun sarmalını kıramamış, kısacası her birisi yaşamın değişik ve birbirinden çok farklı ‘sillelerini yemiş’ gençlerin tam da bu yaşadıkları hayat ile doğrudan ilişkili olan sorunlar var. Yaşam sürelerini kısaltan alışkanlıklar, çevre düzenleri ve  beslenme tarzları, belki daha önemlisi şiddetin her biçiminin gündelik hayatın bir parçası haline gelmiş olması bilişsel gelişimlerini ve duygusal olgunlaşma süreçlerin yolundan saptırıyor. Ekonomik ya da sosyal durumlarının nasıl gideceğine, nasıl bir hayat yaşayacaklarına ilişkin kaygıların zaten yaygın olduğu yaşlardan söz ediyorum. Bu kaygıyı yaşamamış olan azdır, güvencelerin varlığında bile hayatta yerimizin ne olacağını düşünmek tedirginlik yaratır. Ancak toplumsal güvencelerin azalması, güvenecek kimselerin kalmamış olması bu kaygının düzeyini yukarı çeker, zira hayattaki yerimizin ne olacağı sorusu artık yerini hayatta bir yerimizin olup olmayacağı sorusuna bırakmış gözüküyor.

Kaygı çok söylenen bir durum, ancak birçok durumda doğal değil midir, bunu ne zaman bir problem saymalıyız?

Kaygı, geleceğin ‘doğal’ belirsizliği ölçüsünde beyin ve organizma üzerinde oluşturduğu ‘stres’ ile çıkabilecek problemlerin çözümü için gereken hazır oluş düzeyini sağlar. Bu gözle bakınca kaygının kendisi bir ‘bozukluk’ değildir, değişebilecek koşullara uyum sağlamayı sağlayan bir duygu durumudur. Birçok ruhsal bozukluk bu uyum sağlama amaçlı ruhsal durum değişikliğinin aşırılaşması, kritik bir sınırı aşması ile tanımlanabilir. Beraberindeki düşünce ve davranış aşırılaşmalarının varlığı ile kişinin hayatını sürdürmesi için gerekenleri yapması zorlaşır, ya da imkansızlaşır. Bu çok sayıda ‘aşırılaşma’ aynı zaman dilimi, aynı yer ve aynı kişide bir araya gelince, ve pek geri gitmeyince, ruh sağlığı bozukluğu ortaya çıkar. Bazı çocuklar ve gençler çocukluklarından başlayarak bu ‘aşırılaşma’ya daha yatkındırlar, kırılgan bir gelişim gösterirler ve dış etkenlerle kolayca sarsılırlar. Kök nedenleri arasında psikolojik, sosyal ya da biyolojik/genetik etkenler sayılabilir; ‘hangisi ne kadar katkıda bulunur’ konusu bir yana, neden olan etken hâlâ net bilmediğimiz (ama var olduğunu bildiğimiz) bir biçimde beyin gelişiminin ince ayrıntılarını belirleyerek kalıcı ya da uzun süreli etkisini gösterir.

Ruh sağlığı krizi klinik başvurulardan mı ibaret?

Gençlik kitlelerinde ruh sağlığı bozukluğu tanısını (henüz) almamış, ama çeşitli psikolojik zorlanma işaretleri veren kişiler için yapabileceklerimizi düşünmeliyiz. Henüz kaygı evresinde olanlardan geleceğimizin nasıl olacağını düşünmenin ya da dert etmenin bile ‘lüks’ geldiği bir geleceksizlik hissi ile iradesini kaybeden gençlere kadar geniş bir spektrum var.

Gençlerin ruhsal durumlarının daha fazla etkilendiği bir dönemde genç olmayanlara, ‘yaşlılar’a düşen görevler var. Bu durumun adını koymak ilk adım olabilir. Farklı toplumsal sınıflarda olanlar, yoksulluk, eşitsizlik ve şiddetten daha çok etkileniyor. Ruh sağlığı krizinin ruhsal bozuklukları arttırıcı, ruhsal durumu bozucu sonuçlarının önüne geçmek için klinik kaynakları destekleyip güçlendirme yolları yeterince irdelenmedi. Gençleri teselli etmeyi ya da kaderin getirdiklerine razı etmeyi amaçlayan sözler ve çalışmaların pek işe yaradığı görülmemiş.

