Neredeyse 6 aydır ABD medyası “Ruslar Ukrayna’ya saldıracaklar” deyip duruyor. Hala bekliyoruz. Yok yüz bin asker sınırda, yok Belarus’a S-400 konuşlandırıldı. Ruslar “biz saldıracağız demedik ki?” gibi ilginç tepkiler verse de bekleyiş sürüyor.

Bu sırada zaten hem iç hem dış meselelerde tepkileri üzerine çeken Biden hükümeti Rusya ve Çin’e karşı yeterince güçlü duramamakla eleştiriliyor. Biden’ın son dönemde yaptığı gaf sayısı giderek arttı. “Ruslar tüm gücüyle saldırmazsa biz de ciddi bir yaptırım getirmeyiz” gibi bir laf etti ABD başkanı. Gazeteciler “ufak yollu bir işgale yeşil ışık mı yakıyorsunuz başkan?” diye sorduğunda “ kulağa öyle geldi değil mi?” gibi tuhaf bir yanıt verdi.

Biden’ın verdiği zayıf tepkilerin yanında bir de Avrupa’nın çekimserliği var. Ukrayna’nın savunmasına koşmak için ön sırada İngilizler var. Ancak diğerleri pek istekli değiller bu macerada. Diğerlerinden kastım AB’nin başını çeken Almanya tabii.

Almanya’nın enerji sorunu

Soğuk Savaştan beri Almanların Ruslarla bir enerji bağı vardı. 2005’teki Kuzey Akımı 1 ve 2015’teki Kuzey Akımı 2 projelerinden önce bile Almanların enerji ihtiyacının önemli bir kısmı doğudan karşılanırdı.

Merkel döneminde ise nükleer santraller hemen kapatılmadı. Ne hikmetse 2011’de Fukushima nükleer felaketi yaşanınca batı toplumunda oluşan korku ikliminden faydalanarak nükleer karşıtı oluverdi Alman hükümeti. Nükleer tesislerin kapatılmasından en mutlu olanlar ise Almanya’nın Yeşiller Partisiydi. Onlara göre ekolojik olarak zararsız ve yenilenebilir olan güneş ve rüzgar enerjisine geçilmeliydi.

Tabii ki bu koca Almanya’nın ihtiyaçlarını karşılamaya yetmezdi. Yine de Almanlar yenilenebilir enerji kaynaklarına ağırlık verdiler ve enerji ihtiyaçlarının %46’sını bu yöntemle karşılamaya başladılar. Bir çok nükleer enerji savunucusuna göre kömür yerine nükleerden kurtulmayı öncelemek Almanya’nın karbon emisyonunu azaltma işlemini yavaşlatmıştı. Aynı zamanda enerji ihtiyacı için dışa bağımlı hale getirmişti.

Bu sırada Almanya’nın enerji üretimi düşmeye başladı. İleriki yıllara göre yapılan tahminlerde ise rüzgarın olmadığı ve havanın kapalı olduğu dönemlerde komşulardan enerji ithalatı yapmaya zorlanacak deniyor. Özellikle Almanya’nın tersi yolda giden ve yeni nükleer tesisler açan Fransa’dan ve Belçika’dan yaptığı ithalatı arttırması gerekecek Almanların.

Ülke nükleer enerjiden kurtulurken yerini sadece yenilenebilir enerji almıyordu. Almanların doğal gaz kullanımı 2002’dekinin 1.5 katı kadar olmuştu. Almanya’nın nükleer ve kömürden kaçışının kaymağı da Ruslara kaldı. Paris iklim anlaşmasıyla verilen taahhütlere uyması için “ışıklar sönmeden” yerini başka bir şeyle doldurmak zorundalardı. Kuzey Akımı 2 projesi de böyle bir dönemde geldi. 2018’de Kuzey Akımı 2 projesine katıldı Merkel. Savunması basitti. Doğal gaz, kömüre nazaran %50 daha az karbon emisyonu içeriyordu.

Amerikalılar ise bundan hiç hoşlanmadılar. Trump yönetimi bu projeyle Avrupa’nın Rus kontrolüne geçeceğini söyledi.

Almanya’da kafalar karışıktı. Nükleer karşıtlığı yapan yeşiller Ruslarla bir enerji anlaşmasına da karşılardı. Merkel sonrası yeni yönetimde kendilerine yer bulunca durdurmak için de elinden geleni yapıyorlar.

Rus enerji hegemonyası ve Ukrayna

Tabii bu Almanların enerji meselesini nasıl çözeceğini açıklamıyor. Yeni şansölye Olaf Scholz yeşiller gibi karşı değil. Tüm bu enerji sorunun patladığı nokta ise Ukrayna meselesi. Scholz yönetimi Ukrayna’ya destek vermek istemiyor.

Birçoklarının dediği gibi Almanya’nın hem nükleer enerjiden kaçacak, hem karbon emisyonunu bitirmek için kömürden kurtulacak hem de Rusları ABD’nin hegemonyasını korumak adına düşman görüp doğal gaz kaynağından olacak lüksü yok. Tüm dünyada enerji krizi baş göstermişken ellerindeki tüm enerji kaynaklarını inkar edemezler.

Kuzey Akımı projesi başlı başına Ukrayna’yı devre dışı bırakan bir proje. Aktif hale geldiğinde Rusların Ukrayna’ya enerji ticareti için ödediği kiralar anlamsızlaşacak. Ukrayna, zaten azalmakta olan bölgesel nüfuzunu iyice yitirmiş olacak.

Dahası Ruslar Avrupa’ya getirdikleri enerji kıskacını gazla da sınırlı tutmuyor. Bizimle yaptıkları Akkuyu anlaşması gibi birçok Doğu Avrupa ülkesiyle de benzer anlaşmalar yaptılar. Oralarda kuracakları santrallerin bakımları ve yedek parçaları Ruslar tarafından karşılanacak.

Bu sırada Finlandiya’nın genç başbakanı Sanna Marin “ben varken NATO üyeliği olmaz” dedi. Yani Ruslarla durduk yere kavga etmek istemiyor sınırındaki kimse.  Ukrayna’nın akıbetine uğramak istemiyorlar.

Almanlar başta olmak üzere Avrupa’nın geneli biraz çekimser. İngiltere ve ABD gibi kimse koşarak gitmiyor Ukrayna’nın savunmasına.

Savunulacak bir şey var mı o da bilinmez. Putin Kırım da dahil olmak üzere hiçbir stratejik hamlesini gürültüyle yapmadı. Tüm askeri gücünü kullanarak bir işgalde bulunması olası gözükmüyor. Sadece ülke içindeki bu manevralarla ciddi yaptırımları işgale bağlamayı başardı. Belki de sürekli işgal tehdidini kullanarak daha küçük boyutlu operasyonlardan ağır sonuçları olmadan çıkabilecek Ruslar. Zaman gösterecek diyelim. Haftaya başka bir yazıda görüşmek dileğiyle, iyi hafta sonları efendim.