Muhteşem bir projenin ön çalışması için Hatay’ın Arsuz ilçesindeydim. Kaldığım otelin beşinci katındaydı odam (son kat) … Ertesi gün yapılacak olan toplantının hazırlıklarını yaptım ve yattım. Gece birden uyandım. Terasın penceresinden gökyüzüne baktım, çok tuhaftı gökyüzü…

Geri döndüm ve yatağa oturdum. Tam bu sırada yavaş yavaş sallanmaya başladı yatak ve birden hızlandı. Elektrikler kesildi. Bu sırada gökyüzündeki inanılmaz parlamalar odayı aydınlattı. Sallantı daha da hızlandı. Komedinin üzerindeki bardaklar yere düşüp kırıldı. İşte tam bu sırada bir felaket yaşanmaya başlandığını anladım. Sanki devasa büyüklükte bir el, binayı yerinden kaldırıp oradan oraya sallıyordu.

Eşyaların devrilme, duvarların patlama seslerinin korkunçluğunu anlatamam… Terasın zorlanarak açtığım kapısı o kadar hızla açılıp kapanıyordu ki çıkardığı ses diğer korkunç sesleri bastırıyordu. Yaşam üçgeni geldi aklıma ve bunu nerede oluşturabileceğime bakındım. Yatağın ve komedinin arsında olabileceğini düşündüğüm an üzerimdeki çatıda güneş enerjisi olduğunu hatırladım. Çatı yıkılıp üzerime düşse, güneş enerjisi beni yere yapıştırıp ezebilirdi. Ayağa kalktım, kalktığım gibi yere düştüm.

Ayağa kalkmaya çalışırken birkaç kez daha yere düştüm. Öyle bir sallanıyordu ki sanki yer ayağımın altından kayıyordu. Eşyaların düşme sesleri, duvarların patlama sesleri arttı… Bir süre sonra sarsıntı hafiflemeye başladı. Bu sırada yerden kalkıp terasın kapısına gittim. Ben kapıya ulaşana kadar sarsıntı tekrar hızlandı.

Kapıdan çıkmaya çalışırken yere düştüm. Sarsıntının kuvvetiyle teras kapısı beni defalarca araya sıkıştırıp ezdi. Düşünün o kadar şiddetli sallanıyorduk ki ben ayağa kalkıp kapının arasından terasa geçemiyordum. Bu felaketten kurtulmam imkansızdı. Bina yıkılacak ve ben yıkıntıların arasında kalacağım diye düşündüm. Belimden bacaklarıma kadar olan kısmım odada, belimden yukarısı terasta… Teras kapısı hızla üzerime üzerime gelip beni sıkıştırıyordu.

Yağmur yağmaya başladı ya da zaten başlamıştı bilmiyorum… Sarsıntıdan ayağa kalkamadığım için kapının beni sıkıştırmasını engelleyemediğim için sürünerek de olsa kendimi dışarı çıkaramadığım için garip bir teslimiyet duygusu yaşamaya başladım. Böylece bir süre geçti. Yaşadığım korkunun tarifi mümkün değil. Sarsıntı hafifleyerek durdu. Ayağa kalktım. Yere düşen telefonumu el yordamıyla bulup ışığını açtım. Hızlı olmalıydım. Sarsıntı tekrar başlayabilirdi. Pijamamı çıkarıp pantolonumu giydim hızlıca. Çantamı kapıp odadan dışarı fırladım. Merdivenlerden koşarak inmeye başladım.

Merdivenlerde yakalanırsan kurtuluşum olmaz diye inanılmaz korkuyordum. Duvarlardan patlayan molozlar merdiveni tıkamıştı. Molozların üzerinden atlamaya çalıştıkça kaç kere düştüm bilmiyorum. Düşüp tekrar ayağa kalkarken zemin kattaki kapıların kilitli olabileceği geldi aklıma ve çok daha büyük bir korkuyla acaba yukarı mı çıksam diye düşündüm. Kapılar kilitliyse ve ben sarsıntıya zeminde yakalanırsam kurtuluşum olmazdı. Hızlıca karar verip aşağıya koşmaya devam ettim. Aşağı ulaşınca kapıların açık olduğunu gördüm ve işte tamam kurtuldum deyip dışarı attım kendimi…

Ben depremi yaşayan en şanslı insanlardan biriyim. Bu korkuyu yaşayıp günlerce göçük altında kalanlar var. Düşün, o göçüğün altında günlerce ölüm korkusuyla beklediğini… İki gün boyunca kimsenin gelmediği deprem bölgesinde, “Annemin babamın sesi geliyor.” diyerek, göçüklerin önünde dünyanın en çaresiz halini yaşayan insanlar gördüm.

İKİ GÜN BOYUNCA HİÇ BİR GÖREVLİ YOKTU!

            Ülkeyi yöneten görevlilerin; cumhurbaşkanı, milletvekili, belediye başkanı, vali, kaymakam adı her ne olursa olsun onlar görevli, öncelikle bunu iyi anlamak zorundasın. Görevlilerin, yapmak zorunda olduğu ilk icraat, ülkenin güvenliğini sağlamak. Vatandaşın can güvenliğini sağlamak. Felaketin hemen ardından koşup yaralarımızı sarmak.

Biz, CANIMIZIN GÜVENLİĞİNİ  sağlasınlar diye onları görevlendiriyoruz. Halkın parasıyla zenginlik şatafat içinde yaşasınlar diye değil. Sen bunu anlamak zorundasın. Anlayamadığın sürece yitip giden bu canların vebali senin de boynunadır UNUTMA!