Klinikler dışında neler yapılabilir?

Okullar ve annebabalar başta olmak üzere gençlerin ruh sağlığını geliştirmeyi ve güçlendirmeyi destekleyici olabilecek herkesi harekete geçirmek, bilgilendirmek, beceri kazandırmak psikiyatrik bakışın bir parçası.

Bu karanlık tabloda yolumuzu aydınlatabilecek bilgi ve deneyimleri değerlendirmek, gençlerin geleceğe dönük umut ve hayallerini canlı tutarken, bugünü verimli ve tatmin edici biçimde yaşamalarına yardımcı olmak mümkün.

Okul iklimi ve ruh sağlığı aktiviteleriyle olumlu ve güvenli bir okul iklimi oluşturduğumuzda gördüğümüz doğrudan ölçülebilir yararları (kaygı düzeyinin diğer eşdeğer okullardaki oranda artmamış olması, akademik başarı ve katılımın artışı gibi) var. Bunun yanı sıra uluslararası bilimsel çalışmalarda bildirilen bulgular bu bakış açımızla oluşturduğumuz düzenlemelerin bir iyi dilek ya da etkinliği tartışılır faaliyet tanımının ötesine nasıl geçebildiğini ve daha neler yapılabileceğini gösteriyor.

Örneğin, İngiltere’de büyük bir veri setinin analizinde okul ikliminin ruh sağlığını etkileyen başlıca faktör olduğu ortaya kondu (Ford T, Esposti MD, Crane C, et al. The role of schools in early adolescents’ mental health: findings from the MYRIAD Study. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry. 2021; 60:1467-1478). Okul ikliminin niteliğinin özellikle sosyal duygusal öğrenme ekseninde olduğu takdirde bu etkinin belirginleştiği görülüyor (Charlton CT, Moulton S, Sabey CV, West R. A systematic review of the effects of schoolwide intervention programs on student and teacher perceptions of school climate. J Posit Behav Interv 2021;23:185- 200). Bu ve benzeri çok sayıda bilimsel bulgu ve görüş ışığında duruma baktığımızda, gençliğin gelişimine ve toplumun geleceğine en büyük tehditlerden birisini oluşturan ruh sağlığı krizinin önüne geçme ve vereceği zararı kontrol etme fırsatının okullarda yürütülecek programlarla yaratılabileceğini  görüyoruz.

Bu programlarda yaratıcı ve yenilikçi perspektifle yapılabilecek çok şey var. Birkaç örnek: Okul İklimini İyileştirmek, özellikle tüm paydaşların sosyal duygusal gelişimini hedefleyen, her bir okulun fiziksel ve duygusal güvenliği esas alan, buna uygun dil ve davranışı geliştirmesini bekleyen bir yaklaşım. Paydaşlar, veliler, öğrenciler, öğretmenler, idareciler, PDR, idari ve hizmet personeli. Ruh Sağlığı Farkındalığı ve İlk Desteği bilgi ve becerisini okul paydaşlarına kazandırmak. PDR’nin bu konudaki kritik rolünü öne çıkarmak, bürokratik yüklerini azaltmak, sadece ‘problemli’ öğrencilerin desteklenmesinden ibaret kalmayan problemleri önleyici, koruyucu ruh sağlığı perspektifinin okuldaki liderliğini üstlenmesini sağlamak.

Okulu eğitim ve öğretimin yapıldığı bir dayanışma ve destek ortamına dönüştürmek. Kulüpler, müfredatın dilinin insancıllaştırılması, zorbalığa sıfır tolerans, cinsiyetçilik başta olmak üzere ayrımcılığa ve kayırmacılığa karşı net duruş, yoksulluğun etkilerinin en azından okulda telafi edilmesi. Bunların tek tek okullarda sağlanması hayali bir hedef gibi gözükebilir.

Ama denemeye değmez mi? İlk izlenimlerimiz bu yöndeki her adımın değerli olduğunu düşündürüyor.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. 

Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...