Sadece birkaç senedir içinde yaşamamıza rağmen politik düzlemleri birbirine katan başkanlık sisteminin belki de en büyük zararı ideolojik çizgilerin belirginliğini kaybetmiş olmasıydı. Hükümet kanadı milliyetçilikten bahsederken artık “kaba” bir dil kullanamazdı. Muhalefet ise tarikat okullarıyla ilgili kelimelerini çok dikkatli seçmek zorundaydı. Pamuk ipliğine bağlı ittifakların hayatta kalmasının tek formülü buydu.

İşte bu denklemler ülkenin can alıcı sorunlarının bile doğru düzgün tartışılmasını engelledi. Bu iki kutuplu politik düzen daha çok yeniydi. İttifaklar arası geçişler, üçüncü ittifak konuşmaları… Dengeler bir anda değişmeye meyilliydi.

ABD’de bunun daha oturmuşu var. Bizden sadece biraz daha demokratikler ancak temsil sorunlarından seçim yasalarına Avrupa ülkelerine kıyasla ABD bir facia. Ben tabii bu iki kutuplu düzen nasıl bir garabeti beraberinde getiriyor ondan bahsetmek istiyorum.

Bunun en ciddi örneği ABD’deki Demokrat Parti. Ülkenin yarısını temsil eden kocaman bir parti. İçinde o kadar farklı ideolojiler var ki yapının nasıl dağılmadan durduğuna akıl erdiremiyorum…

İçinde George W. Bush’ın yardımcısı Dick Cheney’nin kızı Liz Cheney var. Arada bir taraf değiştirse de Bloomberg’in sahibi Michael Bloomberg var. “Benim çocuklarım etnik bir cangılda mı büyüyecek?” diyerek ırkların ayrı yaşaması gerektiğini savunmuş başkan Joe Biden var. Daha 6-7 yıl öncesine kadar New York’ta bir barmen olarak çalışan Latina Alexandria Ocasio-Cortez (AOC) var. Hayatı mücadelede geçmiş Yahudi bir sosyalist olan Bernie Sanders var. Var oğlu var…

“E canım, ne güzel işte? Her tipten insan temsil ediliyor. Demokrasi böyle güzel değil mi?” diyebilirsiniz. Ancak işler öyle yürümüyor.

İsrail’in Filistin baskılarını eleştiren AOC ile İsrail’i savunan yaşlılar çetesi karşılaşınca ne oluyor? Gücü fazla olanın dediği oluyor. Başka partide olsa eleştirmeye devam edecek bu siyasetçi İsrail’in demir kubbesine ekstra bütçe toplantısında “çekimser” oy kullanıp “Bronx’taki Yahudi kardeşlerimi üzemezdim” deyip ağlamaya başlıyor.

Bir de önceki kuşaktan Bernie Sanders var. Eski tip sosyalist. Yaşı da epey ileri. Her girdiği ön seçimde ortalığı kasıp kavurdu. Arkasındaki destek inanılmaz. Ne zaman seçime az bir süre kalır, Sanders çekilmeye zorlanır. Kavgaya girmeden şapkasını alır çıkar. Partinin savunması “sosyalisti kimse seçmez” olur.

Arkasındaki kalabalığı “Ne yapalım, Biden’ı sola iteceğiz” diye ikna eder Sanders. Kimsenin sola itildiği yoktur halbuki. Söz verilen üniversite borçları silinmez. Emekçi dostu yasalar geçmez. Hem Temsilciler Meclisi hem Senato aynı partiden olur yine geçmez.

Bir de üstüne gazeteciler bu yasaları geçirip geçirmeyeceğini sorunca yapıştırır cevabı başkan;

“Ben Bernie miyim?”

Öyle bir sistem var ki dayatılan egemen düşünce farklı ideolojilere zorla onaylatılarak vatandaşa sunuluyor. Kabul etmeyenler siyaset dışı kalma tehdidiyle karşı karşıya. Ne yapacaklar? Cumhuriyetçi Partiye mi geçecekler? Kendi partilerini mi kuracaklar?

İşte bu denklem ABD siyasetini tek ve baskın bir düşünceye mahkum etti. Benzer durumlar karşı cephede yani Cumhuriyetçilerde de mevcut ama Demokratlar kadar keskin değil. Cumhuriyetçileri tarif eden en azından şemsiye bir tabir var ; muhafazakar.

Demokratlar için bu da yok. Liberal mi? Sosyalist mi? Sosyal Demokrat mı? Hepsinden biraz var ancak hiçbiri kendini ifade edemiyor.

İşte Türkiye de böyle bir sorunla karşı karşıya. Kimse kendinin ve düşüncelerinin doğru temsil edildiğini düşünmüyor. Çünkü siyasetçiler bunu yaptıklarında kariyerlerinin zarar göreceğini biliyorlar. İki kutuplu düzen devam ettikçe bu ideolojik çizgiler de giderek silikleşecek. Bakalım nereye kadar?