Bugünü  boş geçirdiğim için kendime ne ceza vereyim diye düşündüm. 

Elim kolum görünmez cisimlerce bağlanmış gibi tüm gün boşluğa baktım. Kekilli’nin klibinde bir adamın beyaz bir çarşaf giydirildiği gibi,veyahut gözleri dışında bedenini oynatamayan nice hasta gibi…

Yine de içeceğim bir kahve kokusu ve kahve eşliğinde yazı yazma isteği beni yola çıkardı.

Üşengeçliğim nedeniyle bir taksi çevirdim…

Biraz da ülke gündemini düşündüm takside…

Ne sıcak dedim Ankara. 

Şöför bey de dedi ki “buralı olmadığınızı anlamıştım.”

Ona Ankaralı değilmişim gibi davrandım. Evet dedim hiç bilmem buraları…

Biraz Ankara’nın sıcağından ve denizinin olmamasından konuştuk. 

Şöför beye kurduğum bir cümle yeterli oldu. 

“Ne kadar sıcak Ankara”

Söyleyecekleri bitmedi. Ankara’ya olan övgüsü de. 

Biraz da şöförü inceledim. Taksiye binen çok yok herhalde dedim içimden. Konuşacak hiç halim yoktu. Can kurtaranlara benziyordu. Güneşin altında yanmaktan kararmıştı. Siyah gözlükleri vardı. Geçenlerde viral olan bir sokak röportajında gebeş kaplumbağa sahnesindeki siyah meşhur gözlüklerden. 

Gideceğim yere odağımı kaybedip sohbete dalınca yolun ne kadar da uzun olduğunu düşünmeye başladım. Vızıldayan sözlerini bitirmişti ki bir boşluk,bir sessizlik başladı. Camdan dışarı bakmaya başladım bu sefer.

Gideceğim yerin tam zıttında bir yerde olduğumu fark ettim. Ne kadar daha var dedim! Dedi abla var biraz daha! 

Sonra gülüverdim. 

Sebepsiz gülüşüm bir gerginlik yarattı şöförde. On beş dakikalık yol oldu mu bana kırk beş dakka… 

Bana yakın dediler dedim. “Millete ne bakıyorsun”dedi. “Sanırsın karada uçak kullanıyoruz.” 

Sabahtan beri üzerimde olan halsizlik ve tepkisizlik hali devam etti. Geldiğimizde teşekkür edip indim taksiden. Biraz fazla yazmış taksi, sonra kendime verdiğim ceza bu olsun dedim.

Boş konuşmamın ve bir günümü boş geçirmemin cezası. 

Gününüz güzel ve dolu dolu geçsin.