Emmanuelle Macron’un ve Fransa’nın son yıllardaki politika değişimi üzerine konuşmaya değer. Macron yönetimi başa geldiği zaman kendini neo-liberal olarak tanıtsa da Fransız politik atmosferi onu biraz da zorla sağa doğru itti.

Atmosferden kastım tabii ki giderek büyüyen mülteci krizi, Avrupa’da sağın yükselişi ve bir çok Fransızı rahatsız eden Amerikan nüfuzu. Son günlerdeki terör saldırısıyla ırkçı tehdit kendini hatırlatsa da Fransa’da biraz daha farklı bir “mülteci karşıtı yapı” var. Farklı diyorum çünkü bu yapı diğer Avrupa ülkeleri gibi son dönemde ortaya çıkmadı. Milliyetçi damarın en kuvvetli olduğu Avrupa ülkelerinden birinden bahsediyorum sonuçta.

Fransa, bu dönemi mültecilerle mücadeleyle geçirse de bir çokları için önlerindeki en büyük tehdit ABD nüfuzuydu. “Fransız olmayan” ve “küreselci” olarak tanımlanan bu etkiden kurtulmak sadece Fransa’da değil, Fransa’nın etkisi altındaki Kanada’da da sıkça dile getirilen bir mesele haline gelmişti.

Macron bu sebeple giderek muhafazakarlaşan bir tutum sergiledi. Eğer böyle bir değişim yoluna gitmeseydi seçimleri sağcı rakibi Le Pen’e kaybetmesi kesindi. Tabii Macron’un tutumu sadece seçim telaşıyla açıklanamaz. Çünkü Fransa, zincirlerini kırmaya çalışıyor.

Geçtiğimiz yıllarda “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” cümlesini yine Macron’dan duymuştuk. Batı Afrika’da artan askeri varlığı, Beyrut patlaması sonrası Lübnan’da yükselen Fransız etkisi derken Fransa ABD harici bir dış politikanın temellerini inşa ediyordu.

Ne kadar başarılı olduğu tartışılır ancak Fransa’nın bu eylemleri Ukrayna savaşının başlamasıyla sekteye uğradı. NATO biraz da zorunlu olarak tek yürek olmuş, Rus tehdidine karşı mücadele ediyordu. Bu sırada çekingen davranacak büyük devletler yoğun tepkiyle karşılaşabilirdi. Avrupa Birliği’ni sırtında taşıyan iki dev Almanya ve Fransa Ukrayna desteğinde biraz heyecansız kaldılar.

Almanya askeri yardımları uzun süre geciktirdi. Rusya’ya yaptırımları getirmekte isteksiz kaldı. Gönderdiği askeri ekipmanlar bozuk çıktı. En son Kuzey Akımı 2 boru hattının şüpheli bir saldırıya uğramasıyla ABD’yle ipler iyice gerildi.

Almanlar için o zincirleri kırmak kolay değil. Çünkü Almanya’nın kendi güvenliğini sağlayacak güçlü bir ordusu yok. Enerji bağımlılıkları ise Rusya’yla ABD arasında bir yerde kalmalarına sebep oluyor.

Ancak Fransa farklı. Almanlar gibi çevreci grupları dinlemek yerine nükleer yatırımlarını artırdılar. Bu sayede enerji açısından Almanlara nazaran daha az zarar gördüler. Orduları ise kendini koruyabilecek ve Fransız nüfuzunu dünya çapına taşıyabilecek kuvvete sahip. Bu nedenle Macron eskisi gibi “Fransa kendi güvenliğini kendi sağlamalı” cümlelerine tekrar başladı.

Rusya konusunda Doğu Avrupa, İngiltere ve ABD son derece şahin bir tutum sergilerken AB’nin dinamosu iki ülke “Rusya’nın güvenlik garantileri verilmeli” demeye devam ediyor. Rusya ve Batı arasındaki bilek güreşi “ilk kim pes edecek” noktasına geldi. Böyle bir ortamda ABD’ye karşı ilk büyük aykırı sesin Fransa olma ihtimali yüksek.

Tabii Rusya’nın “pili” önce bitmezse...