Son birkaç gündür bir yüzme yarışı ABD’de pek konuşulur oldu. Sebebiyse trans bir yüzücünün kadınlar dalında rekor kırarak kazanmasıydı. 24 yaşındaki Lia Thomas 2 yılda bir çok yarış kazanıp rekorlar kırınca trans sporcular tekrardan tartışılmaya başlandı.

Thomas’ın durumu ise biraz daha özel diyebilirim. Çünkü kendisi iki yıllık hormon değişim tedavisi geçirmiş. 1.85 boyunda ve epey iri bir vücuda sahip. Ergenliğe ise erkek olarak girmiş ve cinsiyet değiştirme ameliyatı da geçirmemiş. İşte Thomas’ın kadınlar dalında yarışabilmesini eleştirenler bu fiziksel farkların çok ciddi olduğunu ve kadınlar için haksız bir ortam oluşturduğunu söylüyorlar. Hatta testosteronu fazla olduğu için yarışlara katılamayan kadın sporcular bile var. Ancak genelden farklı olarak konuyu eleştirenler sadece düzenli olarak homofobik çıkışlar yapan ABD’li muhafazakarlar değil.

Yarış yüzüldüğü esnada tribündeki seyirciler arasında alkış sadece “ikinci” gelen olimpik kadın yüzücü Emma Weyant’a gelmişti. Ödül töreninde ise Thomas’ın adı anons edildiğinde yuhalamalar başlamıştı. Yarışa katılanlar da dahil olmak üzere birçok kadın sporcu duruma tepki gösterdi. Yarış sonrası 2. 3.ve 4. sanki ilk üç onlarmışçasına birlikte fotoğraf çekildiler. Thomas neredeyse yok sayılmıştı. Neticede zafer onundu. Rekor da öyle…

Konunun bilimsel yönü son yıllarda neredeyse hep yok sayıldı. “Yeni dünyanın” beklentileri adı altında “cinsiyet” kuralları yıkılmaya başlandı. Sadece toplumsal cinsiyetten değil biyolojik cinsiyetten de bahsediyorum. Yaklaşık on sene önce fikir şuydu; bir “gender” var. Yani toplumsal cinsiyet. Bir de “sex” var, yani biyolojik cinsiyet. Biri toplumsal yargılar ve kültür ile inşa ediliyor diğeriyse çok özel durumlar haricinde biyolojik bir bütün.  Ancak anlaşılan o ki bu değişti.

Batılı liberaller “kapsayıcılık” adı altında trans bireylerin “tam kadın” olduğuna kanaat getirdiler. Yani biyolojik olarak kadın doğmuş bir bireyle erkek doğmuş birey arasında bir fark yoktu. Tek önemli olan kişinin beyanıydı.

Anca konuya böyle bakıldığında çok ciddi paradokslar ortaya çıkıyor. Birincisi beyan edilen “kadın” ya da “erkek” olmak neye tekabül ediyor? Feminen ya da maskülen olmaya değil, bunu zaten biliyoruz. Hamile kalıp kalamamaya, adet görüp görmemeye de değil. Dahası sahip olduğunuz cinsel organ hatta ve hatta kromozomlarınızın XX veya XY olması bile belirleyici değil. Peki o zaman ben “erkeğim” ya da “kadınım” dediğinizde bu yeni dünyada neyi kastediyorsunuz?

İkinci sorunsa bu trans sporcular meselesini gündeme getiriyor. Trans bireylerin biyolojik bir kadından farksız olduğunu söylediğinizde bir kadının yapabileceği her şeyi yapabilmesi gerekir, değil mi? Bu yüzden, flört ortamlarında translara ilgi duymayan erkekler transfobiktir çünkü bireyi kadın olarak görmüyor anlamına gelir. Aynı şekilde kadınlar dalında yarışmak isteyen bir sporcuya da “o kadar da kadın değilsin” diyemeyeceklerine göre ses çıkarmıyorlar.

Kadın veya erkeğin tanımının yapılamıyor oluşu liberal çevrelerde epey kafa karıştırıyor. Biden’ın yüksek yargı için atamayı planladığı yargıç Ketanji Brown Jackson “kadın” nedir sorusuna cevap vermedi. “Ben biyolog değilim ki” dedi. Aslında bu cümleye göre bile tanımı biyologlar yapıyordu, siyasetçiler ya da aktivistler değil.

Bu belirsizlik sadece birkaç bireye de ait değil. Meşhur tıp dergisi Lancet kadın kelimesini kullanmak yerine “bodies with vaginas” yani vajinalı bedenler demeyi tercih etti. 1950’lerden aşırı cinsiyetçi bir adamı getirseniz en fazla bu kadar aşağılayıcı bir tanım yapabilirdi sanırım.

İşte tüm bu tartışmaların gölgesinde Lia Thomas yüzmede rekorlar kırdı. Sonradan cinsiyet değiştiren eski olimpiyat şampiyonu Caitlyn Jenner ise erkek olarak ergenliğe girmiş bir bireyin her şekilde fiziksel üstünlüğe sahip olacağını söylemişti.

Genelde kimlik siyaseti tartışmaları ABD’de ortaya çıktıktan sonra birkaç yıla bize de geliyor. 8 Mart kadınlar gününde de benzer tartışmalar üzerine gerginlikler gördük. İşin kötüsü ise konuya bir çözüm önermek kolay değil. Evet, kadın sporlarında trans kadınların mücadele etmesi haksız rekabet doğuruyor. Bunu görmemek imkansız. Ama bir yandan da insanları kim olduklarından ötürü hayattan dışlamak doğru değil.

En azından bilimsel bir çözüm bulunana kadar insanlık karar vermek zorunda; kapsayıcılık mı, adalet mi?