Pandemi boyunca birçok ülkede önlemlere karşı protestoların yapıldığı görülse de Kanada gibisi hiç olmamıştı. Omicron varyantı pandeminin bitişine dair işaretler sunuyor ancak bazı ülkeler önlemleri tamamıyla kaldırırken bazıları daha da ağırlaştırmayı seçti.

Kanada da bunlardan biriydi. Aşı pasaportları birçok insanın işini kaybetmesine yol açtı fakat asıl gürültü kamyon şoförlerinden çıktı. Sınırdan geçerken aşı zorunluluğu konulması şoförleri çıldırttı ve eyleme sürükledi. Birkaç hafta içinde Ottowa’da başlamış eylemler başka şehirlere de sıçradı. Olaylar aşı dayatmalarına karşı başlasa da kısa sürede Başbakan Trudeau karşıtı bir eyleme dönüştü.

Üç haftadır dünyanın nispeten sakin olarak tanıdığı Kanada’da kıyamet kopuyor. Bir tarafta işini geri isteyen kamyoncular, öbür tarafta da kamyon kornalarından uyuyamadığını iddia eden karşıt görüşlüler. Eylemin doğası da epey orijinal açıkçası. Kamyonlarıyla konvoy halinde yol kapatan düzinelerce eylemciden bahsediyorum. Durum böyle olunca polisin müdahalesi de zorlaşıyordu.

Eylemlerle ilgili medyada çıkan haberler ise pek şaşırtıcı değildi. ABD’li ve Kanada’lı liberal merkez medya “aşırı sağcılar şiddet eylemleri gerçekleştiriyor” diye gördü olayları. Onlara göre protestoya çıkanlar beyaz üstünlükçüydü. Konuyla ırkın bir alakası yoktu ancak medya bu tarz ötekileştirmelerin işe yaradığını biliyordu. Eylemciler içinde Hintliler de vardı örneğin.

Tek tük şiddet olaylarını tüm eylemlere yıkmayı başarmıştı ABD medyası. Düşmanlaştırma öyle boyutlara ulaştı ki kamyonculara bağış yapılan “gofundme” sayfası donduruldu. Hatta medyada bağış yapan ABD’liler hakkında “soruşturma açılabileceği” bile söylendi.

İki yüzlülük yapanlar sadece ABD’li liberaller değildi. Black Lives Matter eylemlerinin tamamını yağmalara indirgeyen ABD muhafazakarları Kanada’daki olaylara tam destek veriyordu. Onlar için münferit birkaç olay tüm eylemi kötülemek için yetersizdi. Doğrusu da buydu zaten ancak iki tarafın da düşünce özgürlüğü ve protesto hürriyeti konusundaki seçiciliğinin ülkedeki demokratik haklar açısından ne kadar zararlı olduğunu görmek zor değil. Belli ki artık kimse “karşı cephenin” söz hakkı olsun istemiyor.

Demokrasi demişken asıl endişe verici hamle ise Trudeau tarafından geldi. Kanada Başbakanı olağanüstü yetkilerini kullanarak protestocuların banka hesaplarına el koyulabileceğini açıkladı. Bu yetkiler sayesinde eylemlere sert müdahaleler de yapıldı. Üç haftanın sonunda yüzlerce protestocu gözaltına alındı ve kamyonlar sokaklardan kaldırıldı.

Eylemlerin ufak yollu sıçradığı başka ülkeler de oldu. Avustralya gibi pandemi önlemlerinin kontrolden çıktığı yerlerde ufak yollu protestolar görüldü. Ancak hiçbiri Kanada kadar ciddileşmedi.

Bu protestolar bize gösterdi ki batı dünyası da ağır ağır bir otoriterleşme yoluna girmiş. Bundan hiçbir politik cephe de muaf değil. Çünkü kimse karşıt fikirlilerin demokratik hakkını savunmak istemiyor. Sussun, hatta hayattan uzaklaştırılsın istiyorlar. Batılı devletler de artık düşünce özgürlüğünün manipüle edilmeye hazır bir kavram olduğuna inanmaya başladılar. Merkez medya kuruluşları açıkça “ifade özgürlüğü beyaz üstünlükçülerin kalkanıdır” gibi cümleler sarf edebiliyorlar.

Bir araştırma ABD’lilerin kendileriyle politik anlamda hem fikir bölgelere taşındıklarını ortaya koyuyor. Artık sadece düşünce anlamında bir kutuplaşma değil coğrafi bir düşmanlığın da tohumları ekiliyor. Bazı eyaletler sadece bir ideolojinin temsil edildiği yerlere dönüşecekler. Eyalet seviyesinde değişecek yasalar, kültürel ayrımlar ideolojik kırılmalar derken şimdiden bu ayrımın nereye gideceğini söylemek zor.

Pandemi barut fıçısına yavaş yavaş dönüşen batı toplumlarındaki kırılmayı hızlandırdı. Bakalım işin sonu nereye varacak?